26 Nisan 2017 Çarşamba

ULUS DEVLET KARŞITLIĞI



Kabile ekonomisi, yeni-Osmanlıcılık, eyaletçilik, yerel yönetimcilik gibi tanımlamalarla dile getirilen; devletsiz ve örgütsüz cemaat toplumları, uluslararası şirketler için en uygun pazardır. Din, dil, yerel kültür, mezhep ve etnik köken gibi eskiye dayanan toplumsal oluşumlar, bu tür pazarların yaratılmasının dayanak noktalarıdır. Bu dayanaklar, ulus-devletin yerine geçirilmek istenen ‘yeni’ toplum biçiminin yaratılmasında, gelişmiş ülkelere neredeyse hazır bir ortam sunar. Parçalanmanın ‘filozofları’ küreselleşmeciler, düşüncelerini gizlemiyor. “Küresel ekonomi büyüdükçe uluslardan oluşan oyuncuları küçülmeli” diyorlar.

22 Nisan 2017 Cumartesi

BİRİNCİ MECLİS VE MUSTAFA KEMAL’İN AÇIŞ KONUŞMASI



Birinci Meclis, ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen, tutsaklığın her türüne karşı çıkan Müdafaa-i Hukuk anlayışının doğal sonucuydu. Ulusun yazgısına yön vererek toplumun her kesimini etkiliyor, güç aldığı halkı tam anlamıyla temsil ediyordu. Bağımsızlık savaşı yürütürken devlet kurmaya girişilmişti ve meşruiyetini ulusal varlığın korunmasından alıyordu. Dünya siyasi tarihinde örneği olmayan, gerçekten demokratik, savaşkan bir yönetim organı, benzersiz bir temsil kurumuydu. Yetkisini ve yaptırım gücünü, millet iradesini yansıtan, yazılı olmayan ve kökleri Türk tarihine giden özgürlük tutkusundan alıyordu.

17 Nisan 2017 Pazartesi

REFERANDUM SONRASI



      4, 18 ve 19 Mart’ta yayınladığım yazılarla arkadaşlarımı, 16 Nisan’da yapılacak referandumda HAYIR için çalışmaya çağırmıştım. Referandum yapıldı ve bildiğiniz olaylar yaşandı. Aldığım iletilerden, arkadaşlarımın büyük bir üzüntü içinde olduğu görülüyor. Benzer duyguları ben de taşıyorum.
Üzüntüyü arttıran ana sorun, referandum sonucunun EVET olarak açıklanmasından çok, yasa tanımazlığın resmi tutum haline gelmesidir. Halk iradesinin güvencesiz hale getirilmesidir. Arkadaşlarım, “bizim bu yapılarla bu ülkede seçim kazanmamız mümkün değildir” duygusu içindeler.
Bu duygudan mümkün olan en kısa sürede kurtulunmalıdır. İçine düşülen durumun çaresi vardır ve bu çare, bugünden başlamak üzere girişeceğimiz mücadelenin içinde saklıdır.
Kısa dönemde, karşı karşıya kaldığımız yasa tanımazlığa karşı tepkimizi göstermeli ve direnmeliyiz. Uzun dönemde ise, Atatürk’ün Halkçılık ilkesine yönelen çalışmayı aralıksız sürdürmeliyiz. Ön uygulamalarını 4 Mart’ta başlattığımız ve umulanın ötesinde başarı sağladığımız bu çalışmayı, aralıksız sürdürmeliyiz. Halka ulaşmanın yol ve yöntemini denedik, birçok şey öğrendik. Bu uğraşın yarattığı ve yaratacağı büyük gücü gördük. Çalışmanın sonuçlarını “REFERANDUM İZLENİMLERİ” olarak bilginize sunduk.
Bildiri dağıtımı için yaptığım çağrıya, yurt içi ve yurt dışından 122 arkadaşım olumlu yanıt verdi. Bunlardan 48’i gönderdiğimiz 70 bin bildiriyi bulundukları bölgelerde, yüz yüze görüşerek halka ulaştırdı. Geri kalan 74 kişi, sayısını saptayamadığımız kadar bildiriyi kendi olanaklarıyla çoğalttı ve dağıttı.
Bildiri dağıtıcılarını, geleceğin halk önderleri olarak görüyorum ve hepsini yurtseverliğimin olanca gücüyle kucaklıyorum. Onlar, yalnızca benim için değil, Türkiye için güç kaynağı oldular ve çok anlamlı bir eylem gerçekleştirdiler.
Kitle içinde çalışma yapan arkadaşlarımdan aldığım iletiler, halkın ilgi ve desteğinin olağanüstü boyutta olduğunu gösteriyordu. Her görüşten insanımız, çıkar gözetmeden kendisine bilgi getirene değer veriyor, onu dinliyor, sorular soruyordu. Bilgiden yoksun bırakılmış, gerçekleri göremez hale getirilmişti. Bilgiye açtı ve anladığı dilden anlatılırsa herşeyi kavrıyordu. Ülkenin, halka bilgi götürecek aydınlara ihtiyacı vardı. Yalın gerçek buydu.
Biz, İzmir’de bir araya gelen bir avuç yurtsever olarak, içinde bulunduğu durumu ve geleceği görüyoruz. Tarihin üzerimize yüklediği sorumluluğu bilincimize çıkardık. Herkes gibi kişisel sorunlarımız var. Ancak, halka bilgi götürmeyi, onunla kalıcı bağlar kurmayı, yaşantımızın parçası haline getirmeye karar verdik. Gücümüz ve olanaklarımız ne ise, bunları halk yolunda kullanacağız. Bunun, insana erinç veren ve zor olmayan bir iş olduğunu deneyerek gördük. Yaşam bizi bir mücadeleye çağırıyor, bu çağrıyı kabul ediyoruz.
Sevgili arkadaşlar,
Yılgınlığa, kabuğuna çekilmeye izin vermemeliyiz. Yaşam, içinde barındırdığı ve bize sunduğu, gizli ya da açık olanaklarla sonsuz bir süreç. Değişmeyen tek şey değişimin kendisi. Duraganlık, teslimiyet ve pes etmek; yaşamın kurallarına ters. En olumsuz koşulun bile bir çıkış noktası vardır. Yunan Ordusu Haymana Ovası’na gediğinde, yılgınlık kimsenin aklına gelmedi. Ankara’ya gelse Sivas’a, Sivas’a gelse Erzurum’a gidilecek, ülke; dağ dağ, mezra mezra savunulacaktı.
Referandum iptal edilmezse, iki yıl sonra, tek egemen hale gelen cumhurbaşkanı seçimi yapılacaktır. Türkiye’de HAYIR oyu veren yurtseverler olarak, halkın çoğunluğunun desteğini aldığımızı gördük. Seçim hileleri ve yasa dışı kararlar bu gerçeği değiştiremez. Eski düzen savunucularının yani Orta Çağ özlemcilerinin, sevinçlerini kursaklarında bırakabiliriz. Toparlayıcı, dürüst, liyakat sahibi millici bir aday çıkarabilir, cumhurbaşkalığı seçimini kazanarak; EVET’çilerin peşine düştüğü gücü, biz elde edebiliriz. Bu gücü, Cumhuriyet ilkelerine dönmek yani tam bağısızlık ve ulusal egemenliği yeniden elde etmek için kullanabiliriz.
Sevgili arkadaşlarım sizi, karamsarlığı umuda, üzüntüyü kararlılığa, edilgenliği etkenliğe dönüştürerek; çalışmaya çağırıyorum. Ülkenin, gerçek anlamda bize ihtiyacı var. Artık az değiliz. Gerçekleri görüyoruz ve gördüklerimizi halka anlatmalıyız. Her birimiz, bir kişiyi aydınlatsa, erişeceğimiz gücü hepimiz göreceğiz. Haklıyız, bu nedenle kazanacağız.



16 Nisan 2017 Pazar

“BOZKIRDAN DOĞAN UYGARLIK”: KÖY ENSTİTÜLERİ


Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940’ta kuruldu. Değişik ülkelerin eğitim sistemleri içinde, Köy Enstitüleri kadar üzerinde çalışma ve tartışma yapılan bir başka eğitim kurumu çok azdır. Bu okullar, ulusal ya da uluslararası araştırmalara konu oldular; dünya eğitbilim ansiklopedilerine girdiler, dünyanın birçok ülkesinde örnek alındılar. Kapatılmalarının üzerinden 63 yıl geçti ama Köy Enstitüleri hâlâ tartışılıyor. Acı ve hüzün veren bir özlem, direnme yaratan bir umutla anılıyor. Bunun nedeni nedir? Nasıl ve ne amaçla kuruldular? Neden kapatıldılar? Günümüz eğitiminde yerleri olabilir mi?

14 Nisan 2017 Cuma

TÜRK TİPİ YÖNETİM



Özgürlüğe yönelik adalet duygusunun, topluma egemen kılınarak devlet politikası haline getirilmesi, Türk yönetim biçiminin temel özelliğidir. Bu İslamiyetten önce de böyleydi, sonra da böyledir. Türkler, devleti başından beri, içe dönük baskı aracı olarak değil; toplumun tümünü temsil eden ve dışa karşı kullanılan bir güç haline getirdi. Bu tutum, onlara katılımcı, eşitlikçi ve özgürlükçü yönetim biçimlerini kurma olanağını verdi. Devlet yönetiminde, kişi egemenliğine yönelmediler, temsili kurumlarına ve liyakata önem verdiler. Bölge ve boy temsilcilerinin katıldığı meclisler geliştirdiler. Kurdukları düzenler, her köken ve dinden geniş kitleleri kapsayan, onlara kendilerini geliştirme ve ifade etme olanağı veren katılımcı ve eşitlikçi bir içeriğe sahipti. İnsanlarına, tarihin her döneminde yaşanabilir demokratik bir ortam sunmayı başardılar.

MUSTAFA KEMAL’İN MECLİS’İ AÇIŞ KONUŞMALARI: 23-24 Nisan 1920


"Millet vicdanına dayanan ve yüce meclisinizde toplanan yüksek milli irade, saygıdeğer kurulunuza meşruiyet ve yasallık kazandırmıştır... Yüce meclisiniz, milletin yargısına karar vermenin sorumluluğunu, yalnızca yasa yapma ve yasa koyma ile görevli olarak değil, milletin yazgısıyla doğrudan uğraşarak taşıyacaktır... Ülkemizin şimdiye kadar geçirdiği bunalımlara, felaketlere; kimi zaman Avrupa’yı taklit etmek, kimi devlet işlerinin yönetimini kişisel görüşlere göre düzenlemek, kimi zaman da anayasayı bile kişisel duygulara oyuncak etmek gibi, acı sonuçlarını yaşadığımız basiretsizlikler neden olmuştur... Ulusun yazgısını kayıtsız ve koşulsuz elinde tutan Türkiye Büyük Millet Meclisi, hızla yeni bir devlet kurmaktadır."
Mustafa Kemal 23-24 Nisan 1920

10 Nisan 2017 Pazartesi

YÖNETİM BUNALIMI



Azgelişmiş ülkelerde, yolsuzluk çamuruna bulaşmamış, karanlık ve karışık ilişkilere girmemiş hükümet yetkilisi ve üst düzey yönetici aramak, dünyada saf ırk aramak gibidir. Ele geçirilen yönetim yetkisi, ülke ve halkın haklarını korumak için alınan sorumluluklar değil, artık para ve yönetme hırsının tatmin araçlarıdır. Üçüncü bir sektör haline gelen bu ilişkiler, yazılı olmayan özel ‘yasalara’ sahiptir ve son derece profesyonelce yürütülür. Kimse kimsenin açığına bakmaz, herkes yurt dışı banka hesaplarındaki sıfırları arttırma çabası içindedir. Bunlar, temel özellikleri bakımından ülkeden ülkeye değişmeyen günümüz politikacılarının en belirgin tipidir. Seçimleri sürekli bunlar kazanır ve ülkeyi sırayla yönetirler. Bunlar, siyaseti getirisi yüksek bir meslek durumuna getirmişlerdir.

7 Nisan 2017 Cuma

SURİYE DÜĞÜMÜ: TÜRKİYE-RUSYA-ABD


Suriye ve Ortadoğu, ABD ve Rusya için önemlidir. Ortadoğu’nun petrol ve doğalgazına bağımlı olan Avrupa Birliği ve Çin için de önemlidir. O nedenle Suriye’deki çatışmayı, bloklar arası çatışma olarak görmek gerekir. Ortadoğu’daki egemenlik yarışı, kalıcı bir çatışmayı barındırmaktadır. Suriye, tarihte olduğu gibi bugün de ve Anadolu’yla birlikte; Doğu-Batı arasındaki “altın köprü”dür. Amerikalılar bu nedenle, “Suriye’yi kontrol eden Ortadoğu’yu kontrol eder. Ortadoğu’yu kontrol eden Rusya’nın ve İpek Yolu üzerinden Çin’in anahtarını elinde tutar” diyor.(×) Suriye’de giderek artan gerilim düğümlenmiştir ve bu düğüm içinde yer alan; Türkiye-Rusya-ABD arasındaki ilişkilerde, yapısal karşıtlıklar vardır. Suriye sorununun, Türkiye yararına sağlam bir çözüme kavuşturulması için, ilişkilerde köklü dönüşümlere gitmek gerekmektedir. Bunun için, yani küresel iki büyük güç arasında siyaset yapmak için; yüksek bilinç, tutarlı çizgi, doğru ve kararlı tutum gerekir. Kamusal değerleri dağıtılmış, üretimden yoksun, borca batmış ve hepsinden önemlisi ulusal birliği zedelenmiş bir ülkede; önlemi alınmamış tepkisel değişimler, yalnızca yararsız değil aynı zamanda tehlikelidir.

3 Nisan 2017 Pazartesi

BARZANİ “DEVLETİ", PYD-ABD İTTİFAKI VE TÜRKİYE


Kerkük’ü “Kürdistan”a bağlama hazırlığındaki Mesud Barzani, 27 Şubat’ta Türkiye’ye geldi ve devlet temsilcisi gibi karşılandı. Göndere Kürdistan bayrağı çekildi. Karşılama biçiminden duygulanan ve Türkiye’de ilk kez Kürdistan bayrağıyla karşılandığını söyleyen Barzani, ülke ayırımı yapmadan Kürtlerin tümünü kast ederek; “Kürdistan Bayrağı asıldığında her Kürt hangi duyguyu yaşadıysa bende aynı duyguyu yaşadım” dedi. Bu söze hükümetten herhangi bir tepki gelmedi... ABD, Ortadoğu’daki emperyalist çatışmada kullanmak üzere Kürtleri kümeler halinde ve ayrı ayrı örgütlüyor. Barzani’in KDP’si bu tür yapılanmaların tepe örgütüdür. Barzani Projesi’ni, Türk hükümetleriyle birlikte yaşama geçiren ABD bugün; KDP, PKK, KYB, PYDİ, YPG, GORRAN gibi, varlıkları kendisinin yardım ve desteğine bağlı Kürt örgütlerinin tümü üzerinde etkilidir. ABD ve AB, çıkarı için Kürtleri ve Kürtçülüğü Batı’da popüler kılmıştır. Basında ve siyasi çevrelerde, “21.Yüzyıl, Kürt yüzyılı olacak” sözü sıkça dile getirilmektedir. Kürt örgütleri, Ortadoğu’da yürütülen politikanın gereklerine uygun olarak kullanılıyor ve İsrail’den sonra ABD’nin Ortadoğu’daki tek “müttefiki” haline geliyor.