31 Mart 2017 Cuma

4 MİLYON SURİYELİ NEDEN KABUL EDİLDİ


Dört milyon Suriyeliye yani küçük bir ülke nüfusu kadar insana, yurttaşlık hakkı verilmek isteniyor; bir kısmına verildi. Dünya tarihinde; birçok savaş, işgal ve zora dayalı göç yaşandı. Ancak, en yoğun göçlerde bile, bu kadar insan bu kadar kısa sürede; bir ülkeden başka bir ülkeye göç etmedi. Hiçbir ülke, bu kadar yoğun bir göçü kabul etmedi. Ülkesi ne denli büyük olursa olsun hiçbir devlet, bu kadar insanı içine almadı. Hükümet, sığınmacılara vatandaşlık verilmesinde ayak diretirse, altından kalkamayacağı bir işe girişmiş olacak ve Türkiye’ye büyük zarar verecektir. Bu çılgın girişimin kuşkusuz bir nedeni vardır. Yapılmaya çalışılan, güncel politikanın sınırlarını aşan ve doğrudan ulusal varlığa yönelen yıkıcı bir eylemdir. “İnsani duygularla”, “mazluma yardımla” bir ilgisi yoktur. Musul ve Kerkük Kürtleşirken Anadolu Araplaşmaktadır. Suriyelilere vatandaşlık düşüncesi, Osmanlı’dan miras kalan ve Anadolu Türklüğünü ayrıştırmaya yönelen gözükara ve akıldışı bir tasarımdır. Anadolu’da binlerce yılda oluşan Türkleşme sürecine darbe vurmaktır.

27 Mart 2017 Pazartesi

KÖPRÜ-YOL POLİTİKASI VE GERÇEKLER



Asma köprülerin beşincisi olan Çanakkale Köprüsü, ikisi Kore ikisi Türk 4 şirketten oluşan konsorsiyuma verildi. Yöntem öncekilerle aynıydı. Konsorsiyum adı verilen geçici ortaklık, içine yüksek teknolojiye sahip 2 Kore firmasını almış, yap-işlet-devret yöntemiyle köprü yapımını üstlenmişti. Bankalardan kredi alınacak, bu kredilere devlet kefil olacaktı. Hükümet, yapılan işe karşılık, şirkete, 16 yıl 2 ay işletme imtiyazı ve kar garantisi verecekti. Öncekilerde olduğu gibi, kar oranı yüksek tutulacak ve bu karı, yolları-köprüleri kullansa da kullanmasa da halk ödeyecekti. Hükümet, kredi kefaletiyle yalnızca borçlanıyor ve bu borcu halkın üzerine yıkıyordu. Çıkarını ve geleceğini göremez duruma gelen halk ise, bu büyük eserleri ülkesine kazandıranları! şükranla anacak ve arabasıyla köprüden geçmenin ya da denizi seyretmenin keyfini yaşayacaktı. Türkiye’nin köprü ve yol politikası buydu.

21 Mart 2017 Salı

ADA İŞGALLERİ, KIBRIS, İSRAİL; ULUSAL HAKLAR SATILIYOR MU



Türkiye, tehlikelerle dolu karmaşık bir süreçten geçiyor. İç siyasette sıradışı olaylar yaşanırken, dış ilişkilerde bilinmezliklerle yüklü kaygı verici gelişmeler oluyor. Ada işgallerine sessiz kalınırken, zorlayıcı bir neden olmamasına karşın Kıbrıs için pazarlığa girişiliyor. Hazine altınları İngiltere’ye gönderiliyor, İsrail’le anlaşma yapılıyor. Devlet varlıkları, Varlık Fonu adlı bir şirkete devrediliyor. Rusya’yla kısa süreli flörtten sonra, rota yeniden Batı’ya döndürülüyor. Almanya ve İngiltere’nin Başbakanları ile Genel Kurmay Başkanları, ABD Genel Kurmay Başkanı, CIA Başkanı ve YPG’nin ABD’deki sözcüsü gibi çalışan Senatör John McCain ard arda Türkiye’ye geliyor. Türk, Rus ve ABD Genel Kurmay Başkanları Antalya'da toplanıyor. İkinci Dünya Savaşı öncesi adeta yeniden yaşanıyor. Suriye parçalanıyor Türkiye’nin kırmızı çizgileri kararıyor. “PYD kantonunun Barzani bölgesi gibi tolere edilebileceğinden” söz ediliyor. Bunlar olurken, halkın önüne, düzen değişikliğini içeren ve ayrışmaya yol açan bir seçim getiriliyor.

17 Mart 2017 Cuma

ÇANAKKALE SAVAŞLARI’NIN DÜNYAYA YAPTIĞI ETKİ



Çanakkale Savaşı’nın tarihsel önemi; Karlofça Anlaşması’ndan (1699) beri Osmanlı İmparatorluğu üzerinde baskı kurmuş olan Batılı devletlerin, üstelik en güçlüleri İngiltere ve Fransa’nın durdurulup yenilmesidir. Bu yengi, aynı zamanda, 4 yıl sonraki Kurtuluş Savaşı’yla birlikte; dünyanın tüm ezilen uluslarını etkileyen, sömürge ve yarı sömürgelerde “İngiliz İmparatorluğu’nun yenilmezlik efsanesine” son veren, olağanüstü etkili, evrensel boyutlu bir eylemdir. Çanakkale’deki Türk yengisi, Boğazlarda denetimin el değiştirmesini önledi ve Rusya’nın yalnızca savaş dışı kalmasına değil, bununla birlikte düzen sorunuyla karşılaşmasına yol açtı; Çarlığın çöküşüne ivme kazandırdı. Rus Devrimi’ne zemin hazırladı.

13 Mart 2017 Pazartesi

14 MART “TIP BAYRAMI” VE CUMHURİYET’İN “SAĞLIK DEVRİMİ”



14 Mart 1827, modern tıp eğitiminin Türkiye’de başladığı gündür. Bayram olarak ilk kez, 14 Mart 1919’da İstanbul’da, işgale karşı eylem biçiminde kutlandı. Tıbbiye öğrencileri, yanlarına hocalarını da alarak değişik etkinlikler düzenledi. 14 Mart o günden sonra, içinde bulunduğu haftayı da kapsayarak Tıp Bayramı olarak kutlanıyor. Sağlıkçılarımızın bayramını kutluyor ve ülkemizde “Sağlık Devrimi”ni gerçekleştiren Cumhuriyet hekimlerini saygıyla anıyoruz.

Kurtuluş Savaşı sırasında, 13 milyon olan nüfusun yarıya yakını hastaydı. Bazı bölgelerde hastalıklı insan oranı yerel nüfusun yüzde 86’sına ulaşıyordu. 1923 yılında 3 milyon trahomlu hasta vardı (nüfusun dörtte biri). Sıtmalı köylüler kimi yörelerde, hastalık nedeniyle, hasat yapamayacak kadar bitkin düşmüştü. 93 Rus Savaşı’nda Türk Ordusu, Ruslar’a değil, tifüse yenilmişti. Cumhuriyet Hükümeti koşulların ağırlığına ve olanaksızlıklara karşın, sorunların üzerine büyük bir istek ve kararlılıkla gitti. Her konuda olduğu gibi önce bilime ve gerçeklere uygun bir ulusal sağlık stratejisi saptandı. Koruyucu sağlık, halk sağlığı, toplum sağlığı kavramları üzerine oturan bu strateji kararlı bir biçimde uygulanarak, olağanüstü başarılar elde edildi.

7 Mart 2017 Salı

8 MART KADINLAR GÜNÜ VE CUMHURİYET



8 Mart, Türkiye’de de “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanıyor. Kimi kuruluşlar halkın ilgisini çekmeyen etkinlikler düzenliyor. “Kadına şiddetten”, “emekçi kadınlardan” ya da “kadının kurtuluşundan” bolca sözediliyor ancak yabancıların “tarihte eşi olmayan olay” diye tanımladığı Türkiye’deki “kadın Devrimi’nden” ve yaratıcısı Mustafa Kemal Atatürk’ten sözedilmiyor. Oysa, kadınlar bugün sahip oldukları hakları, tümüyle ona borçludur. Atatürk; kadını kendi yaşam ortamında tutsak eden tutucu kurallar ve yaşamla çelişen önyargılar ortadan kaldırılmadıkça, Türk ulusunun da tutsaklıktan kurtulamayacağına inanıyordu. Kadın özgürlüğünün kişisel boyutunu insan onuruyla; toplumsal boyutunu ise, uygarlık gelişimiyle ilgili bir sorun olarak görüyordu. Kadını özgürleştirmemiş bir toplumun gelişemeyeceğini söylüyor; “güç ve yetenek sahibi anne yetiştirmek, bunun içinde kadını özgürleştirmek zorundayız” diyordu.

5 Mart 2017 Pazar

AVRUPA GÜMRÜK BİRLİĞİ VE SONUÇLARI



22 yıl önce, 6 Mart 1995’te Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği Protokolü imzalandı. Protokol, coşkulu söylevlerle bir bayram havasında kutlandı ama bu girişim Türkiye’den çok şey götürdü. Üye olmadığımız, söz ve oy hakkımızın bulunmadığı bir dış örgüt, hiçbir yükümlülük üstlenmeden Türkiye’nin içişlerine karışmış; ekonomiden kültüre, yönetim işleyişinden dış siyasete dek her alanda ulusal varlığı törpüleyen istemlerde bulunmuş ve istemlerini yaptırmıştır. Osmanlı’yı çöküşe götüren 1838 Türk-İngiliz Serbest Ticaret Anlaşması’nın hemen aynısı olan Gümrük Birliği Protokolü, Türk ekonomisini mahvetmiş, ülkeyi kendi üretimiyle ayakta duramaz hale getirmiştir. Türkiye’nin, 22 yıl içinde AB ile yaptığı ticarette verdiği açık 273 milyar dolardır. Bunun açık anlamı, yoksul Anadolu halkının ticaret yoluyla muazzam bir serveti, Avrupa’nın varsıllığına katmasıdır.

2 Mart 2017 Perşembe

HİLAFETİN KALDIRILMASI


TBMM, 3 Mart 1924 günü Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve elli arkadaşının verdiği; Hilafeti kaldırılması ve Osmanlı soyundan olanların yurt dışına çıkarılması hakkındaki önergeyi kabul ederek yasalaştırdı. Hilafetin kaldırılması, devlet ve toplum yapısında yer etmiş, din inancıyla ilişkili, dörtyüz yıllık bir kurumun varlığına son verilmesiydi. Atatürk yeniliğin öncüsü olarak, güçlü ve duruma hakim görünüyordu. Halkın desteğine sahip Cumhurbaşkanı, köylere dek örgütlenen Halk Fırkası’nın Genel Başkanı’ydı. Ordu başta olmak üzere devlet birimleri ona bağlıydı. Yönetim gücü elindeydi. Ancak, konu Halifeliğin kaldırılması olduğunda, toplumu yönlendirecek gerçek gücün kimde olduğu, belirsizleşiyordu. Bu işe girişildiğinde nelerle karşılaşılacağı belli değildi. 500 yıllık Hilafeti ortadan kaldırmak kolay bir iş değildi.