6 Temmuz 2016 Çarşamba

BATI AYDINLANMASINDA DOĞU BİLİMİ



15.Yüzyılda Batı Avrupa ülkelerinde, etkisi günümüze dek süren bilime ve aklın özgürlüğüne dayanan bir uyanış dönemi başladı. O güne dek, gerilik ve düşünsel yoksunluk içinde karanlık bir dönem yaşayan Avrupa, Aydınlanma Çağı olarak tanımlanan bu dönemle birlikte, büyük bir gelişim içine girdi. Bilimde, açıkara geride olduğu Doğuyu geçerek öncülüğü ele geçirdi. Bu gelişmeye temel oluşturan Rönesans ve Reform, Doğu’dan aktarılan bilim üzerinde yükseldi. Bilgiye susamış Avrupalılar; yasal ya da yasal olmayan her yolu kullanarak eğitim görmek için Doğuya geldiler, medreselerde okudular, öğrendiler, kitap kopya ettiler ve edindikleri bilgileri ülkelerine taşıdılar.


Batı Aydınlanmasını Hazırlayan Koşullar

Kimi tarihçiler, Orta Çağ’ın, Türkler’in 1453’te İstanbul’u almasıyla sona erdiğini söyler. Biçimsel görünse de bilerek yapılan bu saptamanın amacı, çözülerek yaşam içinde etkisini yitirmiş olan bir düzenin, çöküşünü simgelemektir. Doğu Roma İmparatorluğu’nun ortadan kaldırılması, feodal çağın bitimine denk düşen önemli bir olaydır.
İstanbul’un fethinin doğurduğu sonuçlar, yalnızca Türkleri ya da yalnızca Avrupalıları değil, dünyanın tümünü etkiledi. Bu etkinin önemli sonuçlarından biri; bilim, felsefe ve sanat alanlarında Orta Çağ anlayışını ortadan kaldıran Rönesans (yeniden doğuş) sürecini hızlandırmış olmasıdır. Kimi tarihçiler, “Antik Çağ düşüncesinin keşfedilmesi ve yeniden uygulanması” olarak tanımladıkları Rönesans’ı, Alman Papaz Martin Luther’in Protestolarını, (İstanbul’un fethinden 64 yıl sonra 1517) Wittenberg Kilisesi’nin duvarına asmasıyla başlatırlar. Düşünce üzerinde baskı uygulayan Orta Çağ anlayışına karşı çıkışı anlatan bu yaklaşım simgeseldir, bu nedenle herşeyi açıklamamaktadır.
Fransız tarihçi Jules Michelet (1798-1874), Avrupa’da Rönesans’ın gerçekte 12.yüzyılda oluştuğunu, ancak “doğal olmayan nedenlerle” 300 yıl gecikerek 16.yüzyılda ortaya çıktığını söyler.1 Gecikmeyle ilgili görüşler bir yana bırakılırsa, Rönesans düzeyinde olmasa da, 12.yüzyıl Avrupası’nda, bilime yönelen düşünsel bir uyanışın olduğu bir gerçektir. Ancak, bir başka gerçek, 12.yüzyıl uyanışının nereye ve nasıl dayandığının yeterince ortaya konmamış olmasıdır.
Bilim ve düşünce alanında yüzlerce yıl koyu bir karanlık içinde yaşayan ve yalnızca dinsel kitaplar okunmasına izin verilen, yalnızca papazların okuma yazma bildiği2 Avrupa, nasıl oluyor da birden bire bilime ulaşıyor ve düşünceyi öne çıkaran bir tutum içine girebiliyor. Bunun nedeni nedir?

Doğudan Gelen Aydınlık

Ortadoğu’da Türkler, İranlılar ya da Araplarla karşılaşan Avrupalılar, buralarda ileri bir uygarlık ve bu uygarlığın temelinde yer alan gelişkin bir bilimle karşılaştılar. Gördükleriyle kendi ülkelerinde yaşadıkları arasındaki karşıtlık, onları karşı konmaz biçimde, gördüklerini öğrenme isteğine yöneltti. O dönemde, Avrupa’nın hiçbir yüksek öğrenim kurumu yoktu ki, öğretim üyeleri ya da öğrencileri bilgi susuzluğunu gidermek ve çağa ayak uydurmak için Doğu’daki aydınlığa yönelmesin, yönelmek zorunda kalmasın. Hiçbir yapıt yoktu ki, Doğu kaynaklarına dayanmasın, onlardan yararlanmasın.
Öğrenme isteği kimi yörelerde o denli güçlüydü ki, örneğin İtalya’nın Bologna kentinde, hukuk öğrenmek isteyen öğrenciler, kendilerine, “Doğu bilimlerini anlatacak” öğretmen bulabilmek için bir “öğrenci loncası” kurmuşlar ve bu loncaya Universitas adını vermişlerdi. (Bugünkü üniversite tanımı buradan gelmektedir.)3

Öğrenme Tutkusu

Bilgiye susamış Avrupalılar; yasal ya da yasal olmayan her yolu kullanarak eğitim görmek için Doğuya geldiler, medreselerde okudular, öğrendiler, kitap kopya ettiler ve edindikleri “yeni” ve “tehlikeli” bilgileri ülkelerine taşıdılar; başkalarına öğrettiler.
Öğrendikleri, o dönemin Avrupası için gerçekten “tehlikeliydi”. Örneğin düşünceye sınır koymayan Farabi’nin bilgesel (felsefi) görüşleri, kilise tarafından yasaklanmıştı. Bilim adamları düşünceleri nedeniyle baskı altına alınıyor, tutuklanıyor, kimi zaman da ölümle cezalandırılıyordu.
Dokuzuncu yüzyılda yaşayan Farabi’den 350 yıl sonra İngiltere’de Roger Bacon, ders verdiği Oxford’da, iki küçük deney yaptığında; papazlar, hocalar, öğrenciler ayaklanmış; Oxford sokaklarında “sihirbaza ölüm”, “Bacon Müslüman oldu” diye bağırarak gösteri yapmışlardı. Daha sonra, üç kitabını nezaket gereği Papa’ya gönderen Bacon, bu kitapları, “Hıristiyan dinine aykırı görüşler içerdiği” için yargılanacak ve 15 yıl hapis cezasıyla cezalandırılacaktır.4
Avrupalılar Doğu’dan yalnızca bilimi ve bilgi edinme yöntemlerini değil, bundan daha da önemlisi, yaşamı tanımayı ve onu yorumlamayı öğrendiler. Batı aydınlanmasına temel oluşturan Rönesans ve Reform’u (dinde yenilenme) yaratan koşullar bu bilgilenme sonucunda oluştu. İngiltere’de Roger Bacon (1214-1294) ve William Ockham (1270-1337), Fransa’da Duns Scatus (1274-1308), Almanya’da Albertus Magnus (1209-1280), İtalya’da Alighieri Dante (1265-1321), bu süreçte ortaya çıkan düşünürlerdi.

Doğudan Batıya Bilim Göçü

Doğu Biliminin Batıya taşınması, bu iki ayrımlı uygarlığın birbiriyle ilişki kurduğu Ortadoğu ve İspanya üzerinden oldu. Savaş ve yağma amaçlı olsa da Haçlı Seferleri, Batılıların Doğu bilimini tanıma ve Avrupa’ya taşıma sürecini başlattı. Oluşan kültürel birikim önce Rönesans’ı, daha sonra onun bir ürünü olarak Batı Aydınlanması’nın bilimsel temelini yarattı.
11.Yüzyılla başlayan bilim göçü, Türklerin İstanbul’u almasıyla hız kazandı. Bizans’ın bilginleri, kitaplarıyla birlikte İtalya başta olmak üzere, Avrupa’ya dağıldılar. Bizanslı bilginler, daha önce de Avrupa’ya gidiyor ve Doğu’dan edindikleri bilgileri oraya götürüyorlardı. Ancak Batıya kitap ve bilgin göçü, Fatih Sultan Mehmet’in tüm çabasına karşın, 1453’den sonra yoğunlaştı ve bu akışın Rönesans’ın oluşumuna önemli katkısı oldu.

Endülüs Bilimi

Geniş bir coğrafya üzerinde oluşan Doğu biliminin Avrupa’ya, Haçlı Seferleri’nden ayrı olarak ve ondan daha yoğun biçimde, İspanya’dan girdiği bilinmektedir. Endülüs Emevileri egemenlikleri altındaki İspanya’ya, bilim ve bilgelik alanlarında ilişkilerini hiçbir zaman kesmedikleri Doğu’dan, ileri bir kültür getirdiler. Bu kültürü, özellikle Toledo (Tuleytule) ve Kordova (Kurtuba) kentlerindeki medreselerde geliştirerek, hem Avrupa’ya hem de İslam dünyasının tümüne yaydılar.
Endülüs Emevi Devleti’nin en güçlü dönemini yaratan Hükümdar 3.Abdurrahman (912-961), ülkenin her yerinde medreseler, kütüphaneler ve okuma evleri kurmuştu. Buralarda Antik Çağ yapıtları çevriliyor, Doğu’dan bilim adamları ve kitaplar getirilip çoğaltılıyor, okullarda ders olarak okutuluyordu.

Abbasi Aydınlığı

Aynı işi yaklaşık yüz yıl önce, Abbasi Halifesi Memun (813-833) yapmış, kapsamlı bir bilimsel birikim sağlamıştı. Memun’un Bağdat’ta kurduğu Beytül Hikme Külliyesi, döneminde benzeri olmayan eşsiz bir kütüphaneye sahipti. Burada, Doğu’nun ve Antik Çağ’ın hemen tüm bilimsel eserlerinin çevirisi yapılmış, incelenmiş ve tartışılarak daha ileri eserler üretilmişti.
Memun’un kitaba verdiği değer, kişisel bir yöneliş değil, toplumsal yaşama egemen kılınan bir yönetim anlayışıydı. Bizans İmparatoru 3.Michael’i yendiğinde, savaş tazminatı olarak altın değil, İstanbul’daki bir kütüphaneyi istemiş; aynı şeyi, Kıbrıs Kralı ile anlaşmaya oturduğunda da yapmıştı.
Bizans başta olmak üzere değişik ülkelere tüccarlar yolluyor, satın aldırdığı kitapları Bağdat’a getirtiyordu.5 9.Yüzyılın sonlarında, Bağdat’ın yalnızca bir sokağında kitap satılan yüzden fazla dükkân vardı.6 Kitaba gösterilen ilgi o denli yoğundu ki, bilim adamları sıradışı bir üretkenlikle kitap yazmalarına karşın, istemleri karşılayamıyorlardı. Biruni 176, İbn-i Haysem 200, El Kindi 231, İbn-i Sina 296 kitap yazmıştı.7

Endülüs’de Okuyanlar

Ülkelerinde kendilerini geliştirecek eğitim kurumu bulamayan birçok Batılı düşünür, Endülüs’e giderek buradaki medreselerde eğitim gördüler. İngiliz Barth’lı Adalard (1090-1150) kılığını değiştirip kendini Müslüman bir öğrenci gibi göstererek Kordova medresesinde dersleri izlemiş ve ülkesine döndüğünde kaleme aldığı Natural Question adlı yapıtını bu derslerde tuttuğu notlara dayanarak yazmıştı.8
Bir başka İngiliz bilgini Cherter’li Robert, yıllarca Kordova’da kalmış ve öğrendiği kimyayı Batı dünyasına taşımıştı. Adalard’ın Endülüs’ten getirdiği Arapça yazılmış Eukleides geometrisi, Batı Avrupa üniversitelerinde, ders kitabı olarak okutulmuştu.
Cremona’lı Gerard (1114-1187) Toledo’ya gidip Arapça öğrendikten sonra, Doğu kaynaklarından Latinceye 192 kitap çevirmişti.9

Batı Canlanıyor

Batıya taşınan Doğu bilimi, Avrupa’da yalnızca bilimde değil, ekonomik ve toplumsal alanda da hızlı bir canlanma yarattı. Bilimsel ilerleme teknolojiyi, teknoloji üretimi geliştiriyor; toplumsal gönenci arttıran bu süreç, bilimin daha çok gelişmesini sağlıyordu.
Bilimle toplumsal yaşam arasında kurulan bu denge, sürekli gelişen ve Rönesans’la başlayıp Aydınlanma Çağı’yla süren, yeni bir dönemin başlatıcısı oldu. Bilim artık, Doğu’dan Batıya geçiyor ve Batı giderek, “başkalarına benzemeyi değil, başkalarını kendisine benzetmeyi” temel alıyordu. Dante, “Rönesans İtalya’da doğdu ama İtalyan değildir, onun vatanı bütün dünyadır” diyordu.10

Bilimsel Etik

Rönesans’a temel oluşturan bilimin ana kaynağı Doğu’ydu. Avrupalılar Doğu’dan aldıkları bilime, en azından etik açıdan, tinsel (manevi) anlamda bile herhangi bir yazım hakkı (telif) ödemediler. Bilimi zamanla, yalnızca “Batı uygarlığına” ait bir olgu olarak görmeye başladılar. Birçok Doğu buluşu, bugün bile; İngiliz, Fransız ya da Alman kaynaklı sayılmaktadır.
Doğulu bilim adamları, bilimsel ürünlere son derece saygı gösterirler ve sahiplerinin adlarını belirtmeden, kendilerinin olmayan düşünceleri asla ileri sürmezlerdi. Kim derslerinde başka birinin kitabından yararlanmak isterse, önce yazardan yazıyla izin alırdı. Bu gelenek, yalnızca bilimsel yapıtlar değil, şiir ya da müzik yapıtları için de geçerliydi. Düşünce ürünleri ve yazar haklarına Doğu’da gösterilen saygı, bir başka yerde görülmüş şey değildi.11

Evrensel Değil Avrupalı

Batılı tarihçiler, Rönesans’ın, içinde yaşadığımız çağı da kapsayan evrensel bir uygarlık gelişimi olduğunu söyler. Batı Rönesansı, kuşkusuz bir uygarlık gelişimidir, ancak bu gelişim evrensel değil, Batı toplumlarının gereksinimlerine dayanan ve Avrupa’ya ait bir olaydır. Dünya üzerinde, gelişkin ya da az gelişkin başka uygarlıkları ne kadar evrenselse, Rönesans da o kadar evrenseldir.
15.Yüzyıl Avrupası’nda bilimi öne çıkaran yenilikçi anlayış, dünya halklarının zararına işleyen bir uluslararası ilişkiler düzeni yaratmıştır. Ayrıca bu anlayış, liberalizmin yerini emperyalizmin aldığı 20.yüzyılda, evrensellik bir yana; Batı toplumlarının tümünü değil, en güçlülerinin çıkarlarını temsil eden bir düşünceye dönüşmüştür. Örneğin, 20.yüzyılda bilim için sözkonusu olan artık, toplumsal gelişime hizmet eden bilimsel ilerleme değil, kazanç hırsının yön ve biçim verdiği teknolojik üstünlük yarışıdır.

DİPNOTLAR

1              “Toplum Bilim Sözlüğü” Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kit., 1986, sf.330
2              “Tarih Boyunca Bilim ve Din”, A.Adnan Adıvar, Remzi Kit., 5.B., İst.-1994, sf.99
3              a.g.e. sf.99
4              a.g.e. sf.105
5              “Kitap Kıyımı” Yalçın Kaya Tiglat Matbaacılık 2001, sf.59
6              a.g.e. sf.59-60
7              a.g.e. sf.60
8              a.g.e. sf.75
9              a.g.e. sf.75
10         “Toplum Bilim Sözlüğü” Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kit., 1986, sf.330
11         “Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerine” Sigrid Hunke, Altın Kit.Yay., 2001, sf.227









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder