25 Ocak 2016 Pazartesi

KÜRESEL ÖRGÜT AĞI – 7 GÜMRÜK TARİFELERİ GENEL ANLAŞMASI-GATT (1995’ten Sonra: Dünya Ticaret Örgütü-WTO)



Dünya Ticaret Örgütü sözleşmelerinde, ‘yüksek’ amaçlar yer alıyordu. Küresel ticaret gelişecek, üreticiler ürünlerini dünya pazarlarına sunacak, ülkeler ve insanlar varsıllaşacaktı. İnsanlığı geliştirecek evrensel bir düzen kuruluyordu. Demokrasi ve insan hakları dünyanın her yerinde korunacak, dünya barışı, ticaret yoluyla gerçekleştirilecekti... Söylenenlerin sürekli tersi yaşandı. Antlaşmalar yeni anlaşmaları, toplantılar yeni toplantıları izledi ancak sonuçta, yoksullar daha yoksul, varsıllar daha varsıl oldu. WTO uygulamalarıyla üçüncü dünya ülkeleri kendi yerli işletmelerini koruma olanağını yitirirken endüstrileşmiş ülkeler; patent, know-how ve diğer entellektüel marka haklarıyla, korundular. Üçüncü dünya ülkelerindeki patentlerin yüzde 80’den çoğu küresel şirketlerin eline geçti.


Serbestleşme

1947 yılında 23 ülke ABD’nin öncülüğünde bir araya gelerek, Gümrük Tarifeleri Genel Antlaşması imzaladı. Dünya teciminin (ticaretinin) serbestleştirilmesi, ülkeler arasındaki sınırlamaların kaldırılması, gümrük vergilerinin indirilmesi ve korumacı önlemlerin yumuşatılması, anlaşmanın temel amaçlarıydı.
Katılımcı ülkeler arasında, birbirini bütünleyen bir dizi ikili tecimsel antlaşmadan oluşan GATT, dünya teciminin dörtte üçünü elinde bulunduran gelişmiş ülkelerin gereksinimlerine yanıt vermek üzere hazırlanmıştı. Bu anlaşma, bugün yaygın bir biçimde gerçekleştirilmiş olan, ortak pazarların tecimsel alt yapısını oluşturmuş ve Yeni Dünya Düzeni’nin temel anlayışını uygulama alanına sokmuştur.

Gelişmiş Ülkelerin Gereksinimi

GATT koşullarının kabul edilmesiyle, gelişmiş ülkelerden yapılan mal ve sermaye dışsatımı büyük oranda artmıştır. 1945-1950 yılları arasındaki beş yılda, ABD yalnızca dış yardım adı altında dışarıya 28 milyar dolar tutarında büyük bir sermaye aktarımı yaptı.1
Oysa bir asırlık dış yatırım geleneği olan ABD’nin tüm dış yatırımı, 1946 yılında yalnızca 7,2 milyar dolardı. GATT, IMF ve Dünya Bankası gibi anlaşma ve kuruluşların devreye sokulmasıyla bu nicelik 1970 yılında 78.2, 1976 yılında da 137.2 milyar dolara çıkmıştır.2
GATT antlaşmalarının sağladığı dış ticaret kolaylıklarından, yalnızca Amerikalı şirketler yararlanmadı. Avrupa ve Japon firmaları, Amerikalıların hemen ardından dışarıya yaptıkları sermaye dışsatımını yoğunlaştırdı. Avrupalı şirketlerin dış pazarlarda açtığı üretim amaçlı şirket birimi sayısı, 1945 yılında 623 iken 1970 yılında 3023 oldu. Japonya’nın aynı dönemdeki dış şirket sayısı 44’den 521’e, ABD’nin ise 979’dan 4836 ya çıktı.3
1970 yılında tümü gelişmiş ülkelere ait toplam on bin dolayında uluslararası şirket birimi varken bu sayı 1980’de 11000, 1990’da ise 27000’e çıktı. World Investment Report 1994 araştırmasına göre 1986-1990 arasında, yılda 37 milyar dolar sermaye dışsatımı yapan uluslararası şirketler bunu 1993 yılında 160 milyar dolara çıkarmıştır. Bu şirketler 1993 yılında azgelişmiş ülkelerde 12 milyon kişi çalıştırıyordu.4
Bu büyüklükteki sermayeyi dışsatımlayanlarla, dışalımlayan ülkelerin, GATT sözleşmelerinde yazıldığı gibi eşit koşullarla karşılıklı ticaret yapmaları kuşkusuz olanaklı değildi. Antlaşma, doğal olarak hep azgelişmiş ülkelerin zararına işledi.

Eşitsizliğin Onaylanması

GATT sözleşmesinde 1965 yılında yapılan bir değişiklikle, antlaşmada biçimsel olarak yer alan ve uygulanmayan karşılıklı tecim eşitliği ilkesi, sözleşmeden çıkarıldı. Bu tarihten sonra, azgelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki zaten var olan tecim açıkları büyük boyutlara ulaştı.
 Gümrük vergilerinin düşürülmesi ve korumacılığının kaldırılması azgelişmiş ülkeleri açık pazar durumuna soktu, bu ülkeleri yoksullaştırdı. Gelişmiş ülkeler, kişi başına düşen milli geliri 1978-1991 arasında 8 070 dolardan 21 930 dolara çıkararak, 13 860 dolar arttırırken, azgelişmiş ülkeler 200 dolardan 350 dolara çıkarıp yalnızca 150 dolar arttırdı.5 1980-1990 arasında gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere 210 milyar dolarlık kaynak aktarıldığı hesaplanıyor.6

Anlaşmaya Uymayanlar

Gelişmemiş ülkeler, GATT antlaşmasının hükümlerine uyarken gelişmiş ülkeler birçok konuda uymadı ve özel nicelik (miktar) kısıtlamaları ile korumacılığı kendileri için sürdürdü.
Uluslararası serbest ticaretin erdemlerini dilinden düşürmeyen ABD, kendi pazarını en çok koruma altına alan ülkedir. ABD’nin kota ya da başka koruma biçimlerine bağlı dışalım payı, 1975 ile 1992 arasında yüzde 8’den yüzde 18’e çıkmıştır.7

Yeni Çelişkiler

GATT uygulamaları gelişmiş ülkelere önemli ayrıcalıklar getirdi ancak bu ayrıcalıklar kendi aralarında yeni çelişkilerin ortaya çıkmasını engellemedi. Çeşitli yöntemlerle bildirmelik (tarife) dışı korumacılık uygulamasına karşın, ABD Japon ve Alman korumacılığından rahatsız olmaya başladı.
ABD’nin dış ticaret açığı, 1970’lerde, her yıl için yaklaşık 10 milyar dolarken, 1980’lerde her yıl için 90 milyar dolara çıkmıştı. Bu açığın 40 milyar doları Japonya’ya, 10 milyar doları Almanya’ya veriliyordu.
Bu durum ABD kongresinde GATT’a karşı eleştirilerin başlamasına yol açtı. Almanya ve Japonya’nın kendi şirketlerine özendirmeler (teşvikler) sağladığı, Amerikan mallarına kısıtlamalar getirdiği, patent ve copyright (telif hakları) yasalarını uygulatmadığı söyleniyordu. ABD senatörleri, Almanya ve Japonya’nın ürünlerini kendi pazarlarında yüksek bedelle sattığını, böylece ABD pazarını ele geçirmek istediğini ileri sürerek karşı önlem istiyordu.

Gelişim Süreci

GATT, 24 Mart 1948 Havana Sözleşmesi, 1964-1967 Kennedy Raundu, 1973-1975 Tokyo Raundu ve 1994 Uruguay Raundu denilen görüşmelerle geliştirildi. 1994 Uruguay Raundu ve orada imzalanan Marakeş Antlaşması önemlidir. Bu antlaşma GATT’ı yeni bir örgütlenmeye götürdü ve örgüt, 1995’ten sonra, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) adını alarak, daha savaşkan bir yapıya dönüştürüldü.
WTO, gelişmiş ülke yöneticilerince, yeterli yaptırım gücü olmadığı savlanan GATT’ın yerini aldı ve “eksiksiz serbest ticaret ideolojisinin” ödünsüz uygulanması, “korumacılıkla savaş” gibi çarpıcı sözlerle atağa geçti. WTO, 125’e çıkardığı üye sayısıyla, hemen tüm dünyayı etkisi altına alan bir uluslararası örgüt durumuna geldi.
Bir kısım gelişmekte olan ülke ile Rusya ve Çin, önce WTO’ya üye olmadı. Çin’in tavrı ilginçti. Çin WTO’ya üye olmak için, WTO’nin kurallarının değil kendi kurallarının kabul edilmesi koşulunu koydu ve uzun pazarlıklardan sonra üye oldu.

Örgütsel Yapı

GATT’ın uluslararası kuruluşunun merkezi, Cenevre’dedir. Örgütün bir sekreterliği, yılda yaklaşık sekiz kez toplanan bir Temsilciler Konseyi, her yıl “oturum” adıyla toplanan Genel Kurul’u vardır. Ayrıca pazarlama konusunda bilgi vermek ve önerilerde bulunmak amacıyla 1964’de kurulan bir Uluslararası Ticaret Merkezi’ne sahiptir.
Üye ülkelere önerilen ortak gümrük bildirmeliklerinde, azgelişmiş ülkelerde olmayan bu nedenle dışsatımlama olanağı bulunmayan ürünlerde gümrük vergileri düşük tutulur. Ancak, başta madenler ve tarım ürünleri olmak üzere emek yoğun ürünlerde vergiler yüksektir ve ürünlere çoğunlukla kota uygulanır.
WTO, gelişmekte olan ülkelerin bankacılık dizgesine karışmakta ve ulusal akçalı politikaların uygulanmasına izin vermemektedir. Örneğin Uruguay’daki GATT görüşmeleri sırasında Paraguay, finans dizgesinin, kalkınmanın anahtarı olduğunu ileri sürerek, bankacılık sektörünün ulusal nitelikte kalmasında ısrar etmiş ancak ABD bu tutuma şiddetle karşı çıkmıştı. ‘Adaletin’ gerçekleşmesi için yabancı bankaların da yerli bankalarla eşit haklara sahip olması gerektiğini ileri sürmüş, bu isteğe Paraguay’ın direnmesi nedeniyle, GATT görüşmeleri yedi yıldan çok sürmüştür. Sonuçta ABD, Paraguay’da CIA’nın da devreye girerek gerçekleştirdiği bir dizi siyasi karışıklıktan sonra isteğini kabul ettirmiştir.

Kural Belirlemek

WTO, dünya ticaret piyasasının temel yasası niteliğindeki genel kuralları belirler ve uygulanmasını izler. Bu kurallar; tecimdeki nicelik kısıtlamalarının kaldırılmasını, gümrük yönetmeliklerinin uyumlulaştırılmasını ve her üye ülkenin bir başka üye ülkenin isteği üzerine gümrük indirimlerini görüşmesi yükümlülüğünü öngörür. WTO üyesi bir ülkenin, üye olmayan bir ülkeye tanıdığı her gümrük ayrıcalığının WTO üyelerine de tanınmasını koşulunu getirir.
Bunların anlamı şudur; hiçbir üye ülke, kendisine gerekli olan ve uygun fiyatla bulduğu bir malı, kendi gümrüğünde özel indirim yaparak alamaz. Eğer alırsa o indirimi WTO üyesi ülkelere de yapmak zorundadır. Herhangi bir üye ülke hükümeti, ülkesine dışalımlayacağı bir malın niceliğine sınırlama getiremez. Niceliği dışalımcı firma ve pazardaki istem belirlemelidir. Hükümetler, ülkeleri için gereksiz gördükleri bir mala dışalım sınırlaması getiremez. Hiçbir ülke kendi ulusal gümrük yönetmeliklerini uygulayamaz. Tüm ülkelerin uyacağı ortak bir gümrük bildirmeliği geçerli olmalıdır. Üye bir ülke uyguladığı gümrük bildirmeliklerinde indirim isteyen başka üye bir ülkenin istemini görüşmek zorundadır.

Gelişmekte Olan Ülkeler

GATT kurallarının, gelişmekte olan ülkelere çok yönlü zararlar vereceği işin başında belliydi. Başlangıçta kurallar katı değildi, yine de antlaşmaların gelişkin ülkelere hizmet edeceği açıkça görülüyordu. Bu nedenle birçok ülke GATT’a katılmamıştı. Katılımı arttırmak için, antlaşma nedeniyle yerli üreticilerinin zarara uğradığına inanan ülkelerin antlaşma maddelerinde değişiklik isteme hakkı kabul edilmişti.
Ancak, böyle bir hak gerçek anlamda, hiçbir zaman kullanılamadı. GATT’la birlikte birçok uluslararası anlaşmaya imza atan gelişmekte olan ülkeler, kısa bir süre içinde hiçbir istemde bulunamayacak kadar bağımlı duruma gelmişti.

Ortak Pazar Oluşumu ve GATT

Üçüncü ülkelere özel gümrük indirimi yapılmasını yasaklayan GATT, bu yasağı, herhangi bir ortak pazar ya da serbest ticaret bölgesinin üyesi olan ülkeler için kaldırmıştır. Ortak pazarların oluşturulmasını özendirmek için kabul edilen bu uygulamaya göre; üye ülkeler, herhangi bir gümrük birliğine katılmış olan ortak pazar üyesi ülkelere, GATT üyesi olsun ya da olmasın, ‘tercihli gümrük vergisi oranları’ uygulayabilecekti.
Üyelere tanınmayan haklar üye olmayanlara tanınıyordu. Bu tür çekici uygulamalarla örgüte yakınlaştırılan ülkeler, üye olduktan sonra bu küçük ayrıcalığı yitiriyordu. Dünyayı saran her çeşit küresel örgütün herhangi birine takılan bir ülke kaçınılmaz olarak başka örgütlere de teker teker üye olmak zorunda kalıyordu.

Tepkiler

GATT uygulamalarının ekonomileri üzerinde yaptığı olumsuz etkiyi gören kimi azgelişmiş ülkeler, uygulamalara karşı çıkmaya başladı. Bu ülkeler, 1964 yılında Cenevre’de bir araya gelerek, Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nı (UNCTAD) kurdu.
Bu tepki, gelişmiş ülkelerin geri adım atmasına neden oldu. GATT, 1965 yılında aldığı bir ilke kararıyla, gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerle yaptığı tecimde, karşılıklı zorunluluğun her zaman gözetilmeyebileceğini kabul etti. Ancak, o günün koşulları nedeniyle alınan bu karar yeterli uygulama olanağı bulamadı ve yalnızca karar olarak kaldı.
Gelişmiş ülkeler çalışmalarından rahatsızlık duydukları ve bir BM örgütü haline gelen UNCTAD’a sürekli olarak karşı çıktı. UNCTAD azgelişmiş ülkelerin sorunlarına yönelik, özellikle hammadde kaynaklarının ülke yararına değerlendirilmesi yönünde çalışmalar yapıyordu. Üyelerinin haklarını ısrarla savunan Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC), 100 azgelişmiş ülkeyi örgütleyen UNCTAD’a örnek olmasından çekinen gelişmiş ülkeler bu örgüte karşı olumsuz bir tutum içine girdi.
UNCTAD’ın 1979 yılındaki Manila Toplantısından sonra tutum sertleştirildi. Daha önce kabul edilen kimi ilke kararları iptal edildi; UNCTAD’ın ilgi alanının, dış tecim sorunuyla sınırlı kalmasına çalışıldı. Bu alanın hammadde kaynakları, ulusal ekonomik politikalar, kalkınma stratejileri gibi konuları kapsaması eğilimine kesinlikle karşı çıktılar.

Karşıtlık Artıyor

Dünya Ticaret Örgütü’nün uygulamalarına karşı çıkanlar giderek artmakta ve eleştirilere, özellikle 1990’dan sonra gelişmiş ülkelerden de katılım olmaktadır. Kârlılığı arttırmak için yaygınlaştırılan WTO uygulamalarında; hiçbir kuralın tanınmaması; küçük işletmeleri, çiftlikleri, işçileri ve çevreyi koruyan yasaların çiğnenmesi; küresel şirketlerin denetlenmemesi, yapılan eleştirilerde birleşilen noktalardır.
Amerikalı ekonomistler Richard J.Bernet ve John Cavanagh’a göre, WTO yöneticileri seçimle işbaşına gelmemiş kimliği belirsiz bürokratlardır. Bunlar, yerel yasalar, tüketici ve işçi hakları, çevre koruma düzenlemeleri konusunda uluslarüstü kural koyucular durumuna gelmişlerdir. Mal ve sermaye dolaşımına engel olarak gördükleri yerel uygulamaların yürürlükten kaldırılmasında kendilerini yetkili görmektedirler. WTO kararları; tüketicileri, çevreyi ve yerel çıkarı koruyan yasaları uygulamayarak gözardı edilmesini istemektedir.8

DİPNOTLAR

1          “Us Dept. of Comm.Foreing Aid by the US Government”, 1940-51, Washington D.C. 1952 ak. Nuri Yıldırım “Uluslararası Şirketler” Cem Yayınevi, İstanbul 1972, sf.69
2          SCB, Oct. 1975 sf. 50; Aug. 1977, sf.42-45, Wilkinns (1974) sf.31,55,182,283 ve 330 ak. a.g.e. sf.84
3          Curhan - Vaupel (1973) sf.74-103 ak. a.g.e. sf.83
4          World Investment Report 1994, ak. Ergin Yıldızoğlu “Globalleşme ve Kriz” Alan Yayıncılık, 1996, sf.15
5          “Değişim, Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi” Gencay Şaylan, İmge Yay., sf.174
6          a.g.e. sf.177
7          “New York Times” 26.01.1992 ak. R.J.Barnet-J.Cavanagh “Küresel Düşler” Sabah Yay., sf.136

8          “Küresel Düşler” R.J. Barnet-J. Cavanagh, Sabah Yay., 1995, sf.277

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder