18 Ocak 2017 Çarşamba

MECLİS’İN İNTİHARI



Anayasa değişikliğine oy veren milletvekilleri, TBMM’nin yetkilerini denetimsiz olarak partili bir başkana veriyor. Bunu yaparken, içinde bulundukları Meclis’i olduğu kadar partilerini de işlevsiz kılıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Gazi Meclis, “partili başkanın” isteklerini yerine getiren basit bir aracı; iktidar partisi ise buyrukları uygulayan bir tür şirket haline geliyor. Türk yönetim geleneklerine ters bu durum, küreselleşmeci ideologların yıllardır açıkladıkları siyasi bir hedefti. Bunların en ünlülerinden John Naisbitt, bu hedefi şöyle açıklıyordu: “Demokrasinin evriminde temsili demokrasi dediğimiz dönemin sonuna geliyoruz. Temsili demokrasi ve ölçek ekonomisi çağdışı kaldı. Artık tüketici odaklı serbest piyasa demokrasisine ve doğrudan yönetim biçimine geçiyoruz... Evrenselleştikçe küçülüyor ve kabileselleşiyoruz. Yeni liderler, devletler arasındaki değil bireyler ve şirketler arasındaki stratejik ittifakları kolaylaştıracaktır. Siyasi partiler öldü. Liderler bunu fark etmiyor mu?”y


Çok Particilik

Türkiye, çok partiye dayalı Batı kaynaklı parlamentarizmle 1946 yılında tanıştı. ABD, çok partili parlamentoculuğu, Birleşmiş Milletler’e katılmanın koşulu yapmış; Rusya, Çin ve sosyalist ülkeler bu koşula bakılmaksızın üye yapılırken, Türkiye’ye farklı davranılmıştı.
Dayatılan biçiminin, Türkiye’nin yönetim geleneğine, sınıfsal yapısına ve toplumsal koşullarına uyumsuz olduğunu biliyorlardı. Sovyetler Birliği’ne karşı yürüttükleri kuşatma politikasında, Türkiye’ye gereksinimleri vardı. Bu nedenle Türkiye’yi denetim altına almaları gerekiyordu. Bunun en kolay yolu, yönetim yapısını bozmak ve devleti güçsüzleştirmekti.
Nitekim öyle oldu. Türk siyaseti, 1946’dan günümüze dek geçen 70 yıl Washington’a bağımlı kaldı, ülkesine ve halkına yabancılaştı. Amerikalılar 1950’lerde, “Türkiye’de iktidar da muhalefette bizden olacak” diyordu. Bunu sağladılar. ABD, Türkiye’yi dolaylı olarak yönetti ya da başka bir deyişle, Türkiye ABD’nin istediği gibi yönetildi. Bu durum, Kurtuluş Savaşı’nda reddedilen mandanın güncelleşmiş yeni biçimiydi.

Türkiye’de Partiler

Çok partililik ve demokrasi adına yaygınlaştırılan uygulamalar, Cumhuriyet’in güçlükle kurup geliştirdiği yönetim düzenine büyük zarar verdi. 1924 ve 1930’da, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka’yla ortaya çıkan karşıtçılık, Atatürk’ün kararlı tavrıyla önlendi. Ancak karşı devrim, 1946’dan sonra içinde özgürce hareket edebileceği geniş bir alan buldu ve çok particilik uygulamaları içinde gelişip güçlendi.
Türkiye’de partiler, halkın ve ülkenin sorularını çözmek için temsilcilerini gönderdiği demokratik kurumlar olamadı. Olması da olanaklı değildi. Toplumsal yapıya uyumsuzdular. Batı’daki sınıflar Türkiye’de oluşmadığı için sınıfsal temelden yoksun devşirme kurumlardı. Ulusal çıkarları savunmadılar. Birbirleriyle yarışıyor göründüler ancak yönetime geldiklerinde Batı’ya bağlı politikalar uyguladılar.
Türkiye’nin sorunlarını çözmek bir yana yeni sorunlar yarattılar. Çıkar sağlamanın araçları haline geldiler. Yurtseverleri ve halk önderlerini içlerine almadılar, onların meclise girmesini önlediler. Kişi egemenliğini kabullendiler. Halkı, genel başkanların belirlediği kişilere oy vermekten başka birşey yapamaz duruma düşürdüler.

Tek Partililik

Fransız toplum bilimci Maurice Duverger, Siyasi Partiler adlı kitabında tek partili siyasi sistemleri de inceler ve incelemesinde Atatürk dönemi Cumhuriyet Halk Partisi’ne özel önem verir. Duverger söz konusu kitapta, “Ne tüm tek partiler totaliterdir, ne de tüm totaliter partiler tek partidir” diyerek tek partilerin de demokratik olabileceğini kabul eder.
Duverger, kabulünü kanıtlayacak örnek olarak, 1923’te Türkiye’de kurulmuş olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni gösterir. Bu partinin, “dini siyasetten ayıran (anti-klerikal) akılcı tutumuyla çoğulculuğu temel alan bir anlayışa bağlı kalarak, tek partiyle çok partililiği amaçlayan bir politika yürüttüğünü” söyler. Ona göre “tek partiye dayanan faşist rejimlerde rastlanan otorite savunuculuğunun yerini, Kemalist Türkiye’de demokrasi savunuculuğu” almıştır. Duverger CHP ile ilgili olarak şunları söyler: “Bazı tek partiler, gerek felsefeleri ve gerekse yapıları bakımından gerçek anlamda totaliter değildir. Bunun en iyi örneğini, 1923’ten 1946’ya kadar Türkiye’de tek parti olarak faaliyet göstermiş bulunan Cumhuriyet Halk Partisi sağlamaktadır. Bu partinin başta gelen özelliği, demokratik ideolojisidir...1

Sandık Demokrasisi

Seçimler ve meclislerle halkın kendisini yönetecek kişileri belirlemesine, bugün demokrasi deniyor. Oy ve sandık kutsanıyor ve yönetimin bu araçlarla oluşturulması çağdaşlık sayılıyor. Doğru gibi görünen ancak biraz düşünüp yaşananlara bakınca, bunda bir çarpıklık olduğu görülüyor. Türkiye’de; Meclis’in oluşumu, seçim yasaları, barajlar, dağıtılan paketler, din ticareti, para ve medya kullanımına bakınca; oluşturulan siyasi düzenin, seçilecekleri değil seçilemeyecekleri belirleyen bir kurmaca olduğu ortaya çıkar.
Bu denli ilkel olmasa da “demokrasinin” çıkış yeri Batı’da da durum ayrımlı değil. Yönetimi orada da, halk değil, rejimle uyumlu iki partiden oluşan parlamentolar aracılığıyla egemenler belirliyor.

Birinci Meclis

Kurtuluş Savaşı’nı zaferle sonuçlandıran Birinci Meclis, bir Batı parlamentarizmi ya da ona benzemeğe çalışan ve sınıfsal üstünlüklere dayanan göstermelik bir kurum değildi. Ortaya çıkışını, niteliğini ve amaçlarını; toplum üzerinde egemenlik kuran sınıflar ittifakının temsilcileri değil, doğrudan ve gerçek anlamda halkın temsilcileri belirliyordu.
Milletvekilleri; kılıkları, giysileri, yaşları, kültürleri, düşünsel düzeyleri ve görgüleriyle, başka başka ve çok değişik çevrelerin insanlarıydılar. Beyaz sarıklı, aksakallı, cüppeli, eli tesbihli hocalarla, üniformalı genç subaylar; yazma ya da şal sarıklı aşiret beyleri, külahlı ağalar ve kavuklu çelebiler; Avrupa’daki yüksek öğrenimlerini bitirip yeni dönmüş, Batı kültürüyle yetişmiş nokta bıyıklı aydınlar; Kuvayı Milliye kalpaklı yurtsever gençler yan yana oturuyordu.

Özveri Girişimi

Meclis’e katılarak girişilecek eylem, kişisel çıkar sağlanacak bir uğraş değil, ölümü ve yargılanmayı göze alan ve yalnızca ulusal varlığını korumayı amaçlayan bir özveri girişimiydi. Batı parlamentoları gibi ayrıcalıklı sınıfların çıkarlarını değil, doğrudan halkın ve ulusun haklarını savunuyordu. Bu meclis, geldikleri yörede sayılıp sevilen ve varlıklarını toplumun geleceğine adamış önder konumdaki kişilerin, yurt savunması için oluşturduğu bir halk meclisiydi. Batı parlamentolarına değil, Göktürk toylarına benziyordu. Türklere özgüydü.

Günümüzdeki Meclis

Meclis bugün, Kurtuluş Savaşı’nı ve devrimleri yapan meclisten çok başka bir yerdedir. Serbest seçimlerle belirlendiği ve çok partiden oluştuğu söylenen meclisin, halkı ve milli iradeyi temsil ettiği ileri sürülmektedir. Bu doğru değildir. Türkiye’de geçerli olan siyasi düzen, tutuculuğun belirleyici olduğu bir tür tek parti düzenidir. Her partinin adı, genel merkezi, genel başkanı başkadır. Ancak, bunlardan baraj geçip Meclis’e girenlerin tümü, hükümet kurduklarında dışarıyla uyumlu benzer politikalar yürütmektedir.
İç-dış ilişkiler ağının açık ya da dolaylı desteğiyle bulunduğu yere gelen parti başkanı, tek belirleyicidir. Partinin milletvekili adaylarını o belirler. Bunu yaparken, kendisini bulunduğu yere getiren güçlerin önceliklerine uygun bir kadroyu seçer. Böylece yasama gücünü temsil eden milletvekillerini gerçekte halk değil, parti başkanları belirlemiş olur. Bu nedenle, meclis, halkı ve milli iradeyi değil, parti başkanlarını temsil eder. Halkın değil onların isteklerini yerine getirir. Meclis’in bugünkü hali, bu durumun kanıtıdır.
Anayasa değişikliklerini kabul eden bugünkü meclis, 1920 Meclisi’nin ölçütleriyle kıyaslanırsa gerçekte bir halk meclisi olmadığı görülecektir. 97 yıl önce, halkı temsil eden ve ulusal varlığı korumak için savaşan meclisin bugün geldiği yer, varlığını sonlandırıp kişi yönetimini kabul eden kendini inkar noktasıdır. TBMM intihar etmektedir ve bunun dünya siyasi tarihinde örneği yoktur.

Yönetim Bunalımı

Gelinen nokta, çok particilikle başlayan siyasi bozulma ve dışa bağlanma sürecinin doğal sonucudur. Meclisi oluşturan milletvekilleri, halka ve ulusa değil, kendilerini oraya getiren parti liderine karşı sorumlu görmektedir; onun isteklerini yerine getirmektedir.
Türkiye, son değişiklerle, küresel kaosun girdabı bol bulanık sularında, rotasız ve korumasız, karanlık bir geleceğe sürüklenmiştir. Siyaset olarak ileri sürülen karmaşa; medya desteği, hazine yardımları ve inanç sömürüsüyle, halkı acı çekeceği sıkıntılı bir ortama götürmektedir. Yaşanmakta olan bu süreç, Batı’ya öykünerek getirilen ve çok particiliğe dayanan parlamentarizmin çöküş sürecidir. Yerine konan ise, Türk yönetim geleneklerine uyumlu çağdaş ve katılımcı bir yönetim düzeni değil, küresel karmaşanın öngördüğü “tüketici odaklı doğrudan yönetim” biçimine geçiştir.

Çıkış Yolu

Çıkış yolu vardır ve bu çıkış, zengin birikimiyle Kurtuluş Savaşı ve Birinci Meclis’in devrimci ruhunda bulunmaktadır. Bu günkü olumsuz durum kalıcı olamaz. Çünkü yanlıştır; ulusun çıkarlarıyla uyumlu değildir. Türk halkı, önderlerini içinden çıkaracak ve kendi gücüne dayanarak ulusal birliği sağlayacaktır. Tehlikede olan ulusal varlıktır ve her varlık gibi kendisini koruyacaktır. Çıkış yolu, Türk tarihinin zengin birikiminde bulunmaktadır ve bu birikim etkisini er ya da geç gösterecek; kurtuluşa giden yolu bulacaktır.

DİPNOTLAR

y       “Global Paradoks” John Naisbitt, Sabah Kit., 1994 sf. 24

1       “Siyasi Partiler”, Maurice Duverger, Bilgi Yay., 2.Bas.. 1974, sf.358–359






1 yorum:

  1. Güzel olan herşeyin öncesinde,ödenen,bedel,vardır. Birgün herşey güzel olacak ama bedeli ödendikten sonra..bugün daha kötü olan demek, yarın bedeli daha ağır olacak denektir ..

    YanıtlaSil