23 Temmuz 2017 Pazar

“ZAFERİN ULUSLARARASI HUKUKUN KÜTÜĞÜNE ÇAKILMASI” : LOZAN ANTLAŞMASI


Vahdettin’in ülkeden kaçışından 3 gün sonra, 20 Kasım 1922’de, Lozan’da barış görüşmeleri başladı. Bir yanda, katılımcı olarak İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Japonya, Romanya ve gözlemci olarak, ABD, Sırbistan, Sovyetler Birliği, Bulgaristan, Belçika, Portekiz; diğer yanda yalnızca Türkiye vardı. Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan devletler, hazırladıkları Sevr Anlaşması’nı Ankara hükümetine kabul ettirememişler; Anadolu’ya çıkartılan Yunanlıları yenen Türkler, Lozan’a, yenilgiyi kabul eden Almanya ve Avusturya’dan farklı olarak, yengi kazanmanın özgüveniyle gelmişti. İngiltere ve bağlaşıkları (müttefikleri) ise, Türkiye’yi hala “Dünya Savaşı’nın yenik ülkesi” görerek ya da öyle görünerek gelmişti. Almanya ve Avusturya’ya Versailles’da yapılanın benzeri, Lozan’da Türkiye’ye yapılacak ve Küçük Asya’daki Batı çıkarları, korunacaktı. Ortadoğu’ya verilecek yeni biçim, uluslararası bir anlaşmayla meşrulaştırılacak, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki imtiyaz haklarının korunması koşuluyla, Yeni Türkiye’nin sınırları belirlenecekti.


Batı’nın Umduğu

Türkiye’yi Osmanlı İmparatorluğu’nun küçülmüş süreği (devamı), Ankara yöneticilerini de Babıâli bürokratları sanıyorlardı. Konferansa katılanlar üzerindeki etkisi açıkça görülen Lord Curzon, İsmet Paşa’yı, “Hindistan’daki uyruklarından biri”1 gibi görüyor, Fransız temsilcisi Bompard ona “eski bir Osmanlı sadrazamıymış gibi tepeden bakıyordu”.2
Sınırlar, askeri eyleme bağlı olarak büyük oranda belirginleştiği için fazla zaman almayacak, “ekonomik bilinçten yoksun Türklere”, geçmişten gelen ticari ve tüzel hukuki ayrıcalıklar (kapitülasyonlar) yenileriyle birlikte kolayca kabul ettirilecekti. Eski düzen yeni koşullarla sürdürülecek, önemli bir dirençle karşılaşılmayacak, Konferans uzun sürmeyecekti.

Temel Amaç; Ulusal Egemenlik

Mustafa Kemal, ulusal egemenlik haklarını Avrupalılara kabul ettirmek için büyük bir savaşıma girişecekti. Kapitülasyonlar tümüyle kaldırılacak, Türkiye artık kendi kararını kendi veren, her yönüyle bağımsız ve özgür bir ülke olacaktı.
Amaca ulaşmak için, dayanılacak ana güç, Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, ulusal birliği sağlamak ve bağımsızlığı seçeneği olmayan toplumsal amaç haline getirmekti. Dışa karşı güçlü olmayla, içerde birliği sağlama arasındaki dolaysız ilişki; gerçekleştirilmesi güç ama başarılması zorunlu bir görev ortaya çıkarıyordu.
Yoğun bir çalışma ve her zaman olduğu gibi, ölçülü ama atak bir eylemlilik içine girdi. İçerdeki düzeysiz karşıtlıkla uğraşıp yeni devletin temelini atarken, 8 ay süren Lozan görüşmelerinin her aşmasıyla yakından ilgilendi, yurt içi çalışmalarını Lozan’daki gelişmelere göre düzenledi.
Lozan’da; onaylanacak, geri çevrilecek, değiştirilecek ya da yapılacak önerilere karar veriyor, görüşme taktikleri belirliyor ve Türk Kuruluna yol gösteren destek iletileri gönderiyordu.

Türkiye’ye Bakış

Müttefiklerin gözünde Türkiye, “Genel Savaş’ta yenilmiş ancak daha sonra Anadolu’ya çıkan Yunanlılar’ı yenmiş bir ülkeydi”.3 Kendilerini, destekleyip kışkırttıkları Yunanlılardan ayrı tutmaya çalışıyorlardı. Her ne pahasına olursa olsun geleneksel istekleri olan kapitülasyon haklarını korumak, hatta geliştirmek istiyorlardı. Onlar için önemli olan adil bir barış değil, çıkarlarını koruyan bir barıştı.
Türkler, “atalarından gelen savaşçılıklarıyla”, Yunanlıları yenmeyi başarmışlardı ama ekonomiyle bütünleşen bir ulusal irade onlardan beklenemezdi. “Sanayiden yoksun, parasız ve yoksul” bir ülke, “diplomasinin kaygan alanında”4 bu bilinci gösteremez, gösterse de uzun süre direnemezdi. Bağlaşıkların Türkiye’ye ve onu temsil eden Delegeler Kurulu’na bakışı buydu.

İsmet Paşa’nın Diplomatlığı

İsmet Paşa, kendisini, Konferans’a hemen ağırlığını koyan Lord Curzon’la eşit görüyor ve Türkiye’nin, “savaş galibi” İngiltere’yle eşdeğerde olduğunu gösteren davranışlarda bulunuyordu. “Biz buraya Mondros’tan değil, Mudanya’dan geliyoruz” diyordu.5
Kendine özgü bir savaşım yöntemi vardı. “Ne denli önemsiz olursa olsun her noktayı tartışıyor”, çoğu kez, savaşlardaki top atışları nedeniyle, “kulaklarının iyi işitmediğini” söyleyerek kimi sözleri “duymuyordu!” “Önceden hazırladığı uzun konuşmalar yapıyor” durmadan “arkadaşlarına danışıyordu”. Sürekli olarak, Ankara’yı aramak için zaman istiyor, yanıtlarını hep “ilerdeki toplantılara” bırakıyordu.6
Ankara’ya gerçekten çok sık danışıyordu. Önceden saptadıkları hemen tüm önemli konuları, Mustafa Kemal’e soruyor, onun bildirimleri yönünde davranıyordu.

İngiltere Güç Durumda

Lord Curzon için, sömürge ve yarı sömürgelere yaygın bir bağımsızlık dönemi başlatacak Türk istemlerini kabul etmek çok güç ve İngiltere için tehlikeli bir işti. Barış yapılmalı ama koşulları Türklerin istediği gibi olmamalıydı.
Ancak, Ankara dayatıyor, geri adım atmıyordu. Ayrıca, Lozan’da sonuç alınamazsa, anlaşma dışı bırakılacak bir Türkiye, Sovyetler Birliği’ne daha çok yakınlaşabilir, bu da başka tür sakıncalı sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilirdi.
Türkiye’den, yeni bir savaşı göze alan açıklamalar geliyordu; oysa Avrupa’nın savaşacak gücü kalmamıştı. Karşılaşılan siyasi açmaz, dünya siyasetine yön vermeye alışkın büyük devlet yöneticilerini, şimdiye dek hiç yaşamadıkları bir çaresizlik içine sokmuştu. Çaresizlik, blöf politikasıyla aşılmaya çalışıldı. Ancak, Ankara korkutmaya dayalı gerçek dışı girişimleri kavrayacak ve önlem geliştirecek bilinçli bir tutum sergiliyordu. Blöfü gerçekle bastıracak yeteneğe sahipti.

Curzon’un Çaresizliği

Türk isteklerine karşı başlangıçtaki alaycı yaklaşım, giderek saldırgan bir karşıtlığa dönüştü... Ulusal egemenlik ve bağımsızlık konularında gösterilen kararlılık, alaycılığın yerini kaygı ve korkunun almasına yol açmıştı. Öyle görülüyordu ki, Türkler ekonomik bağımsızlık konusunda, söylediklerinin bilincindeydiler ve bunları elde etmeden, herhangi bir belgeye imza atmayacaklardı.
Curzon, dizginleyemediği bir öfke ve çoğu kez “diplomatik nezakete uymayan” bir saldırganlık içine girmişti. ABD Delegasyonu’nda yer alan ve daha sonra Türkiye’de Büyükelçilik yapan Charles H.Sherrill’in anılarında aktardıkları, Curzon’un Lozan’daki ruh halini ortaya koymaktadır: ...Curzon zgın bir boğa gibi odaya girdi. Durmadan ter döküyor ve içerdekilerin yüzlerine bakıyordu. Birden bağırdı: Dört korkunç saatten beri oturumdayız. İsmet her sözümüze şu bayat ve adi sözcükle yanıt verdi’; ‘bağımsızlık ve ulusal egemenlik!’.”7

Görüşmeler Kesiliyor

Görüşmeler 4 Şubat 1923'te kesildi. ABD delegasyonu Konferans'ın kesilmesinin ana nedenini Washington'a "Türklerin, özel yargı hakları ve ekonomik imtiyazlara ait hükümlerde, her türlü uzlaşmayı reddetmeleridir" diye bildirmişti.8
Bağlaşıklar, İsmet Paşa'nın, hiçbir biçimde ödün vermediği, "bağımsızlık" ve "ulusal egemenlik" direncinin arkasındaki ana gücün Mustafa Kemal olduğunu biliyor, ona büyük bir öfke ve düşmanlık duyuyorlardı.

Uyarıcı Açıklamalar

Türkiye’nin kararlılığını göstermek için, Lozan’daki karar vericilere uyarı niteliğinde ve bir birini tamamlayan bir dizi açıklama yaptı. Açık ve net konuşuyor, “egemenlik hiçbir anlamda, hiçbir biçimde, hiçbir renk ve belirtide ortaklık kabul etmez”9 diyor, eski alışkanlıkları sürdürmek isteyen anlayışlarla sonuna dek mücadele edileceğini söylüyordu.
Söylediklerini yapma ya da yapmayacağını söylememe alışkanlığı bilindiği için, hem uyarı hem de meydan okuma niteliğindeki sözleri, etkili oluyordu. Batı’nın karar vericileri, ya Türkiye’nin isteklerini kabul edecekler ya da onunla çatışacaklardı. Gönderilen iletilerin özü buydu.
22 Aralık 1922’de, İngiliz Morning Post gazetesi muhabiri Grace M.Ellison’la görüştü. Lozan’da, bağımsızlığa ve ulusal egemenliğe zarar veren tüm önerilerin reddedileceğini ve bu tür istemlere şiddetle karşı koyulacağını söyledi. Sözleri kararlılığının düzeyini gösteriyordu: “Bizim elde etmeğe kararlı olduğumuz tam bağımsızlık ülküsüne, meydan okuyacak herhangi bir kişi varsa; o kişi, bu ülkümüzden ilham almış bütün Türkleri ortadan kaldırma imkanlarını arayıp bulmalıdır” diyordu.10
Kapitülasyon konusunda, Avrupalıları şu sözlerle uyarıyordu: "Bu sorunun söz konusu edilip görüşme konusu yapılması bile, ulusal onurumuza yöneltilmiş bir hakarettir. Kapitülasyonları, yeni biçim ve adlar altında gizleyerek, bize kabul ettirmeyi başaracaklarını sananlar, bu konuda çok yanılıyorlar. Türkler, kapitülasyonların sürmesinin, kendilerini kısa süre içinde ölüme götüreceğini çok iyi anlamışlardır. Türkiye tutsak olarak mahvolmaktansa, son nefesine kadar mücadele etmeye kesin karar vermiştir".11
Lozan’a yönelik açıklamalarını, Konferans’ın bitimine dek sürdürdü. 15 Ocak’ta Eskişehir, 16 Ocak’ta İzmit, 22 Ocak’ta Bursa, 2 Şubat’ta İzmir, 5 Şubat’ta Akhisar, 7 Şubat’ta Balıkesir, 17 Şubat’ta İzmir İktisat Kongresi ve 20 Mart’ta Konya’da; sürekli olarak bu konuyu işledi.

“Uluslararası Hukuk Kütüğüne Çakılan Zafer”

Tarihçi Nobert Von Bischoff’un, “Türk silahlarının, kazandığı zaferi, uluslararası hukukun kütüğüne geçirmesidir”12 diye tanımladığı Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923’te Lozan Üniversitesi tören salonunda imzalandı.
ABD’nin imzalamadığı Antlaşma’yı, TBMM 23 Ağustos’ta onayladı ve işgal güçleri, silahlarıyla birlikte Türkiye’den ayrılmaya başladılar. “Generalleri ve askerleriyle” son birlikler, 2 Ekim 1923 Salı günü, Dolmabahçe önünde, “Türk bayrağını ve Türk askerlerini selamlayarak” denize açıldı. 13 Kasım 1918’de Boğaz’da söylediği sonucu elde etmiş, “yüzyıllarca beslenmiş kötü amaçlarla”13 Türkiye’ye gelenler, “geldikleri gibi gitmişlerdi”.14
Kurtuluş Savaşı ve onun politik sonucu Lozan Antlaşması, hem Batı’nın gelişmiş ülkeleri, hem de Doğu’nun ezilen ulusları üzerinde, 20.yüzyıla yön veren büyük bir etki yaptı. Kısa süre içinde Türkiye’nin sorunu olmaktan çıkarak evrensel boyutlu bir bağımsızlık simgesi haline geldi. Askeri ve hemen ardından gelen siyasi başarı, emperyalist tutsaklıktan kurtulmak isteyen sömürge ve yarı-sömürgelerde büyük bir uyanış sağladı, onlara örnek oldu.

DİPNOTLAR

1          “Atatürk” Lord Kinrose, Altın Kitaplar Yay., 12.Basım, İst.-1994, sf.417
2          a.g.e. sf.417
3          “Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi” Afet İnan, TTK, Ankara-1977, sf.101
4          “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.243
5          “Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi” Afet İnan, TTK, 1977, sf.101
6           ”Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Baskı, İst.-1994, sf.417
7            “İlk ABD Büyükelçisinin Türkiye Hatıraları” John Grew, 2.Cilt, Cumhuriyet Kitap, sf.50-51
8      “Amerikan Belgelerinde Lozan Konferansı ve Amerika” Fahir Armaoğlu, Belleten C.LV.Ağustos 1991, S.213, sf.500; ak. “70.Yıldönümünde Lozan” T.C.Kültür Bakanlığı, sf.34
9          “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK, 4.Baskı, Ank.-1999, sf.933
10        “Bir İngiliz Kadın Gözüyle Kuvayı Milliye Ankarası” Grace M.Ellison, 1973; ak. U.Kocatürk, “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” İş.Ban.Yay., sf.198
11        “Atatürk’ün Bütün Eserleri” 14.Cilt, Kaynak Yay., İst.-2004, sf.197
12        “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.142
13        “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” Prof.Dr.U.Kocatürk, İş Bank.Yay., sf.74
14        “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf.128



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder