30 Ocak 2016 Cumartesi

ORDUYA KUMPAS: ABD VE AB


“20.Yüzyılın ilk elli yılı Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasının yol açtığı değişikliklerle geçti. 21.Yüzyılın ilk elli yılı da Türkiye’nin alacağı doğrultuyla şekillenecektir... 21’nci yüzyıl, Türkiye'nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl belirleyeceğine bağlı olarak şekillenecektir.”
Bill Clinton-Amerika Birleşik Devletleri Başkanı


28 Şubat Süreci

Türk Silahlı Kuvvetleri, 12 Mart ve 12 Eylül parantezlerinden sonra 28 Şubat 1997’de başlayan süreçle, yeni bir döneme girdi ve doğrultusunu, kurtuluşa giden yola çevirdi; Kemalizm’e yöneldi.
28 Şubat, sanıldığı gibi, Milli Güvenlik Kurulu’nun hükümeti gericiliğe ve bölücülüğe karşı uyarmasından ibaret değildi. Türk Devrimi’ni tamamlayacak demokratik bir devinim ve ulus devleti içte ve dışta savunmaya yönelen bir atılımdı. Amerikalılar bu açılıma, “Post Kemalist Girişim” adını vermişti. Türk Silahlı Kuvvetleri, 28 Şubat Kararlarıyla, doğrultusunu herkesin anlayabileceği bir biçimde Kemalizme döndürmüştü.
Türkiye, aynı yıl Milli Güvenlik Kurulu ile Milli Siyaset Belgesini (MSB), Genel Kurmay ile de Milli Askeri Strateji Kavramını (MASK) değiştirdi. Batıyı rahatsız eden ve kaynağını Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anlayışından alan bu yöneliş, küresel güç odaklarının tepkisini çekmemesi olanaksızdı.

Bölge Merkezli Dış Politika

28 Şubat’la başlatılan yeni yöneliş, Sovyetlerin yıkılmasıyla NATO’nun işlevini yitirdiğini saptıyor, Türkiye’nin Rusya başta olmak üzere komşularıyla barışçı ilişkiler kurması gerektiğini söylüyordu. Batıyla ilişkilerin sürmesini ancak aynı zamanda Doğuya da yönelmesini gerekli görüyordu.
Üst düzey komutanlar, ordunun Atatürkçü politikaya dönüşünü gösteren açıklamalar yapıyordu. Uygulamaya dönüşen bu açıklamalar, halka umut ve yön veriyor, Türkiye’de ulusal duyarlılık gözle görülür biçimde yükseliyordu.
Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun, 2001 30 Ağustosu’nda yaptığı açıklama yeni yönelişin en açık bildirimiydi. Şunları söylüyordu: “30 Ağustos Zaferi, Türklerin Anadolu’daki bin yıllık varlığına son vermeyi hedefleyen bir kalkışmayı ezen son yumruktur. Bu zafer, Ulu Önder Atatürk’ün ‘ya istiklal ya ölüm’ şiarıyla kendini bulan bir milletin, azim ve iradesinin bir ödülü ve dünyanın esir milletlerine bağımsızlık mücadelelerinde onlara örnek oluşturan bir zaferdir”. 1

Harp Akademileri ve Seminerler

Harp Akademileri Komutanlığı, 11–12 Ocak 2001 tarihinde, “Avrupa Güvenlik Ve Savunma Kimliği, Avrupa Birliği ve NATO İlişkilerinin Geleceği, Türkiye’ye Etkileri” konulu bir tartışmalı oturum (sempozyum) düzenledi. Açış konuşmasını yapan Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Nahit Şenoğul şunları söyledi. “Dünyanın hassas ve karmaşık durumu karşısında, Türkiye yeni politikalar ve stratejiler belirlemek durumundadır. Eğer Türkiye, bulunduğu coğrafyadaki tarihi; kültürel, siyasi, ekonomik ve askeri birikimi ve gücünden kaynaklanan potansiyeli kullanarak, proaktif (geç kalmayan bir ataklık y.n.) davranıp yeni politikalar ve çözümler üretmediği takdirde, başkaları tarafından üretilmiş çözümleri ve hareket tarzlarını, küçük pazarlık marjları ile kabul etmek zorunda kalacaktır”. 2
Bu mükemmel saptamadan sonra, “Soğuk Savaş Sonrası Güvenlik Anlayışında Dönüşüm” başlıklı bir bildiri sunan Silahlı Kuvvetler Akademisi Komutanı Tuğgeneral Halil Şimşek, günümüz sorunlarından kurtulmanın yolu olarak, Atatürk’ün 1930 yılında yaptığı saptamaların bugün aynen geçerli olduğunu söyledi. Şimşek’in küreselleşmeye yönelik saptaması ise şöyleydi: “Ekonomik gücü üstün olan devletlerin desteklediği yeni küreselleşme stratejisinde kuralsız, kurumsuz ve yozlaşmış yönetimlerin egemen olduğu ülkelerde bölünme; bilim ve teknoloji ile desteklenen kurallı ve kurumlaşan ülkelerde ise bütünleşmenin olacağı anlaşılıyor. Bu gelişmeler gelecekte çatışma ve bölgesel savaşlara da neden olacaktır” 3
Harp Akademisi Komutanlığı bir yıl sonra “Türkiye’nin Çevresinde Barış Kuşağı Nasıl Oluşur” konulu bir sempozyum daha düzenledi. Burada konuşma yapan Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılıç şunları söyledi: “Türkiye’nin, mümkünse Amerika’yı gözardı etmeden, Rusya ve İran’ı da içine alacak biçimde bir arayış içinde olmasında fayda buluyorum”. 4

Türkiye’nin Gücü

28 Şubat kararları ve sonraki Kemalist yükseliş, Washington ve Brüksel’in duymak bile istemediği gelişmelerdi. Türkiye onlar için denetim altında tutulacak ve “elden çıkmasına asla izin verilmeyecek” bir ülkeydi. Türkiye, sahip olduğu Kemalist mirasla; Batı için, ne zaman patlayacağı belli olmayan bomba gibiydi. Ne pahasına olursa olsun, ordusu başta olmak üzere, ekonomi ve siyaseti denetim altında tutulmalıydı. Bunu, işin başında, Türkiye’ye girdikleri 1949 yılında saptayıp açıklamışlardı.
21.Yüzyıl’a girerken, ABD Başkanı Bill Clinton, Türkiye için şu değerlendirmeyi yaptı: “20.yüzyılın ilk elli yılı Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasının yol açtığı değişikliklerle geçti. 21.yüzyılın ilk elli yılı da Türkiye’nin alacağı doğrultuyla şekillenecektir...21’nci yüzyıl, Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl belirleyeceğine bağlı olarak şekillenecektir”.5
Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Daniel John Bendit, Türkiye’nin “Bağdat Yolu” adını taktığı Kemalist yola girebileceğini, bu yönelişin ulus devleti güçlendirerek “Avrupa'dan vazgeçilmesi” anlamına geleceğini söyledi. Böyle bir durumun, Avrupa için büyük bir kayıp olacağını ileri sürdü.6

Söylemler

Ordu’daki Kemalist yönelme, Batıyı telaşlandırmış, her yönden açık ya da örtülü saldırıya geçilmişti. Basında hemen her gün orduyu karalayan yalan haberler çıkıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Doğu Anadolu’da köyleri bombaladığı, Kürtleri toplu olarak katlettiği, bunu yapanların yargılanması gerektiği söyleniyordu.
Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun resmi, Avrupa’da tren istasyonlarında yere yapıştırılıyor, halkın resme basarak geçmesini sağlanıyordu. ABD Senatörü Bred Sherman, Türkiye’de Kürtleri korumak için ABD’nin silahlı güç kullanmasını istiyordu. Fransa Kültür Bakanı Jack Lang, Kürt halkını savunmak için Kosova’da yaptığımızı Türkiye’de yapacağız diyordu.7
ABD Hava Harp Akademisi Türkiye Masası Şefi Albay Michael Robert Hickok, Türkiye’deki yeni yönelişlerden duydukları rahatsızlığı açık biçimde dile getiriyordu. Hickok’un Pentagon’a verdiği rapor, kumpasın nedenini açıklayan belge gibiydi. Şunları söylüyordu: “Kararların Washington ya da Brüksel’de değil Ankara’da belirlenmesi, Milli Askeri Strateji Kavramı’nın Birleşik Devletler’e sorulmadan değiştirilmiş olması ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin post–Kemalist dış politika denemesi, Ankara’yı daha az güvenilir bir güvenlik ortağı yapmaktadır. Türkiye’nin ihtiraslı Ulusal Güvenlik Stratejisi ve kanıtlanmış askeri yetenekleri, tüm bölgede joe-politik yeni bir yapılanmayı zorlamaktadır…” 8
Hickok’un söylemi, Türk ordusuna karşı girişilen eylemler, tutuklamalar, hapisler ve tasfiyelerle anlam kazanmıştır.

Emperyalizmin Korkulu Rüyası: Kemalizm

Batı, Kemalizmin Türkiye’de işlerlik kazanmasından o denli korkmuştu ki, korkunun yarattığı telaşla, yapamayacakları şeyleri bile dile getiriyor, Türk Ordusu’na karşı gözdağı politikası uyguluyordu. Kemalizm ve onun silahlı gücü orduyu 1919’dan beri kendileri için en büyük tehlike olarak görmüşlerdi. Bu tehlikeyi yok edip Türkiye’yi istedikleri biçime getirdiklerine inandıkları bir dönemde, Kemalizmin özüne yönelen ve çağa uyan bir ulusal yükselişle karşılaşmışlardı.
Yetmiş beş yıl aradan sonra ortaya çıkan bu gelişme, kendileri için o denli önemliydi ki, bunu, 21’nci yüzyılda dünyaya yayacakları küresel egemenlik önündeki en büyük engel olarak görüyorlardı. Bunda da haklıydılar. Türkiye bu yönelişte başarılı olursa, adına küreselleşme denilen emperyalist yayılmaya karşı seçenek oluşturabilir, dünya halklarına 20.yüzyıl başında olduğu gibi yeni bir örnek oluşturabilirdi. Büyük bir çekince olarak değerlendirdikleri bu olasılığı, en yetkili ağızlardan açıklıyorlardı.

İhanet Saldırısı

Washington’un planlayıp, iktidarla Fetullahçıların birlikte uyguladığı ve 2008’den sonra devreye sokulan dış bağlantılı kumpasın ana nedeni, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki bu önemli yönelişti.
Washington ve Brüksel, Türkiye’nin NATO’ya girdiği 1952’den beri onlarca yıl, ordunun Atatürk’e yönelmesini önlemek için her türlü yöntemi kullanmıştı. 12 Mart, 12 Eylül’le yaygınlaştırılan, Eşref Bitlis ve başarısız Hüseyin Kıvrıkoğlu suikastlarıyla üst noktaya çıkarılan yıkıcı girişim, 28 Şubat 1997 sürecini önleyememişti. Atatürkçü yükseliş ordu ve bağlı olarak halk içinde büyük bir hızla yayılıyordu. Bu gidişe asla izin verilemezdi.
Dışardan yapılan gözkorkutma girişimleri, etkili olamadı. Seçilmiş işbirlikçiler aracılığıyla içerden saldırıldı ve Dünya tarihinde örneği olmayan bir biçimde, ordu kendi ülkesinde sırtından bıçaklandı. Orduya yön veren yurtsever komutanlar, toplumsal yılgınlığa yol açacak bir şiddetle cezalandırıldı.
Kumpasın sorumluluğu, bir kaç hakim ve polis üzerinden, iktidarla çıkar kavgasına giren “cemaatin” üzerine yıkıldı. Gerçek suçlulardan yani Washington’dan, Brüksel’den ve bunların siyasi işbirlikçilerinden söz eden pek olmadı. Oysa, kumpası tasarlayıp uygulatan merkezler buraları, uygulayan ise yönetim gücünü ele geçiren işbirlikçilerdi. Bu gerçek, yeterince ele alınmadı, neden ve sonuçlarıyla yeterince tartışılıp halk bilgilendirilmedi.

DİPNOTLAR

1           Aydınlık, 03.09.2001
2           “Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Sayın Nahit Şenoğul’un Sempozyum Açış Konuşması”, sf.8
3           “Soğuk Savaş Sonrası Güvenlik Anlayışında Dönüşüm” Tuğgeneral Halil Şimşek, sf.1
4           http://arsiv.sabah.com.tr/2002/03/08/p01.html
5           “Clinton’u Nasıl Okumalı?” Ali Sirmen, 11.11.1999 Cumhuriyet
6           “Europa İstdie Letzte Utopie”, Daniel Cohn Bendit, Tageszeitung, 03.11.2000, ak. Aydınlık, 26.11.2000
7           Mine G.Kırıkkanat, Milliyet 29.05.1999
8           “Stratejik Ortaklık Neden Öneriliyor?” Attila İlhan, Cumhuriyet 22.11.2000


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder