16 Temmuz 2017 Pazar

OSMANLI YÖNETİM BİÇİMİ


Osmanlı Devleti’nin evrimi, yalnızca askeri örgütlenme ve devlet yönetimi konularında değil, bununla birlikte; eğitim, hukuk, maliye, ticaret ve üretim alanlarında da kendinden önceki Türk toplumlarının tarihsel birikimi üzerinde gelişti. Orta Asya kültürü temel alınıp, yeni koşulların yarattığı gereksinimler doğrultusunda; başka kültürlerden de yararlanılarak, güçlü ve iyi işleyen bir devlet kuruldu. Selçukluların işleyip geliştirdiği; Sasani, Abbasi ve Bizans kültürü; binlerce yıllık Anadolu uygarlığıyla karıştı ve tümü Türk yönetim düzeni içinde eritilerek, ileri bir uygarlık yaratıldı. Anadolu, bu gelişime bağlı olarak, Türkleşti.

Yönetim Anlayışı

Prof.Claude Cohen, Anadolu’daki Türk yönetiminin niteliği konusunda, bir Monofizist (bir Hıristiyanlık yorumu) Patrik olan Suriyeli tarihçi Mihael’den şu aktarmayı yapar: “Rum’daki (Anadolu’daki y.n.) Sultan Mesud’un (Selçuklu Hükümdarı I.Mesut y.n.) uyruklarının büyük bölümü Rumlardır. Dürüstlüğü ve yönetiminin düzenliliği nedeniyle onun yönetimi altında yaşamayı yeğ tutuyorlar... Türkler kutsal gizlere önem vermediklerinden... Bir kimsenin nasıl ibadet ettiğini araştırmak ve bu nedenle bir kimseyi cezalandırmak, onlara çok ters gelen birşeydir. Bu nedenle hain ve yobaz kimseler olan Greklerin (Yunanlıların y.n.) tam tersidirler”.1
Türkler’in, egemenlik altına aldığı topluluklara hoşgörülü davranması, Osmanlılarla sınırlı kalmayan çok eski bir gelenek ve bir devlet politikasıdır. Özgürlükçü gelenek; Etilerden (Hititler) Selçuklulara, Göktürklerden Gaznelilere, Babürlerden Osmanlılara dek sürmüştür.

Osmanlı Düzeni

Osmanlılar elegeçirdikleri Bizans topraklarında, derebeylerin (feodallerin) büyük çiftliklerini devlet adına kamulaştırıyor ancak Hıristiyan köylülerin topraklarını onlara bırakıyordu. Toprak işlerinde, halkı gözeten uygulamalar yapıldığı için, Osmanlı uyruğundaki Rum köylüler, Bizans yönetimine göre daha iyi bir yaşam sürüyordu. Feodal baskı altındaki köylüler, “Türk yönetiminin sağladığı türenin (adaletin), yoksulları soyluların baskı ve zulmünden kurtardığını” söylüyor2 ve kendi istekleriyle Osmanlı uyruğuna geçiyordu.
Cohen, Osmanlıdan Önce Anadolu’da Türkler adlı yapıtında, Türkler’in “yaşamları boyunca ve gittikleri her yerde” egemenliği altına aldığı “hiçbir topluluğun tarihini sona erdirmediğini” ve “onlarla kaynaştığını” söylemiştir.3 Türkler, hayranlık verici uyum yetenekleriyle, Cohen’e göre, “yaratıcı olamadıkları zamanlarda bile, kendilerinin henüz yaratamadıklarını başkalarının yaratmasına her zaman olanak vermiştir”.4
Osmanlı Devleti'nin, Müslüman ve Hıristiyan ayrımı yapmadan uyguladığı, imtiyazsız hukuk düzeni ekonomik-sosyal alanda geniş bir serbestlik sağlıyordu. Bu düzen, daha önce Batılı tüccarlar tarafından sömürülen Bizans’ın Hıristiyan halkını sömürüden kurtarıyor, onları daha gönençli ve güvenilir bir iş yaşamına sokuyordu. Rum çiftçiyi ikide bir köleliğe zorlayan Bizans toprak aristokrasisi ortadan kalktığı gibi, İtalyan ticaret kolonileri tezgâhlarını söküp gidiyordu ve yerlerini Türk-Osmanlı reayası olan yerli tüccarlara bırakıyorlardu.5

Ekonomik Etkinlik

Osmanlı Devleti kurulduğunda, Anadolu'da yoğun bir ticaret ve çeşitlenerek hızla artan bir üretim etkinliği vardı. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarının varsıllığı bir yana, o dönemin dünya ticaretinde yaşamsal öneme sahip iki ana ticaret yolu Anadolu topraklarından geçiyordu.
Başlı başına bir varsıllık oluşturan bu durum, Anadolu'yu önemi eksilmeyen bir yer durumuna getiriyordu. Uzakdoğu'dan gelerek Hazar'ın Kuzey'inden Karadeniz'e varan karayolu, buradan deniz yoluyla İstanbul'a geliyor, boğazları geçerek Akdeniz ve Avrupa'ya ulaşıyordu. Aynı yol, Rusya'yı, Kırım-Trabzon-Sivas ya da Kırım-Sinop-Konya yoluyla Mezopotamya ve Mısır'a bağlıyordu.
İkinci ana ticaret yolu ise, Uzakdoğu’dan gelerek İran’dan geçiyor, Hazar’ın Güney’inden Sivas ve Ankara üzerinden İstanbul’a, buradan yine deniz yoluyla Akdeniz’e ve Batı’ya uzanıyordu. Büyük göçlerin binlerce yıl izlediği ve Anadolu’yu bir “kavimler kapısı” durumuna getiren göç yolları, birinci bin yıldan sonra dünya ticaretinin büyük bölümünün yapıldığı yol olmuştu.

Rumeli'nin Önemi

Türkleri'in Rumeli'ye yerleşerek Boğazların iki yanını ele geçirmesi, askeri olduğu kadar, ondan daha çok ekonomik bir başarıydı. Bu girişim, Bizans ticaretini büyük oranda Osmanlı Devleti'nin denetimine soktu ve İstanbul'un alınmasının koşullarını hazırladı. istanbul'un alınmasıyla, Marmara ve Ege'den başlayarak hemen tüm Akdeniz'e yayılan Osmanlı Egemenliği, buralardaki ekonomik etkinlikleri denetim altına aldı ve Avrupa'nın etkisini ortadan kaldırdı.
Anadolu ve Rumeli’yle başlayıp İstanbul’un alınmasıyla süren gelişmeler, ekonomik olarak gerçek zararı Bizans üzerinden Batı’ya verdi. İtalyan tüccarlar aracılığıyla Bizans’ı, Bizans aracılığıyla da Anadolu pazarını kullanan ve Uzakdoğu’ya kolayca uzanan Avrupalılar, Osmanlı Devleti’nin genişlemesiyle birlikte büyük bir gelir kaynağını yitirmiş oldular.

Kent Yaşamı

Ticari etkinlik, İslamiyet kabul edildikten sonra yoğunlaştı ve Selçuklularla onların ardılı Osmanlılar döneminde üst düzeye çıktı. Ticaret yollarının kavşak noktasındaki Anadolu’da kendine özgü canlı bir ekonomik yaşam oluştu; kent yaşamı gelişti.
Mustafa Akdağ, bu yaşamı şöyle anlatmaktadır: “Osmanlı'da, kent yaşamı çok gelişmiş olduğu için, doğaldır ki; sanayi yanında, geniş bir ticari etkinlik de olacaktı. Selçukî Türkiyesi ticarî alış verişi; ülke içi ticaret, dış ticaret ve kervancılık olarak üç biçimde yapılıyordu. Ülke içi ticaret önemli ölçüde, büyük kent meydan pazarlarında, ticaret hanlarında ve dükkanlarda toplanmıştı. Sonradan, Osmanlılar döneminde çok gelişmiş olarak görülen, kentlere özgü kapalı çarşılar, yani han içi ticaret, Selçukî devrinde de vardı. Pirinççiler hanı, pamuk hanı, meyva hanı gibi her tür hammadde ya da gıda maddesi için ayrı bir han inşa edilmişti...”6

Anadolu’da Yapılanlar

11.Yüzyıl göçleriyle Anadolu’ya son gelen Türkler; Erzurum’dan Ege sahillerine, Marmara’dan Suriye’ye dek ekonomik olarak perişan bir ülke bulmuştu.7
Bizans feodalizminin aşırı baskısından kaynaklanan yoksullaşma, kısa süre içinde aşıldı ve tüzel (hukuki) bütünlüğü olan, iyi işleyen, güçlü bir merkezi yönetim kuruldu; geniş ve canlı bir pazar yaratıldı. Yeni devlet, toplum yaşamını düzene soktu ve sağladığı dengeyle (istikrarla), ekonomiyi canlandırıp güçlendirdi.
Yaylalara yerleşen Türkmenler, Anadolu yaşamına yeni bir ekonomik unsur olarak girdiler. Orta Asya’dan getirilen gelişkinlik, canlanmayı hızlandırdı; göçebeler kasaba ve kentlerde yaşamaya çabuk alıştılar. Haçlı yıkımı, bu toparlanmaya önemli zararlar verdi ancak ekonomik gelişme kısa bir aradan sonra yeniden canlandı. Nüfus hızla arttı. Uygarlıkların kavşak noktası olan Anadolu üzerinde, yepyeni bir toplum ve yaşam kuruldu. Bu gelişme, Anadolu için gerçek bir ekonomik-sosyal devrimdi.8
Selçuklular gibi Oğuz boylarından gelen Osmanlılar, ardılı oldukları Selçuklulardan aldıkları toplumsal birikimi, o birikimin taşıyıcı unsuru olarak daha da geliştirdiler ve altı yüz yıllık büyük bir imparatorluk kurdular.
Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkışını, yaygınca kabul gördüğü gibi “yeni bir devletin kuruluşu” olarak değil, belki de ondan daha çok; tarihsel köken, toplumsal yapı ve kültürel birikim olarak aynı geçmişe sahip bir milletin, kendi içinde yaşadığı iç süreçler olarak görmek gerekir. Bu görüşü, Osmanlıların kendileri de ileri sürmüş ve İmparatorluğa adını veren I.Osman’ı, Selçuklu Hakanı III.Alâaddin’in ardılı olarak kabul etmişlerdi.9

Kültürel ve Dinsel Özgürlük

Osmanlı Devleti, yerel halka güç kullanmıyor, askere almıyor ve onları dış saldırılara karşı koruyordu. Yaratılan barış ve güven ortamı, bu insanların sanat ve ticarette gelişmelerine, Türk nüfusun bile ulaşamadığı gönenç ve varsıllığa kavuşmasına yol açtı. Müslüman olmayanlardan alınan haraç ve cizye gibi vergiler, varsıllıkları nedeniyle yük olmuyor, bu vergileri severek ve kolayca ödüyorlardı. Bunların önemli bir bölümü, herhangi bir zorlama olmamasına karşın, daha iyi yaşam koşullarına kavuşmak ve bu koşullar içinde daha yüksek bir konum ve siyasi güç elde etmek için, gönüllü olarak din değiştiriyor ve Müslüman oluyordu.
Fethedilen yerlerde, yerel halkın inancına ve yaşam biçimine karışmama, onlara bu yönde baskı uygulamama davranışı, eski bir Türk geleneğiydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde yaşayan; 22 millet, 36 boy ve kavim ve binden çok etnik ya da dinsel yapılanma; tarihlerinin en çatışmasız ve gönençli dönemlerini Osmanlı yönetimi altında yaşadı.

Azınlıklar Güçleniyor

Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk nüfustan esirgediği ayrıcalıkları, din ya da etnik köken ayırımı yapmadan azınlık milliyetlere tanıması, Türkler dışındaki tüm azınlıkların, ekonomik olarak gelişip güçlenmesine yol açtı.
17.Yüzyılda Yahudiler; akçalı işlemlerde güçlenip uzmanlaşmışlar, sarraflık yoluyla piyasaya ve devlete borç verir duruma gelmişlerdi. Bu yolla, sessiz ama etkili bir siyasi güç durumuna gelmişlerdi.10
Ermeniler, uluslararası ticareti ele geçiriyor ve Osmanlı İmparatorluğu’nun dış ticareti hemen tümüyle; İzmir’de, Halep’te ya da İstanbul’da onlar aracılığıyla yapılıyordu. Osmanlı uyruğuna girmeden önce, Kuzeydoğu Anadolu’da yalnızca tarım ve hayvancılıkla uğraşan Ermeniler; kısa bir süre içinde, Batı Asya’nın Avrupa’yla yaptığı ticareti elinde tutan aracılara dönüşüyor ve büyük bir servetin sahibi oluyordu.11

Azınlık Ayrıcalığı

Osmanlı Devleti’nin yerel unsurlara tanıdığı ekonomik özgürlük ve ayrıcalıklar, yalnızca Yahudi, Rum ya da Ermeniler’i değil, İmparatorluk topraklarında Türkler dışında tüm etnik kümeleri kapsıyordu. Hicaz, Mısır ya da Cezayir’de durum farklı değildi.
Buralarda yaşayan Araplar, özellikle I.Selim'den (Yavuz) sonra, üstün soy (kavm-i necip) diye nitelenerek vergi vermeme dahil, daha da özel ayrıcalıklarla donatılıyordu. Araplar, en özgür dönemlerini Osmanlı yönetimi altında yaşadılar. Fransız araştırmacı François Georgeon, Kemalizm ve İslam Dünyası adlı kitabında, Cezayir’deki Türk ve Fransız dönemlerini kıyaslarken şunları söyleyecektir: “Cezayir’deki Türk dönemi, Cezayirliler için bir altın çağdır, Fransız sömürgeciliği bu altın çağın daha iyi görülebilmesini sağlamıştır”.12
Bir başka Fransız, gezgin Belon du Mans, (16.yüzyıl) gezi notlarını topladığı kitabında, Ege adalarından Limni’de, adalı bir Rum’la yaptığı söyleyişi aktarır. Mans, Limni’li Rum’un kendisine, “Limni, Türk yönetimine dek, hiçbir zaman bu kadar zengin, ekonomik açıdan bu kadar gönençli olmadı” dediğini yazar ve şu yorumu yapar: “Daha önceleri sürekli taciz edilip eziyet gören bu insanlara, yaşadıkları gönenci sağlayan gücün; uzun süren barış ve güven ortamını geliştiren Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi olduğunu eklemek gerekir”.13

Hıristiyanlar Türk Yönetimi İstiyor

Anadolu’daki Hıristiyan halkın Türk egemenliği ile bir sorunu yoktu, sorun olmadığı gibi kendilerini geliştirebilecekleri özgür bir ortama kavuşmuşlardı. Erinçli (huzurlu) bir yaşamları vardı. 1142 yılında Uluborlu’yu kuşatan Türklere karşı ordu gönderen Bizans İmparatoru, yörede yaşayan Hıristiyan halktan destek görmemiş, tersine karşı koyuşla karşılaşmıştı. Beyşehir gölü dolaylarındaki Hıristiyan halk, Bizanslılara karşı Selçukluları desteklemişti.14
Beyşehirli Hıristiyanların davranışı nedensiz değildi. Türkler, yönetimi altına aldığı bu insanlara Bizans’dan çok daha iyi davranıyordu. Örneğin, Selçuklu Hakanı Keyhüsrev, 1196 yılındaki Aydın seferinde, daha önce Bizanslılar tarafından sürülmüş olan Akşehir Hıristiyanlarını özgür kılmış, beşer bin kişilik kafileler halinde memleketlerine geri göndermişti. Onlara; toprak, ev, tarım aracı, tohumluk vermiş ve beş yıl vergi almamıştı.
Bu bilgileri veren Bizanslı yazar Niketos şu açıklamayı yapacaktır: “Birçok yerin halkı, savaş olmadan Sultan’ın ülkesine göçtü. Bu kadar iyi davranışlar Rumlara, alıştıkları yerleri unutturdu. Halk, barbarların  (Türklerin) ülkesine giderek orada yaşadı. Zalimlerin (Bizanslı despotların y.n.) zulmune uğrayan halkın, efendilerine saygı duymayıp kendi istekleriyle oturdukları yeri terk etmelerinde şaşılacak bir yan yoktur”.15

Geliştirilen Birikim

Osmanlılar, Selçuklulardan devraldıkları toplumsal düzeni; yönetim biçiminden kentleşmeye, askeri yapılanmadan toprak ve vergi işleyişine dek tüm alanlarda daha da geliştirdiler.
Güçlenmeye temel oluşturan toplumsal düzen, Selçukluların devlet biçimine çok benzeyen bir yapı üzerine oturtulmuştu. Dönemler arası ayrımlılıkların gerekli kıldığı yenileşmeler yapılmıştı ancak devleti oluşturan kurumların temel niteliği değişmemişti. Selçuklular’ın geliştirdiği Türk tımar düzeni sürdürülmüş, ırsi askeri tımar işleyişi devam etmiş, denizcilik ve donanma hizmeti, askeri yapılanma ve ordu işleyişi korunmuş; yönetim anlayışı, hukuk, eğitim ve vergi düzenleri geliştirilerek sürdürülmüştü.16

DİPNOTLAR

1        “Osmanlıdan  Önce Anadolu’da Türkler”, Prof. Claude Cohen, e Yay., 2.Basım-1984, sf.212
2        “Tarih III-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.40
3        “Osmanlıdan Önce Anadolu’da Türkler”, Prof.Claude Cohen, e Yay., 2.Basım-1984, sf.13
4        a.g.e.sf.67
5        “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Prof.MustafaAkdağ, Cem Yay., 1995, İstanbul, 1.Cilt, sf.370
6        “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Cem Yay., İst. 1995, 1.Cilt, sf.27
7      Cambridge Economic Historyof Europe, VolII, P.86, ak;Mustafa Akdağ “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” 1.Cilt, Cem Yay., İst. 1995, sf.343
8      “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Prof. Mustafa Akdağ, 1.Cilt, Cem Yay., İstanbul-1995, sf.343
9      a.g.e.sf.201
10  “Histoire du Commerce Français dans le Levant an XII éme Siécle”, P.Masson, Paris-1896, ak; S.Yerasimos “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 7.Basım-2000, sf.516
11   a.g.e. sf.516
12  “Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye” Metin Aydoğan, Kum Saati Yay., 6.Basım 2003,  2.Cilt, sf.287
13  a.g.e. sf.287
14  “Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, Tekin Yay., 5.Cilt, İst.-1996, sf.1955-1956
15  a.g.e. sf.2014
16  “Bizans Müesselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” Fuat Köprülü, Kaynak Yay., 3.Basım-2002, sf.99-112




1 yorum:

  1. Bu blogu bugün gördüm, şöyle bakındım. Bu yazı, tam bir Türk/İslam/Osmanlı güzellemesi. Osmanlı, Klasik Dönem denilen zamanlarda, yani 16. yüzyıla kadar iyiydi. Batı dünyasının coğrafi keşifler din reformu ve Rönesans sayesinde müthiş atılımlar yaptığı sırada Osmanlı çöküşe geçmişti. Toplumsal karışıklıklar, iç isyanlar, ekonomik sorunlar (Güney Amerika'dan Avrupaya akan gümüşlerin, altınların da etkisiyle) Yeniçerilerin ikide bir isyan ederek ayaklanması, Padişah dahil ileri gelenlerin kellesini alması, Rüşvet belası yüzünden, liyakatın ehliyetin, ahlakın, insafın tamamen bir yana itilmesi sonucunda bütün ülkede yönetimin, adalet mekanizmasının yerle bir olması (Osmanlı'da Rüşvet, Prof. Dr. Ahmet Mumcu). Özellikle, Arap ülkelerinin istilası (ve halifelik)neticesinde ülkenin Araplaştırılması, daha yobaz ve tutucu hale gelmesi. Rüşvet, kötü yönetim ve adalet sistemindeki bozulmanın Gayrimüslimleri daha fazla etkilemesi nedeniyle yabancı devletlerin müdahalelerine kapı açılması...Yetmez mi?

    YanıtlaSil