31 Ekim 2016 Pazartesi

HARF DEVRİMİ





1 Kasım 1928'de kabul edilen yasayla, Arap harflerine dayanan Osmanlı alfabesine  son verildi ve Türkçe'ye uyumlu latin harflerine geçildi. Ulusal kültürün, bağlı olarak uluslaşmanın güçlenip yerleşmesi için, bireylerin kolayca anlayıp yazabileceği bir yazı olmalıydı. Arap harfleriyle okuyup yazmak, Türk insanı için aşılması güç bir engel durumundaydı. Karmaşık bir yapıya sahip Arapçada, harfler sözcüklerin başına, ortasına ya da sonuna geldiğinde ayrı seslerle okunuyordu. Bu durum, okuma yazma yaşına gelmiş Türk çocukları için büyük sıkıntı kaynağıydı. Arapçanın gerekli kıldığı ses eşitliğini sağlamak için getirilen; nokta, çizgi ve işaretler, aynı harften farklı ses elde etmede kullanılıyordu. Türkçeye uymayan ve Türkler için gerçek bir dil karmaşası yaratan bu durum, okuma ve yazmayı öğrenme önünde ciddi bir engeldi. Çocuklar, daha önce herhangi bir sözcüğü öğrenmemiş ya da ezberlememişse, o sözcüğü yazamazdı. Bu da, okuma yazmada ezberciliği gerekli kılıyordu.

30 Ekim 2016 Pazar

SOVYETLER BİRLİĞİ NEDEN ÇÖKTÜ



Lenin’in, Ekim Devrimi’nin 71’inci günü coşkulu bir sevinçle oynadığı söylenir. Oynamanın nedeni, folklorik ilgi değildi kuşkusuz. İlk sosyalist yönetim Paris Komünü, 70 gün ayakta kalmıştı. Lenin, sosyalist devrimin yaşam süresini, bir gün ileri götürdüğü ve insanlığa daha uzun süreli bir deneyim sunulduğu için sevinmektedir. Olaya bu gözle bakarak 1991’de, yönetim rekorunu 74 yıla çıkarmanın sevincini yaşamak da olası kuşkusuz. Ancak, böylesi dar ve sığ bir iletiyi içermeyen bu öykü; sınıflı bir toplumdan sınıfsız bir topluma geçme ereğindeki yaşanmış tüm deneylerin birbirine aktarılmasını gerekli kılar.

28 Ekim 2016 Cuma

CUMHURİYET


1923 yılında; Cumhuriyetin tarihsel evrimini, evrensel boyutunu ve gerçek niteliğini kavramış, aydın zümre yok gibidir. O güne dek, Türkiye’de, cumhuriyetçilik adına, bir düşünce akımı gelişmemiş, herhangi bir örgütlü eylem gerçekleştirilmemişti. Cumhuriyet sözcüğü, aynı şapka gibi, 19.yüzyıldan beri sövgü ve aşağılama tanımı olarak kullanılıyordu; tutuculuk dilinde karşılığı gavurluktu. Mustafa Kemal, Cumhuriyeti ilan ederken yenileşmenin örgütlü gücü haline getirdiği orduya güveniyordu. Ancak, çok güvendiği ordu bile kendisini bıraksa, “komutan ve subaylarına tümüyle bel bağladığı muhafız alayına” dayanarak halka gidecek, “ülkeyi yeniden çevresine toplayacaktır.” Bu kararlılık ve istenç gücüyle, “Meclis koridorlarının kulaktan kulağa dolaşan fısıltıları, küçük oyun ve taktikler” kuşkusuz onunla boy ölçüşemeyecekti.

26 Ekim 2016 Çarşamba

SOVYETLER BİRLİĞİ (1922-1991)



1927-1937 arasındaki on yıl, politik baskının yanında dev boyutlu gelişmelerin yaşandığı bir dönem oldu. Bu evrede üç temel kalkınma girişimi yapıldı; ortaklaşacı (kolektif) çiftliklerin kurulması, sanayileşme atılımı ve eğitimde devrim... Gelişmiş kapitalist ülkeler 1929 dünya bunalımının ekonomik yıkımıyla uğraşırken, Sovyetler Birliği bu üç alanda sıradışı bir gelişme sağladı. 1920’lerde açlık ve yoksulluk altındaki bu ‘köylü ülke’, 20 yıl içinde ABD’inden sonra dünyanın ikinci büyük sanayi ülkesi durumuna geldi.(x)

24 Ekim 2016 Pazartesi

RUS DEVRİMİ (1917-1922)


Rus Devrimi, Julyen Takvimine göre 25 Ekim, Miladi Takvime göre 7 Kasım 1917’de ortaya çıktı. 20.Yüzyılı her yönüyle etkilemiş olan bu büyük deneyim, toplumsal mücadelede ders alınacak olaylarla doludur. Kısa bir özet niteliğindeki yazıyı bu amaçla yayınlıyoruz

13 Şubat 1917’de, Rusya’nın başkenti Petrograd’ta, açlık çeken ve eksi yirmibeş derecede ekmek kuyruklarında bekleşen halkın, fırınlara saldırmasıyla gelişen olayların, sosyalist bir devlet ortaya çıkaracağı kimsenin aklından geçmemişti. Günün özgün koşullarının ve iyi örgütlenmiş bir parti yetkesinin yarattığı yeni devletin, sosyalizmi ne düzeyde temsil edebileceği bugün yoğun olarak tartışılıyor. Ancak, gözardı edilemez bir gerçekliktir ki, Sovyet Devleti 20.yüzyıla damgasını vurmuş ve Sosyalizmi ‘kitap sayfalarından’ çıkararak, yaşamın içine taşımıştır.

23 Ekim 2016 Pazar

“KARA PERŞEMBE”: 1929 AMERİKA VE KAPİTALİZMİN BÜYÜK BUNALIMI



24 Ekim 1929 günü New York Borsası’nda kurlar çöktü ve ABD tarihinin en büyük ekonomik bunalımıyla karşı karşıya kaldı. Oysa, 1929 yazı, Amerikan ekonomi tarihindeki en coşkun mevsimdi. O yaz hisse senetlerinin değeri dört yıl öncesine oranla yüzde 400 artmıştı. New York Borsası’nda her gün 5 milyon değişim işlemi yapılıyordu. Hisse senedi artışları gerçek ekonomik ve ticari gelişmelere değil vurguncu (spekülatif) değerlere dayanıyordu. Borsaya giren para hisse artışlarını karşılayacak durumda değildi. Üretime dayanmayan yapay gelir artışları kendini yıkma eğilimini de birlikte getiriyordu.

20 Ekim 2016 Perşembe

AKP’NİN KÖPRÜ VE YOL POLİTİKASI


Yabancıların yaptığı yüksek teknoloji ürünü köprüler, alt geçitler, otoyollar ya da hızlı trenler; görenleri etkiliyor ve bunları yapanın AKP olduğunu sanarak onu takdirle anıyor. Oysa, bu yatırımların ne tasarımında ne de yapımında hükümetin herhangi bir katkısı yok. Yatırımlar, ilk örnekleri yüzyıl önce Osmanlı’da uygulanan Yap-İşlet-devret yöntemiyle büyük şirketlere yaptırılıyor. Konsorsiyum adı verilen geçici ortaklıklarla bir araya gelen şirketler, aralarına yüksek teknolojiye sahip bir uluslararası inşaat şirketini de alarak yatırımı gerçekleştiriyor. Bankalardan kredi alınıyor ve bu kredilere devlet kefil oluyor. Hükümet, yapılan işe karşılık, şirketlere, uzun süreleri içeren işletme imtiyazları ve kar garantileri veriyor. Kar oranı yüksek tutuluyor ve bu karı, yolları-köprüleri kullansa da kullanmasa da halk ödüyor. Halkın geleceği ipotek altına alınıyor. Hükümet, yalnızca borçlanıyor ve bu borcu halkın üzerine yıkıyor. Çıkarını ve geleceğini göremez duruma gelen halk ise, bu büyük eserleri ülkesine kazandıranları! şükranla anıyor ve arabasıyla köprüden geçmenin ya da denizi seyretmenin keyfini yaşıyor.

19 Ekim 2016 Çarşamba

CUMHURİYET VE TARIM DEVRİMİ



Cumhuriyet yönetimi kurulduğunda ülke topraklarının çok azı tarıma açılabilmişti. Tarımın verimliliği, hemen tümüyle doğa koşullarına bağlıydı. Eşkıyalık köylüyü rahatsız ediyor ve ağaya sığınma eğilimini yaygınlaştırıyordu. Ürünün onda birini oluşturan Öşür vergisi, üretici köylü üzerinde bir baskı aracıydı ve bu vergiyi toplayan mültezimler köylünün korkulu rüyası durumuna gelmişti. Onda birlik oran, kimi yerde gerekçe gösterilmeden, beşte bire kadar çıkarılıyordu. Ürün öncesi borçlanma ve tefecilik, kanayan toplumsal bir yara durumundaydı. Yol ve hayvan vergisi köylüyü huzursuz ediyor, geçimini hayvancılıktan sağlayan göçerler ve küçük çiftçilerin geliri, olumsuz yıllarda, vergi vermek bir yana kendini besleyemez düzeyde kalıyordu. Cumhuriyet yüzyılların birikimi olan bu dev gibi sorunlara ivedilikle çözüm bulmak zorundaydı. Ancak, elde ne para ne de yetişmiş kadro vardı.

17 Ekim 2016 Pazartesi

KÜRESELLEŞME VE DÜNYA TARIMI


Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO),tarımsal kalkınmayı sağlamak, açlığı yok etmek ve beslenme koşullarını iyileştirmek amacıyla 16 Ekim 1945’te kuruldu. Yazıyı, aradan geçen 71 yılda tarımsal kalkınmanın nasıl kalkınıldığını! göstermek amacıyla yayınlıyoruz.

Biyomühendislik ürünü kereviz yaprakları; diri, lifsiz ve dayanıklı olduklarını açıklayan ilanlarla piyasaya sürülüyor. DNA benzetmesi yoluyla elde edilen; dona karşı dayanıklı krizantemler, karanfiller, domatesler ve çilekler, doğal olanları piyasadan siliyor. DNA ile antifiriz proteini üretiliyor, hayvan kopyalanıyor. Dünyada en çok süt veren inek cinsinden yüzde yirmibeş daha çok süt elde edilen süper inekler yaratılıyor. Yeni biyoteknolojiler ve gen haritalarında sağlanan ilerlemeler, tarımsal endüstriler üzerine egemenlik kuruyor. Kendi aralarında yarışan gelişmiş ülkeler, yoksul ülkeleri deney ve kullanım alanı olarak görüyor.

14 Ekim 2016 Cuma

NUTUK





Atatürk, 15 Ekim 1927 Cuma günü okumaya başladığı Nutuk’u, günde altı saat okuyarak altı günde bitirdi. Yazmaya başlamadan önce; dokuz ay boyunca bilgilerini yeniledi, belge topladı ve mücadele arkadaşlarıyla sıkça bir araya geldi. Düşüncelerini yazıya dökerken, yakın çevresinin “görüş ve değerlendirmelerini” aldı. Anımsıyamadığı ayrıntılar için, olayları birlikte yaşadığı insanları bulduruyor, onların “görüş ve değerlendirmelerini” alıyordu. Değinmek istediği bir olayı birkaç kanaldan doğrulamadan kullanmıyordu. Gerçeği yansıtamama ya da yanlış kanı uyandırma kaygısı, çalışmasının her aşamasına egemendi. Doğruluğunu gördüğü uyarıları kesinlikle değerlendiriyor, uyarılara hak verdiğinde, günler süren çalışmasını yeniden ele almaktan çekinmiyordu. İçeriğe olduğu kadar yazılıma da önem veriyordu. Yazdığı notları derleyip son biçimini verirken, beş yüz sayfalık yapıtı “kendi elleriyle yazdı”; yüzlerce belgeyi, “bizzat kendisi toplayıp değerlendirdi.”Tümceler ve sözcükler üzerinde titizlikle duruyor, dil bilgisi kurallarına aşırı özen gösteriyor; uygun sözcük kullanımına önem veriyordu.

13 Ekim 2016 Perşembe

ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞU



Birçok insan, Osmanlı Devleti’nin 470 yıllık payıtahtı İstanbul’un, yeni devletin de başkenti olmasını istiyordu. Oysa, Ankara’nın başkent yapılması, basit bir kent seçimi değil, tarihsel boyutu olan önemli bir siyasi yönelişti; dünya görüşüyle ilgili bir anlayıştı. Gücünü korumak için, Anadolu’yu yüzyıllar boyu sömüren ve bu işi yabancılarla birlikte yapmaktan çekinmeyen çürümüş İstanbul’la hesaplaşmak, “araya mesafe koymak” gerekiyordu. Yeni devlet, çıkarcılığa dayalı Batı uyduculuğunun üstesinden gelmek ve tam bağımsızlığa dayanan özgürlükçü anlayışı egemen kılmak için, Anadolu’dan ve ortasındaki Ankara’dan yönetilmeliydi. Güçlü ve özgür bir geleceği yaratmak, “Anadolu’ya Anadolu halkının egemen olmasıyla” olanaklıydı.

9 Ekim 2016 Pazar

ATTİLA İLHAN’I ANARKEN


Su katılmamış bir yurtsever ve kararlı bir anti-emperyalist olan Attila İlhan’ı 11 Ekim 2005’te sonsuzluğa uğurladık. Düşünceleri, şiirleri ve romanlarıyla evrenselliğe ulaşan yüksek nitelikli bu sanat adamı; Türk kültürüne kalın ve kalıcı bir iz bırakarak aramızdan ayrıldı. Attila İlhan, devrimci kişiliğinden ve ilkelerinden ödün vermeyerek kalemiyle savaştı ve yalnızca yaşadığı dönemde değil, etkisini gelecekte de sürdürecek büyük bir yapıtlar bütünü bıraktı. Attila İlhan’nın bedeni öldü ancak kuşkusuz ki o yapıtlarıyla sonsuza dek yaşayacaktır.

7 Ekim 2016 Cuma

BALKAN SAVAŞLARI




8 Ekim 1912’de başlayan ve utanç verici bir yenilgiyle sonuçlanan Balkan Savaşı’nda, günümüzde ders alınması gereken birçok yön vardır. Balkan yenilgisinin nedeni, savaşı başlatan ülkelerin güçlü olması değil, yarı-sömürge haline getirilen Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet yapısının içten çürümesiydi. Ordunun gereksinimleri karşılanmıyor, uzun yıllar yeniliklere kapatılarak baskı altına alınıyordu. İktidarlarını korumayı tek siyasi ölçüt sayan padişahlar, ordunun güçsüzleşmesi için hemen her şeyi yapmıştı. Paşalık dahil her türlü rütbe, buyruklarla, saraya bağlı kişilere armağan olarak veriliyordu. Önemli yerlere bunlar getiriliyor, yetenekli ve yurtsever subaylar etkin görevlerden uzak tutuluyordu. Particilik ve düşünce farklılıkları, subaylar arasında ayrıcalıklara yol açmış, orduda sıkıdüzen diye bir şey kalmamıştı. Komutanların terfilerinde yeterlilik (liyakat) değil, saraya bağlılık etkili oluyordu.

5 Ekim 2016 Çarşamba

İŞGAL İSTANBUL’U VE MUSTAFA KEMAL



Türk ordusu, 6 Ekim 1923 günü törenle İstanbul’a girdi. İşgalciler, İstanbul’da elkoydukları silah ve donanımı, 1 Ekim 1923 günü Tümgeneral Selahattin Adil’e teslim etmiş; 2 Ekim’de, son birliklerini gemilere bindirdirerek ülkeyi terk etmişti. Birkaç yıl öncesinde düşlere bile giremeyen ve Anadolu’daki halk savaşıyla sağlanan bu başarı, Türk ulusu için kuşkusuz büyük bir olaydı. Ancak, bu olayın İstanbul için, kurtuluşun ötesinde tarihsel ve kültürel bir boyutu vardı. İstanbul, çürüyen bir düzenin başkentiydi ve yüzlerce yıl süren bozulmaların birikimini taşıyordu; yozlaşma ve yabancılaşmanın merkezi olmuştu. Askeri kurtuluştan sonra kültürel kurtuluşunu da sağlayarak, ulusal istencin merkezi olan Ankara’yla bütünleşecek miydi?

3 Ekim 2016 Pazartesi

ÇİN VE KEMALİST KALKINMA



Çin’de, 1977’den sonra geliştirilen ekonomik kalkınma uygulamaları, Kemalist kalkınma yöntemiyle büyük bir benzerlik gösterir. Devlet öncüdür ve sosyal niteliklidir. Kalkınmanın temel gücü ulusal kaynaklardır. Bağımlılık doğurmamak ve üretime yatırmak koşuluyla dış kredi alınır. Kalkınma planlarına uyması koşuluyla, özel girişimciliğe yer ve destek verilir. Dışsatım arttırılırken, ulusal pazar gümrük koruması altında alınır. Barışçı dış politikayla, silahlanma harcamaları düşürülmeye çalışılır. Laik eğitime, özellikle teknik eğitime özel önem verilir. Köy ve tarım sorunları devlet desteğinde birinci sırayı alır.

2 Ekim 2016 Pazar

İZMİR “METROPOLİTİ”, FENER RUM PATRİKHANESİ VE AKP


Fener Rum Patriği Bartholomeos, 94 yıl sonra ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez, İzmir’e metropolit atadı. Son metropolit, Türkiye’nin en güçsüz döneminde Yunanistan’dan İzmir’e görevli olarak gönderilen Yunanistan doğumlu Hrisostomos Kalafatis’ti. Hrisostomos, işgal dönemindeki Türk düşmanlığına dayanan eylemleri nedeniyle, 12 Eylül 1922 günü halk tarafından linç edilmişti. Bugün, karasularını 12 mile çıkarıp Türk adalarını işgal ederek atağa geçen Yunanistan; dağılma sürecinde gördüğü Türkiye’ye, AKP hükümetinin 3 yıl önce Türk vatandaşı yaptığı Volos doğumlu Bartholomeos Samaras’ı İzmir’e gönderiyor. Samaras’ın Metropolitlik törenine Yunanlı Bakan Yardımcıları katılıyor. İzmir Rum Ortodoks Kilisesi Başrahibi Kyrillos Sykis; Urla, Çeşme ve Karaburun bölgesinden sorumlu Piskopos oluyor. Bunların ne anlama geldiğini anlamak için, Fener Rum Patrikhanesi’nin tarihine ve yaptıklarına bakmak gerekir.

ÇİN DEVRİMİ (1949-2016)



Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1949 yılında Çin, dünya gelişme çizelgelerinin en altında yer alan bir ülkeydi. Düzensiz ve kalabalık kentlerin ürkütücü yaşam koşulları, uçsuz bucaksız kırlardaki sonsuz yoksulluk, yüzyıllara dayalı feodal egemenliğin doğurduğu sosyal gerilik ve giderilmesi olanaksız görünen ulusal ayrılıklar, büyük boyutlu toplumsal sorunlar olarak ortada duruyordu.

1 Ekim 2016 Cumartesi

ÇİN DEVRİMİ (1830-1949)


1 Ekim 1949 günü Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu ve Çin’in bağımsızlığı ilan edildi. 10 milyon kilometrekare toprağı ve 1 milyar nüfusuyla bu büyük ülke emperyalizmin etki alanından çıkıyor ve sosyalist ülkeler arasına katılıyordu. 1 Ekim 1949’da silahlı savaşımı (mücadeleyi) bitiren devrim, sürekli kılınan yenileşme atılımlarıyla bugün dünyayı bir başka alanda, ekonomi ve toplumsal kalkınma alanında sarsıyor, dünyanın dengesini değiştiriyor. 20.Yüzyılın ilk yarısında, insanları kent sokaklarında açlıktan ölen, nüfusunun yüzde 90’nı kırlarda yoksulluk içinde yaşayan kalabalık nüfuslu bu ülke, başka bir ülkeyi sömürmeden nasıl oluyor da dünyanın en güçlü birkaç ülkesinden biri olabiliyor. Yarım yüzyıl iç savaş ve işgallerle boğuştuktan sonra, iliklerine dek sömürülmüş bir sömürgeden bir dünya devi nasıl yaratılabiliyor. Bunun yanıtını, özellikle kalkınmak isteyen ezilen ülke insanları vermeli, bunun için de Çin Devrimi’ni dikkatlice incelemelidir. Çin Devrimi günceldir ve herkes için, özellikle de biz Türkler için önemlidir. Türk Devrimi ile Çin Devrimi arasında önemli benzerlikler ve kuşkusuz ayrılıklar vardır. Bu iki devrimin kıyaslanması, günümüz için uygulanabilir sonuçlar çıkarılmasına yardımcı olacaktır.