29 Nisan 2016 Cuma

ESKİ TÜRKLERDE ORDU



Türkler’in yüksek disiplinli, donanımlı, iyi örgütlenmiş, büyük ve güçlü ordular kurup bu orduları, adeta bir yenilmezlik efsanesine dönüştürebilmeleri; yaşam biçimlerine olduğu kadar, kuşkusuz teknolojik gelişkinliğe bağlı bir sonuçtur. “Gelişkin” toplumlar, gelişkin ordular kurarlar. Bu konuda erişilen düzey, aynı zamanda, orduları içinden çıkaran toplumun gelişkinlik düzeyinin de bir göstergesidir. Ortak bir ulusal istence dönüşen savaşçılık ruhuyla, teknoloji geliştirme ve örgütlenme yeteneği, eski Türkler’de kusursuz bir bütünlüğe ulaşmış ve bu yetenek, kuşaklar boyu süren ulusal bir gelenek olmuştur.

26 Nisan 2016 Salı

DEMOKRASİ, LAİKLİK, KEMALİZM VE MECLİS BAŞKANI



Yakın tarihin, halk için demokrasi olan tek dönemi, Cumhuriyet’in etkin olduğu 1923–1938 arasıdır. Bu dönemin, gerçekleştirdiği değerlere saldırmayı demokratik hak olarak piyasaya sürenlerin, demokrasi’yi laiklikten koparmaları ve anayasada laikliğin yer almamasını istemesi olağandır. Olağan olmayan, bunu söyleyen anlayışın devleti ele geçirmiş olmasıdır.

25 Nisan 2016 Pazartesi

AKP


ABD ve AB, yeni yüzyıla girerken Türkiye’yi “içine kapalılıktan” kurtararak “dünyaya açacak” ve “global liberalizmi” tam olarak uygulayacak “cesur önderlere” gereksinim duyuyordu. Kemal Derviş’in “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”, yeni ve gözükara bir yönetimle uygulanabilirdi. Recep Tayyip Erdoğan, bu “cesareti” göstereceğini söylüyor ve dış çevrelerle, özellikle ABD’yle ilişkiye geçiyordu. İlişkisi Fazilet Partisi üyesi olduğu günlere dek gidiyordu. AKP’yi kurmadan önce; Nisan-1995, Kasım-1996, Aralık-1996, Mart-1998, Temmuz-2000, Temmuz-2001 ve kurduktan sonraki bir yıl içinde 2 olmak üzere 8 kez ABD’ye gitti. Aralık 2002 gidişinde, sıradışı bir uygulamayla, resmi bir sıfatı olmamasına karşın Bush tarafından kabul edildi. Erdoğan’ın görüştüğü kişiler içinde üç isim dikkat çekiyordu. Bunlar; Ilımlı İslam Modeli’nin kuramcısı Graham Fuller, daha sonra “AKP ile TSK’yı kafesledik” diyecek olan CIA Türkiye Uzmanı Henri J.Barkey ve “Karanlıklar Prensi” sanlı Richard Perle idi.

23 Nisan 2016 Cumartesi

“İSTİKLAL MECLİSİ”



Birinci Meclis, ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen, tutsaklığın her türüne karşı çıkan Müdafaa-i Hukuk anlayışının doğal sonucuydu. Ulusun yazgısına yön vererek toplumun her kesimini etkiliyor, güç aldığı halkı tam anlamıyla temsil ediyordu. Bağımsızlık savaşı yürütürken devlet kurmaya girişilmişti ve meşruiyetini ulusal varlığın korunmasından alıyordu. Dünya siyasi tarihinde örneği olmayan, gerçekten demokratik, savaşkan bir yönetim organı, benzersiz bir temsil kurumuydu. Yetkisini ve yaptırım gücünü, kabul ettiği anayasadan değil, millet istencini (iradesini) yansıtan, yazılı olmayan ve kökleri eskiye giden özgürlük tutkusundan alıyordu.

22 Nisan 2016 Cuma

DEMOKRAT PARTİ VE AKP (ADNAN MENDERES’TEN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’A)



Demokrat Parti, 1950-1960 arasında aralıksız on yıl Türkiye'yi yönetti. Siyasi ve ekonomik uygulamaları, 60 yıl sonra Kemal Derviş’in Dünya Bankası’ndan getirdiği ve AKP hükümetlerinin uyguladığı programın hemen aynısıydı. DP Programında, (20, 21, 24, 43 ve 74. maddeleri); “yerel yönetimlere yetki devri, devletin küçültülmesi, liberal ekonomi, devlet tekellerinin özelleştirilmesi, yabancı sermaye teşviği ve iç-dış borçlanma” nın gerekli olduğu yer alıyordu. Bunların tümünü şimdi AKP uyguluyor. Adnan Menderes, “istersek hilafeti de getiririz”, “odunu koysam seçtiririm” diyordu; Recep Tayyip Erdoğan, hilafeti getiriyor, dilediğini seçtiriyor. Yetmiş yıl öncesinden gelen ve birçok kişi için şaşırtıcı olan bu benzerlik; emperyalizmin, Türkiye’de Atatürkçülüğün yok edilmesine verdiği önemin ve sabrın bir göstergesidir.

20 Nisan 2016 Çarşamba

20.YÜZYILI KAVRAMAK



Dünya’nın bugünkü durumunu izlemek, yüz yıllık eski bir fotoğrafa bakmak gibidir. Etkinlik bölgeleri için mücadeleler, ülkeler ve bölgeler arası gerilimler, askeri ve ekonomik sorunlar, gücün belirleyiciliği, ticari rekabet, uluslararası sermaye hareketleri ve pazar çatışmaları, boyutları büyümüş sorunlar olarak niteliği değişmeden sürüyor. Yüzyıl başındaki İngiltere’nin yerini bugün ABD aldı. İngiltere–Fransa sömürgeciliğine karşı Alman tepkisinin yerinde şimdi, ABD–Japonya–Almanya çekişmesi var. Yüzyıl başında dünyanın temel paylaşım alanları ve çatışma bölgeleri, Ortadoğu ve Balkanlar (Türkiye) ile Uzak-Doğu (Çin) idi. Şimdi Çin’in yerini Orta Asya ülkeleri aldı. Türkiye kendisini Çin’den daha önce kurtarmıştı, ancak bugün neredeyse aynı yere geri döndü.

17 Nisan 2016 Pazar

ATATÜRK’TEN SONRA CHP


 

Milletler, egemenliklerini geçici bile olsa bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar milletin hayatına giderilmesi mümkün olmayan zararlar verebilir.”                                                                            Mustafa Kemal Atatürk- Ocak 1923


14 Nisan 2016 Perşembe

JÖN TÜRKLER, PKK VE AKP



Jön Türkler, politik etkileriyle değil, aldıkları adla tanındılar. İkinci sınıf liberal görüşler ileri sürdüler ve her etnik kökenden insanı içlerinde barındırdılar. Ancak, her nedense Jön Türkler olarak tanımlandılar. Kendilerine özgü sağlam bir dünya görüşleri yoktu ve güçlü bir siyasi akım olamadılar. Ancak, günümüzdeki ulus devlet karşıtı politikaları ilk kez onlar dile getirdi. Sayıları ve etkileri azdı ama adlarıyla dünya siyaset sözlüğüne girdiler. Jön Türkler sözcüğü, ilginç bir biçimde, çeşitli dillerde kullanılan evrensel bir tanım oldu. Değişik ülkelerde, düzen karşıtı siyasi sürgünlere, Türk olmamalarına karşın, Jön Türkler denmeye başlandı. (Meksika Jön Türkleri, İran Jön Türkleri gibi)... Jön Türkler; Ahmet Rıza, Mizancı Murat ve Prens Sabahattin başta olmak üzere, merkezi devlete karşı çıktılar, “ademi merkeziyetçilik” adıyla federasyonculuğu savundular. Azınlıkların temsil edildiği yerel meclislerin kurulmasını, buralarda “ayrıcalıklı etnik bir grubun” (Türklerin) olmamasını istiyorlardı. Bu istemler; yüz otuz yıl sonra bugün, PKK'nın ileri sürdüğü “bölgesel özerklik” ve AKP’nin “Yerel Yönetim Yasası” ile “Türksüz anayasa” girişimiyle büyük bir benzerlik içindedir.

13 Nisan 2016 Çarşamba

ATATÜRK'ÜN CHP’Sİ


"Bu ülkeyi yönetmek isteyenler, ülkenin içine girmeli ve bu milletle aynı koşullar içinde yaşamalıdır ki ne yapmak gerektiğini ciddi olarak hissedebilsinler... Bir milletin yönetiminden sorumlu bulunan yöneticilerin kişisel ihtirasları, çekişmeleri, milli ve vatani görevlerin gerektirdiği yüksek duyguların üzerine çıkan ülkelerde, dağılmaktan ve batmaktan kurtulmak mümkün değildir... Sıradan politikacılıkla milleti bölmek ihanettir..."                                                                                                  Mustafa Kemal Atatürk

11 Nisan 2016 Pazartesi

TÜRK BİLİMİNİN DAHİLERİ: HARİZMİ VE ZEKERİYA RAZİ



Harizmi, Türk matematik geleneğini temel alarak; Babil, Helenistik, İbrani, Hint metinlerini inceledi, kuramlar geliştirdi ve yapıtlarını üretti. Çağının çok ilerisinde olan Hisabü’l-Cebr ve L-Mukabele adlı yapıtı, Batıya matematiği öğretti. Logaritma terimi, Batılıların Harizmi’ye verdiği Algoritmi adından türedi. Bu tanım, tüm dillerde algebra, ya da bizdeki cebir biçimiyle kullanıldı... Avrupalılar’ın “gelmiş geçmiş tüm hekimlerin en büyüklerinden biri” dediği ve Paris Tıp Fakültesi’nin Büyük Anfisine (Auditorium Maximum), yontusu (heykeli) dikilen Zekeriya el-Razi (854-932), tıp başta olmak üzere feslefe, matematik, gökbilimi, kimya, eczacılık ve edebiyat dallarında yapıtlar veren bir düşünür, bir bilim dehasıydı.

9 Nisan 2016 Cumartesi

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ (MHP)



Mahkeme, MHP’nin olağanüstü kurultaya gitmesine karar verdi. Parti siyasetinin alabildiğine yozlaştığı günümüz koşullarında, bu kararın ne anlama geldiğini irdelemek gerekir. Bunu yapmanın en yararlı yolu, kuşkusuz MHP’nin nasıl bir parti olduğuna karar vermektir. Ülke, ulusal varlığı içine çeken tehlikeli bir dönemden geçerken, partilerden umudunu kesmeyen oldukça geniş bir kesim, MHP ya da CHP’de yönetim değişiklikleriyle düzlüğe çıkılabileceğine inanmaktadır. Bu görüşü, kabul ya da reddetmek, kuşkusuz partilerin niteliğini incelemekle olasıdır. Ulusal mücadelede, programlar ve ilkeler, kişilerden önce gelir. MHP ve ardından CHP yazılarını bu nedenle yayınlayacağız.

MHP bugün, yöneticilerinin niteliği ve düşünsel yapısıyla partiden çok; kişiye bağlı, ilkesiz ve eylemsiz bir örgüt durumundadır. Parti çalışması, genel başkanlarının Meclis salonlarında yaptığı konuşmalar ve sözcüsünün medyaya yaptığı açıklamalarla sınırlandırılmıştır. Yıllarca savunduğu Türk milliyetçiliği saldırı altındayken, ülkede tehlikelerle dolu bir dönem yaşanırken, parti örgütleri sessizlik içindedir. Ulusal değerlerin yok edilişi olağan dışı bir edilgenlikle yalnızca izlenmektedir. Partilere yaşam veren kitlesel eylem adeta yasaklanmıştır. Genel başkanın uygun göreceği yer ve zamanda yapılacak ve yalnızca kendisinin konuşacağı mitingler, kitle eylemi sayılmaktadır. MHP bugünkü yapısıyla Türk ulusunun gereksinimlerine yanıt verecek, Cumhuriyet’i savunabilecek bir parti olmaktan uzaktır. Bu nedenle geleceği yoktur, yok olması kaçınılmazdır.

7 Nisan 2016 Perşembe

VATAN İÇİN HERKESİN YAPABİLECEĞİ BİR ŞEY VARDIR



Hiçbir yanıltma ve kandırma girişimi, hiçbir baskı ya da göz boyama, toplumsal gerçeği uzun süre gizleyemez. Yaşam en iyi öğretmendir ve gizlenmiş gerçekler, göremeyenlerin önüne çıkmakta gecikmez. Düşünerek öğrenmeyenler, yaşayarak öğrenirler. Ancak, insan olmak, olayları önceden görmeyi ve önlem almayı gerekli kılar. 1919 ve sonrasında bu yapılmıştı, bugün de bu yapılmalıdır.

6 Nisan 2016 Çarşamba

EMPERYALİZM



19.Yüzyılda hemen her iş kolunda ortaya çıkmaya başlayan tekelleşme eğilimi, rekabetin yarattığı serbestlik ortamını ve bu ortamın getirdiği politik kurumları ortadan kaldırmaya ya da yozlaştırmaya başladı. Toplumsal yaşamın biçimlenmesi tekel gereksinimlerine, bilimsel gelişme tekel kazancına bağımlı duruma geldi. Fiyatları artık, serbest piyasa koşullarında oluşan gerçek değerler değil, yüksek kazanç içeren tekel kararları belirliyordu. Üretimin doğal gelişimine uygun olmayan tekel kârı, ekonomik ve politik alanda her türlü geriliğin kaynağı olmuştu. Serbest piyasada rekabetin yerini “güce dayalı ilişkiler” almış; aracılık, tanıtımcılık, lobicilik ve siyasi nüfuzun geçerli olduğu piyasada mali sermaye (finans kapital) başlı başına büyük bir güç olmuştu.

3 Nisan 2016 Pazar

YANITSIZ KALAN SORU: “NE YAPMALI”


Ülkenin içinde bulunduğu ve giderek ağırlaşan sorunlardan kaygı duyanlar, aynı soruyu soruyor ve yanıt arıyor: “Ülkenin durumu iyi değil, ne yapmalıyız”. Tartışmalarda, üç eğilim öne çıkıyor. Bir kesim; koşulların, 1919 koşullarına benzediğini söylüyor ve ulus bütünlüğünü amaç edinen bir anlayışla; toplumun her kesimini içine alan bir örgütlenmenin gerekli olduğunu ileri sürüyor. Onlara göre, Kurtuluş Savaşı öncesinde olduğu gibi; yerel örgütler kurulmalı, kurulu olanlar birleştirilerek genişletilmeli ve halk önderleri yetiştirilmelidir... İkinci eğilim, varolan siyasi partilere girip çalışılmalı; bu partiler, ülkenin ve halkın çıkarlarını savunan partiler haline getirmelidir diyor... Üçüncü eğilim ise; yeni bir parti kurarak, halkın karşısına oy vereceği yıpranmamış bir parti seçeneğiyle çıkmanın doğru olduğunu kabul ediyor.

1 Nisan 2016 Cuma

İSPANYA İÇ SAVAŞI


1 Nisan 1939’da, Cumhuriyetçilerin yenilgisiyle sonlanan İspanya İç Savaşı, “uygarlığın beşiği” Avrupa’da yaşanan bir insanlık dramı, bir vahşet dönemiydi. Emperyalist devletler, gerektiğinde, kendi halklarına karşı da şiddet uygulamış ve zor yöntemlerini, Avrupa’da da kullanmaktan çekinmemişti. Ulusal ya da toplumsal savaşıma girişeceklerin, İspanya iç savaşını incelemeleri ve günümüze yönelik sonuçlar çıkarmaları gerekir. Bu savaş; ilkelerin ve insani değerlerin nasıl kolayca ayaklar altına alındığını, “demokrasi” havarisi ülkelerin demokrasinin yok edilmesine nasıl göz yumduklarını gösteren, çarpıcı bir örnektir. Bu savaş, İspanya topraklarında yapılan bir Avrupa İç Savaşıydı. Savaşa şu ya da bu oranda karışmayan, vatandaşı İspanya’da savaşmayan ülke kalmamıştı. Üç yıl süren savaş sonunda; Bir milyon insan öldü, iki milyon insan tutuklandı ve beş yüz bin insan yurtdışına kaçtı. İspanya; emperyalist ülkelerin, ideolojilerin, sistemlerin ve yeni silahların çatıştığı bir arenaya dönüştü.