6 Mayıs 2016 Cuma

68 KUŞAĞI KONULU SÖYLEŞİ (Bilkent Üniversitesi)



68 Kuşağının en belirgin özelliği, eylem ve düşüncede toplum çıkarlarını önde tutan bir anlayışa sahip olması, olay ve gelişmelere kişisel değil toplumsal bir anlayışla bakmasıdır. Kaynağını ulusal bağımsızlık istencinden alan düşünsel yapısı, devrimci ilkeler ve halkın değerleriyle biçimlenmiştir. Savaşım biçimini Kemalizmden almıştır. Ancak, yaşadığı dönemi ve bu dönemin özelliklerini inceleyerek, sürekli arayış ve yenileşme çabası içinde olmuştur... Düşünce ve davranışlarına, sorgulayıcı tutum egemendir. Öğrenme ve bilinçlenme istemi yüksektir. 68’lilerde okumak, neredeyse yaşamsal bir gereksinimdir.


Filiz Akgül : Sizce 68 Kuşağının genel kültürü ya da dönemin popüler kültürünü, bir başka deyişle, siz 68’lilerin yaşam biçimini nasıl tanımlayabilirsiniz?

Metin Aydoğan : 68 kuşağı olarak tanımlanan gençlik devinimi, dönemin ülke ve dünya koşullarından etkilenerek ortaya çıkan, kendine özgü niteliğiyle, günümüzden çok ayrımlı değer yargılarına sahip bir gençlik savaşımıydı. Kararlı, direngen ve devrimci bir devinimdi. İçinde, gençliğinden gelen kimi yanlışlıkları içerse de belirleyici özelliği, yurtseverliğe dayanan antiemperyalist bir öze sahip olmasıdır. O dönemin gençleri olarak bizler için tek doğru ve vazgeçilmez olan, Türkiye’nin ve tüm yoksul ulusların haklarını savunmak, bunun için emperyalizme karşı çıkmaktı. Anlayışımızın temelinde yer alan bu bakış, insanlığın sömürü ve baskıdan kurtularak ilerlemesini amaç edindiği için haklıydı ve bu nedenle canlılığı olan kültürel bir zenginliği içeriyordu.
O yıllarda dünyanın hemen her yerinde ortaya çıkan gençlik devinimleri içinde emperyalizmi kavrama açısından; en bilinçli, en özverili ve en atak olanı Türkiye’deki gençlik devinimiydi. Bu da çok doğaldı, çünkü Türkiye, yüzyıl başında bağımsızlık savaşı veren Kemalist devrimi yaşamış bir ülkeydi. 68 Kuşağı olarak bizim varlığımızı ve kültürel varsıllığımızı bu devrim oluşturuyordu. Sahip olduğumuz herşeyi, ulusal bağımsızlığı gerçekleştiren devrime borçlu olduğumuzu biliyorduk. Devrimi korumanın ve geliştirmenin Türkiye’nin geleceğini korumak ve geliştirmek olduğunu kavramıştık. İnançlarımız için özveride bulunmayı görev sayıyorduk. Nitekim devinimin en önünde yer alanlar, yaşamlarını, çok genç yaşta olmalarına karşın vermekten çekinmediler. Bizim dünyaya bakışımız ve yaşam biçimimiz temel olarak almaya değil vermeye, kendini değil ülkeyi düşünmeye dayanıyordu.

Filiz Akgül : Dönemin gençliğinin en belirgin niteliği ve kendilerinden önceki kuşakla karşılaştırıldığında öne çıkan ayrımlar nelerdir?

Metin Aydoğan : 68 Kuşağının bence en belirgin özelliği, eylem ve düşüncede toplum çıkarlarını önde tutan bir anlayışa sahip olması, olay ve gelişmelere kişisel değil toplumsal bir anlayışla bakmasıdır. Kaynağını ulusal bağımsızlık istencinden alan düşüngüsel (ideolojik) yapısına, ilkelerine ve halkın değerlerine birinci derecede önem vermiştir. Savaşım biçimini Kemalizmden almıştır ancak yaşadığı dönemi ve bu dönemin özelliklerini inceleyerek, sürekli olarak arayış ve yenileşme çabası içinde olmuştur. Yeterli ya da yetersiz, doğru ya da yanlış, çok iş yapılmış; devinime yön veren kendine özgü kuramsal bir çerçeve oluşturmuştur. İnceleme ve araştırmada, sınırlayıcı hiçbir baskı kabul edilmemiş, Türkiye ve dünyadaki düşünce akımlarına; özellikle de sosyalizme ve ulusal bağımsızlık düşüncesine yüksek ilgi göstermiştir.
Araştırmacı ve sorgulayıcı tutum, halkın ve ülkenin gerçeklerine yabancılaşmadığı sürece, bir gençlik deviniminden beklenmeyecek düzeyde kültürel bir birikim, düşünsel bir varsıllık yaratmış ve kitleselleşmiştir. Ancak, daha sonra yaratıcı araştırmanın yerini öykünmenin (taklit) almaya başlaması, özellikle de o günün geçerli sosyalist akımlarına öykülenilmesi, yaratıcılığın yitirilmesine yol açmıştır. Sosyalist düşüncenin, derinliği kavranmadan yüzeysel aktarımlarla kabul edilip savunulması hem bölünmelere yol açmış hem de, devinimin önce gençlik kitlesinden daha sonra halktan uzaklaşılmasına yol açmıştır. Bu olumsuz etkilenme aynı zamanda 68 deviniminin düşüngüsel sonu olmuştur.
Öğrenme ve bilinçlenme istemi, inceleme ve araştırmayı bu da çok okumayı, tartışmayı, kültürel düzeyin yükselmesini ve eylemi gerekli kılmıştır. 68’lilerde okumak ve daha çok okumak, neredeyse yaşamsal bir gereksinim olmuştu. Okumak, öğrenmek, öğrendiğini uygulamak, o günlerin en geçerli ve en çok değer verilen davranış biçimiydi. Bu çok hızlı bir süreçti. Varsıl ya da ünlü olmak, iyi giyinmek, gösterişli biçimde yaşamak değil; okumak, eylem içinde olmak ve halkı sevmek geçerli değer yargılarıydı. Gençlik, kendi içinde yarattığı bu yargıyla, toplumun hemen tüm kesimlerini etkilemeyi başarmıştı. Kitle örgütleri, sendikalar, sanatçılar, aydınlar gençlerden etkileniyor ve Türkiye yalnızca Atatürk döneminde gördüğü bir aydınlanma, bir aydın uyanışı yaşıyordu. Okulda, otobüste, trende, vapurda hemen herkesin ama özellikle gençlerin elinde hep birer kitap görürdünüz. Türkiye’nin o zamanki nüfusu bugünkünün yarısı kadar olmasına karşın, kitaplar baskılarını 5’er bin adet yapardı. Kültürel etkinlikler, tiyatrolar, forumlar, panel ve tartışmalar her zaman dolu olurdu.
Okuyup öğrenmek ve eylem içinde olmak, o dönem gençliğine yüksek düzeyli bir özgüven duygusu vermişti. Gençler okuyup öğrendikçe, çevresindeki insanlardan, özellikle de ülkeyi yöneten politikacılardan çok daha ileri bir konuma gelmişler ve bu durum onların, yaşlarından beklenemeyecek düzeyde özgüven kazanmasına yol açmıştı. O dönemdeki gençlik örgütlerinin genel kurulları, üniversitelerdeki açık oturum, panel ya da forumlar, yalnızca o günlerdeki değil, bugünkü parti kurultaylarından çok daha ilerdeydi. Konuşma ve tartışmalar, çok daha nitelikliydi; bilimsel içeriğe sahipti. Panel ya da forumlar 6–7 saat sürer, salonlarda oturacak yer kalmazdı. O dönemde yaşadığımız aşılması güç sorun, eylem düzenleme değil düzenleyeceğimiz eylem için salon bulmaktı.

Filiz Akgül : Türkiye’nin ve Osmanlı yönetimindeki Türk halkının genel olarak politik kültürü ele alındığında, 68 kuşağını ilk yapan özellikler var mıdır?

Metin Aydoğan : Türkiye aydınlanma dönemini 1923 ile 1938 arasındaki 15 yıllık devrimler döneminde yani Atatürk dönemine sığdırmış bir ülkeydi. Cumhuriyetten önce geçmişe dayanan önemsenecek bir aydınlanma birikimi yoktu, Atatürk öldükten sonra devrimlerden geri dönüş süreci başlamıştı. 1938 ile 1968 arasındaki 30 yıllık geri dönüş sürecine karşın, Türkiye’de bu denli ileri ve nitelikli bir gençlik eylemini nasıl ortaya çıkabildiğini hep düşünmüşümdür.
Cumhuriyet, Osmanlıdan aydın denilebilecek hemen hiçbir yetkin kadro almamıştı. Devrimler, önce onu yürütecek kadroları yaratarak ve çok sınırlı bir kadroyla başarılmıştı. Osmanlıda gençlik devinimi diyebileceğimiz oluşumlar çok cılızdı ve harbiye, tıbbıye ve mülkiye ile sınırlıydı. Okumuş Gençliğin büyük bölümünü suhte adı verilen medrese öğrencileri oluşturuyordu. Gerici bir anlayışla eğitilen ve tutuculuğun vurucu gücü durumuna gelen suhteler, işsiz kaldıklarında ayaklanırlar ve ses getiren eylemler yaparlardı. 1876’daki suhte ayaklanmasına, Fatih ve Beyazıt medrese öğrencileri de katılmış ve bu katılımın Sultan Abdülaziz’in tahtan indirilmesinde etkisi olmuştu.
Cumhuriyet kurulduğunda okuma yazma oranı yüzde 10’un altındaydı. Aydın sayılabilecek insanlar, İstanbul ile Selanik’te bulunan ve ciddi bir örgütlenme gerçekleştiremeyen, genellikle Batı etkisinde kalmış yarı–aydın kişilerden oluşuyordu. Bunlardan yalnızca ittihatçılar ulusal hakları savunuyor ancak, onlar da içinde yaşadıkları dünyayı gerçek boyutuyla kavrayamıyor, sömürgeciliği, emperyalizmi bilmiyorlardı.
Toplumsal yapının geri ve örgütsüz olduğu, aydın denilebilecek kadroların ortaya çıkmadığı, aydın geleneği ve birikimi olmayan bir toplumdan, Mustafa Kemal gibi ileri niteliklere sahip bir aydının çıkması gerçekten şaşırtıcıdır. Mustafa Kemal, gerek Kurtuluş Savaşı süresince, gerekse devrimler döneminde eylemine uygun yetişmiş kadro bulmada çok zorlanmıştır. “Ben mücadelemi mollalarla yürüttüm, çünkü yetişmiş insan yoktu” derken çok haklıydı. Cumhuriyet kuruluşunda, yapılan eylemin bilincinde olan insan hemen hiç yoktu ya da çok azdı.
Kurtuluş Savaşı ve onu tam bağımsızlıkla bütünleştiren Türk Devrimi, kendi aydınını da yaratmıştır. 15 yıllık kısa dönem, sıradışı dönüşümler gerçekleştirmiştir. Ancak, zamanın kısalığı, devrimi koruyacak kadroların nitelik–nicelik olarak yeterli düzeyde yetiştirilememesine neden olmuştur. Atatürk’ün ölümüyle başlayan, 1945’den sonra yoğunlaşan geri dönüş süreci, devrimi koruyup geliştirecek kadro yetiştirmek bir yana, var olan sınırlı kadroları da devletin üst görevlerinden ayıklandılar (tasfiye edildiler).
68 Hareketi, geri dönüş sürecinin ve ABD etkisinin yayılıp, yerleştiği bir dönemde, bu girişime tepki olarak gelişti. Gençler, Kurtuluş Savaşı’nı, devrimleri, geri dönüş uygulamalarını ve bu uygulamaların arkasındaki itici gücü oluşturan emperyalizmi görmüş ve buna karşı örgütlenip savaşıma girişmişlerdi. Eriştikleri düşünsel düzey, olay ve olguları gerçek boyutuyla görme olanağını onlara veriyor bu nedenle de eylemler etkili oluyordu.
68 Gençlik deviniminin dayandığı düşünsel temel, en azından çıkışı ve yayılış döneminde, tartışmasız bir biçimde ulusal bağımsızlık ve Kemalist devrimdir. Bu gerçek, devinimin ilk dönemlerinde söylem ve eylem olarak açıkça ortaya konmuştur. Daha sonra ortaya çıkan söylem değişikliği ve yabancılaşma eğilimi, bu gerçeği değiştirmemektedir. 68 Devinimi, kendisini var eden Kemalist devrim ilkelerine bağlı kaldığı sürece gelişip güçlenmiş, Kemalizmden uzaklaştığı oranda varlık nedenini yitirerek yok olmuştur.
68 Kuşağını oluşturanlar, genellikle 1940–1950 arasında doğanlardır. Geri dönüş süreci 1940’lardan sonra başladığına göre bu süreç içinde çocukluğunu yaşayan gençlerin, daha sonra günün geçerli siyasetine karşı bu derece kararlı ve sert bir karşı koyma içine girmelerinin nedenini bilmek gerekir, Bunun bence iki nedeni vardır. Birincisi, 68 Kuşağı bir tepki devinimidir; anti–Kemalist sürece gençliğin gösterdiği dirençtir. İkincisi, bu kuşağın ağılıklı olarak Türk Devrimi’ni koruyacak kadroları yetiştiren ve kısa sürede eriştiği yüksek ulusal bilinç nedeniyle kapatılan köy enstitülüler başta olmak üzere Cumhuriyet öğretmenleri tarafından yetiştirilmesidir. 68’lilerin; eğilimleri, değer yargıları ve ileride geliştirecekleri bilinç düzeyleri, önemli oranda, Cumhuriyet’e bağlı bu eğitim kadrosu tarafından oluşturulmuştur. Köy enstitülerine ve oradan yetişen öğretmenlere karşı sürdürülen sürekli baskı, daha sonra ve daha yeğin (şiddetli) olarak 68 Kuşağına da uygulanmıştır.
68 Kuşağınıilk” kılan süreci, bu bütünlük içinde ele almalıyız. Bu yapıldığında “ilk” den çok, bir dönemin söz konusu olduğu görülecektir. 68, kuşkusuz bir “ilk” di ancak bu “ilk”, Kemalist devrimle başlayan Köy Enstitüleriyle süren, bir birikimin ürünüydü.

Filiz Akgül : Siz 68’lileri, siz olmaya iten nedenler nedir? Bu özelliklerin ve niteliklerin oluşmasına olanak veren iç ve dış dinamikler sizce nelerdir?

Metin Aydoğan : 68’lileri 68’li yapan nedenleri, özellikle dayandığı iç devimselliği (dinamik) sanırım yukarıda yeterince açıkladım. Dış devimselliğe gelince, dışarıda gelişen eylemler Türkiye’deki politik gelişmeleri kuşkusuz ilgilendiriyordu. Dışarıdaki emperyalist saldırganlık ve buna karşı oluşan tepki, yalnızca Türkiye’yi değil, ezilen ülkelerin tümünü etkiliyordu. ABD, Vietnam’da vahşi ve haksız bir savaş sürdürüyor, dünyanın her yerinde darbeler düzenliyordu. Buna karşın ulusal kurtuluş savaşlarının yayılmasını önleyemiyordu, Afrika, Güney Amerika ve Asya’da güçlü ulusal ve toplumsal devinimler ortaya çıkıyordu. Dünyadaki ilk anti–emperyalist devrimi başaran bir ülkenin gençlerinin, bu gelişmelerden etkilenmemesi olanaksızdı; gelişmelere tepki gösterecek birikim Türkiye’de henüz tüketilmemişti ve bu birikimin eyleme dönüşmesi kaçınılmazdı.
68’liler, kendi ülke sorunlarına olduğu kadar, dünya sorunlarıyla da yakından ilgilendiler ve özellikle yoksul ülkelerde uluslararası dayanışma eğilimi içinde oldular. İşçilerin, köylülerin, öğretmenlerin ve kendilerinin; ekonomik–demokratik hakları için savaşı verdikleri gibi, uluslararası gelişmelere karşı duyarlılık gösterdiler, tepkilerini eyleme dönüştürdüler. Ve her iki konuda da, bir gençlik deviniminden beklenmeyecek düzeyde etkili ve başarılı oldular; büyük bir kitlesel güç yarattılar.
Güçlenmeleri ve ses getiren eylemlerle halka ulaşmaya başlamaları, politik çevrelerin tepkisiyle karşılaştılar. Silahlı saldırılara uğradılar ve sokak ortalarında öldürüldüler. Kendilerini koruma gerekçesiyle silahlandılar. Niteliklerine ve konumlarına yabancı bir çatışma ortamına çekildiler. Aralarına sokulan kışkırtıcılar (ajan–provakatörler) aracılığıyla gerek düşünsel gerekse eylemsel sapma içine sürüklendiler. Bir gençlik devinimiydiler ve kendilerine altından kalkamayacakları erekler seçmişlerdi. Sapmaya ve karışmaya (müdahale) son derece açıktılar.
Hem kendi içlerinden hem de dışardan ama kesinlikle bir merkezden yürütülen kışkırtıcı karışmalarla amaçlarından çok ayrımlı bir konuma getirildiler, çıkışları her yerden tıkanmıştı. Ancak, tüm sarılmışlıklarına karşın inanılması güç bir direnç gösterdiler ve çatıştılar. 20–22 yaşında gençler gözlerini kırpmadan ölüme gidiyordu.
        68 Gençliği, söylediklerinin ve yaptıklarının arkasında durmuş, ülkeye sahip çıkmış ve çok ağır bir bedel ödemiştir. Silahlı saldırıların başlamasından sonra, derslerimizden çok öldürülen arkadaşlarımızın cenazelerine gider olmuştuk.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder