22 Ocak 2016 Cuma

KÜRESEL ÖRGÜT AĞI - 5 AKÇALI (MALİ) ÖRGÜTLER


ABD, Marshall Planı’yla mal ve para satarak kazanç sağlamanın yanında Avrupa’da politik etkinliğini arttırıyor ve bu büyük pazarda içsel bir olgu durumuna geliyordu. Avrupa ise, kalkınmak için gereksinim duyduğu ürün ve sermayeye kovuşuyor, savaşın yıkıcı etkisinden kurtulmaya çalışıyordu. Nitekim, köklü bir sanayileşme ve üretim birikimi olan Avrupa ülkeleri, ne denli yıkılmış olsalar da; aldıkları krediyi çok hızlı bir biçimde üretime yönlendirdi ve kısa sürede eski endüstriyel gücüne ulaştı.

Marshall Planı: Avrupa Kalkınma Programı

2.Dünya Savaşı’nın ağır yitikleri, birçok Avrupa ülkesinde yaşanan toplumsal çöküntüyü, düzen sorunu durumuna getirmiş, ekonomik yaşam neredeyse durmuştu. Dünyanın en varsıl kıtası, açlık ve hastalıkla boğuşuyordu. Siyasal ortam karışıktı. Polonya, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Bulgaristan, Yugoslavya ve Arnavutluk, Sovyetler Birliği’nin etki alanına girerek Batıdan kopmuştu. Almanya bölünmüş, Fransa ve İtalya Komünist Partileri kitlesel bir güce ulaşmıştı. Yunanistan’da iç savaş sürüyordu. Avrupalı seçmenler, Komünist Partilere yönelme eğilimi taşıyordu.
ABD hükümeti, Avrupa’nın içinde bulunduğu koşullardan rahatsızlık duyuyor ve bu büyük pazarın bir an önce canlandırılmasının gerektiğine inanıyordu. Amerikalıların elinde, yatırılacak pazar arayan büyük nicelikte sermaye birikmişti ve bu sermaye büyük oranda Avrupa pazarına akacaktı.

Sovyet Karşıtlığı ve Yardım

Marshall Planı, böyle bir ortamda ortaya çıktı. Ekonominin canlandırılması, ideolojik karşıtlıkların dizginlenmesi, siyasi dengenin sağlanması ve artan Sovyet gücüne karşı Batı Avrupa’nın güçlendirilmesi, ABD çıkarlarını dolaysız bir biçimde ilgilendiriyordu. Plan bu amaçlarla gündeme getirildi.
ABD Savunma Bakanı General George C.Marshall, 25 Haziran 1947’de Harvard Üniversitesi’nde verdiği konferansta; Avrupa’nın, çekincesi altında bulunduğu komünizme karşı korunması gerektiğini, bunun Birleşik Devletler’in çıkarlarına uygun düştüğünü belirterek, Avrupa’da ekonomik yaşamın canlandırılması gerektiği yönünde görüşler ileri sürdü.
Bunlar gerçekte ABD Hükümetinin görüşleriydi. ‘Yardım’ yapılacak ülkeler belirlenmiş, kapsamı önceden saptanmıştı. Nitekim Marshall’ın açıklamasından bir ay sonra, 16 Avrupa ülkesinin katıldığı bir konferans düzenlendi ve bu konferansta, Avrupa’nın ekonomik sorunlarını belirleyen bir yazanak yayımlandı. Bu yazanak, daha sonra bir izlenceye dönüştürülerek yasalaştırıldı ve Truman’ın onaylamasıyla, 1948 yılında, dört yıllık bir süre için, uygulamaya sokuldu.

“Avrupa Kalkınma Programı”

Avrupa Kalkınma Programı’nın (Marshall Planı’nın resmi adı) yürütülmesi, bir ABD kuruluşu olan, Ekonomik İşbirliği İdaresi (ECA) ile bir Avrupa kuruluşu olan Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne (OEEC) verildi. Bu beraberlikte ECA Kredi verici, OEEC ise alıcı olarak çalıştı. Hükümetlerarası borç alışverişini düzenlemek için Export-İmport Bank (Exim-bank) devreye sokuldu. Uygulamalarla ABD doları Avrupa ülkelerinde en etkin para durumuna geldi.
Verilen kredilerle Amerikan mallarının alınması yönünde çeşitli uygulamalar düzenlendi. Dünya Bankası’nın kredilerin kullanılması konusunda azgelişmiş ülkelere uyguladığı kaba dayatmalar, Avrupalı ülkelere yapılamayacağı için, yumuşatılmış düzenlemelere gereksinim vardı.
Marshall Yardımı alan bir Avrupa ülkesi, ABD ürünleri satın alması durumunda, bunların bedellerini dört yıl sonra ödüyor, böylece aldığı yardımı serbest kullanımda tutabiliyordu. Bu işleyiş o günkü koşullarda, gerek Avrupa ülkelerine, gerekse ABD’ye uygun geliyordu.

Yatırıma Yönelen Kredi

ABD, mal ve para satıp kazanç sağlamanın yanında politik etkinliğini arttırıp büyük Avrupa pazarında içsel bir olgu durumuna geliyordu. Avrupa ise, kalkınmak için gereksinim duyduğu ürün ve sermayeye kovuşuyordu. Nitekim, köklü bir sanayileşme ve üretim birikimi olan Avrupa ülkeleri, ne denli yıkılmış olsalar da; aldıkları krediyi çok hızlı bir biçimde üretime yönlendirdi ve kısa sürede eski endüstriyel gücüne ulaştı.
OECD’ye üye 16 Avrupa ülkesi, Marshall Planı çerçevesinde kredi kullandı. Dört yıllık süre içinde kullandırılan toplam kredi tutarı 12 milyar dolardı. Bu tutarın çoğunluğu geri ödemesiz kredi, kalanı düşük faizli borç biçimindeydi. Avrupalılar kredileri özellikle petrokimya ve çelik sanayisine yatırdı ve bu dallarda büyük üretim artışı sağladı. OECD’ye üye 16 ülkenin, gayrisafi milli hasılalarında (GSMH) dört yıl içinde yüzde 15-20 oranında artış görüldü.1

Türkiye’nin Tavrı

Bu tür anlaşmalara katılmaya çok istekli olan Türkiye, yardım kapsamına alınmamış olmasına karşın, 1947 yılında düzenlenen konferansta 615 milyon dolar yardım istemiş ancak bu isteği savaştan zarar görmediği gerekçesiyle geri çevrilmişti.
Türk hükümeti bu kez doğrudan ABD hükümetine başvurmuş ve yardım isteğinde bulunmuştur. Bu isteği olumlu karşılayan ABD ile 4 Temmuz 1948’de Ankara’da imzalanan antlaşmadan sonra Türkiye, 1948-1952 arasında Marshall Planı çerçevesinde toplam 351,7 milyon dolar kredi aldı.2

Amerikan Çıkarı

Marshall Planı, tam anlamıyla Amerikan çıkarlarına dayanan bir uygulamaydı. Temel amacı Avrupa’da etkin olmak ve Sovyetler Birliği’nin gelişen etkisini önlemekti.
Bu amaçla, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerine de, Marshall Planı çerçevesinde akçalı yardım yapılmak istenmiş, ancak bu istek ilgili ülkelerce kabul edilmemişti. Soğuk Savaş bundan sonra başlatılmış ve uzun yıllar yoğunlaştırılarak sürdürülmüştür. Marshall Planı, parayla bağlayamazsan zorla, anlayışının başlangıcı olmuştur.

Avrupa’nın Rahatsızlığı

Amerika’dan Avrupa’ya Marshall Planı ile başlayan sermaye göçü, çok geçmeden Avrupa ülkelerini rahatsız etmeğe başladı. Rahatsızlık, kalkınma rakamlarının yükselişiyle düz orantılı olarak artıyordu. Ekonomik ilişkilerde artış gösteren bağımlılıklar, ‘karşılıklı işbirliğinin’ tek yanlı işleyen mantığı ve dolaylı da olsa tecimsel zorlamalar, ABD yardımına karşı, gittikçe genişleyen bir karşıtçılığın oluşmasına yol açtı.
Hızla kalkınan Avrupalılar, ikinci sınıf kapitalist ülke konumunda kalmak istemiyor ve önce Avrupa pazarında daha sonra da tüm dünyada, ABD ile ekonomik yarışa girmenin yollarını arıyordu.
Batı Avrupalılar, yarışma umutlarını, uygulamaya sokmakta gecikmedi. Fransız gazeteci J.J.Servan Schreiber, 1968 yılında şunları yazıyordu: “Amerikan şirketleri, 1958’den bu yana, Batı Avrupa’da yeniden on milyar dolarlık bir yatırım yaptı. Bu ABD’nin bütün dünyadaki yatırımlarının üçte birinden daha çoktur. Bu dönemde, Amerikalılar’ın yabancı ülkelerde kurduğu 6 bin yeni işin yarısı Avrupa’da kurulmuştur. Avrupa’daki ABD yatırımlarının yüzde 90’ı, yalnızca Avrupa kaynaklarına dayanılarak yapılmaktadır. Daha açık bir deyimle, Amerikalılara bizi satın alsınlar diye para vermekteyiz”.3

Karşıtlıklar Artıyor

Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC) Marshall Planı sona erdikten sonra da varlığını sürdürdü ve birçok kuruluşun oluşmasına kaynaklık etti. Marshall kredilerinin alınmasında başrolü oynayan bu örgüt giderek ABD korumanlığından (vesayetinden) kurtulmanın bir aygıtı gibi çalıştı.
ABD yatırımlarına giriş serbestliğinin artması durumunda, özellikle yüksek teknoloji alanlarında; Avrupa endüstrisinin taşeron, Avrupa’nın da bir uydu durumuna düşeceği, yüksek sesle söylenmeğe başlanmıştı.4
İngiltere Başbakanı Harold Wilson, 1967 yılında Strasburg’da verdiği bir demeçte şöyle söylüyordu: “Korkarım ki günün birinde Avrupa yeni bir ekonomik köleliğe düşecektir. O zaman biz, yalnızca modern ekonominin gerektirdiği konvansiyonel ürünleri yapmakla yetinecek ve böylece 1970-1980 yıllarından sonraki endüstri çağını etkileyecek bütün ileri teknoloji kollarında Amerikan endüstri sisteminin bir uydusu haline geleceğiz”.5

Önlem

ABD, kendisine yönelik eleştirilerin artmasına seyirci kalmadı ve Avrupa politikasında, köklü bir değişime gitmeden, yeni bir ekonomik örgütlenme biçimi geliştirdi. Kendisiyle birlikte Kanada’nın da katıldığı Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nü (OECD) kurdu. OECD, OEEC’nin yerini aldı.

Türkiye

Avrupa ülkeleri, Marshall Planı’nın olumsuz etkilerinden kendilerini hızla kurtarırken, Türkiye bunu yapmadı. Kredilerin verimsiz kullanımı, uluslararası ilişkilerdeki yetersizlik ve dünya siyasetini kavrayamayış, Türkiye’yi ulusal politika yürütemez duruma getirdi.
Her borç yeni bir borcun nedeni, her yeni anlaşma yeni bir bağımlılık anlaşmasının gerekçesi oldu. Marshall Planı, Türkiye’nin ekonomik alanda Kemalist politikadan kopuş anlamına geldi.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü-OECD

Marshall Planı 1952’de sona erdi ancak plan uygulamalarında eşgüdümü sağlama görevi yapan, Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC) varlığını sürdürdü. Marshal Planı ortadan kalkmıştı ancak amaç tam olarak gerçekleşmemişti. Bunu OEED üstlendi ve Avrupa’daki ABD yatırımlarının düzenlenmesi işleviyle donatıldı.
Ancak, Batı Avrupa, savaşın yıkımını üzerinden atmış ve hızlı bir kalkınma sürecine girmişti. Kendisini ‘toparlayan’ Avrupa sermayesi, yoğunlaşan ABD yatırımlarından rahatsız olmaya başlamıştı. OEEC bir Avrupa kuruluşuydu ancak ABD yatırımlarıyla uğraşıyordu.
Avrupalılar, bağımsız ekonomik varlığını koruyup geliştirmek için, 1957 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kurdu. Avrupa’ya büyük boyutlu sermaye yatırmış olan ABD’nin, bu örgüte girmesi olanaklı değildi. Bu nedenle, temel görevi, Avrupa-ABD ekonomik ilişkilerini düzenlemek olan yeni bir örgüte gereksinim vardı. Bu gereksinimi karşılamak üzere 14 Aralık 1960’da, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) kuruldu.

Yeni Örgüt

OECD üyeliği, Avrupa ülkeleri ve ABD ile sınırlı kalmadı. Üye ülkelerin denizaşırı bağlantıları nedeniyle, örgüte katılmaları istenen, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda (ABD’nin sadık dostları) ile sonradan Japonya örgüte alındı. Örgütün Avrupalı üyeleri şunlardır: Avusturya, Belçika, Danimarka, Almanya, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda, Luxemburg, Norveç, Portekiz, Yunanistan ve Türkiye.
Örgütün yazılı amaçları; yaşam düzeyini yükseltmek, bunun için ekonomik büyüme gerçekleştirerek yeni iş alanları açmak, akçalı denge sağlamak, uluslararası tecimi geliştirmek, ülkeler arası sermaye akışını serbestleştirmek ve bu yönde işbirliği yapmaktı.
Uluslararası anlaşmaların tümünde olduğu gibi OECD’de de, ‘işbirliği’ kavramı gerçek anlamıyla ancak, gelişmiş ülkeler arasında söz konusuydu. OECD, gelişmiş ülkelerin yarattığı küresel örgüt ağının bir parçası olarak her zaman onların önceliklerini temsil etti. Azgelişmiş ülkelere ise, IMF izlencelerine uygun düşmeyen, herhangi bir ekonomik yardımda bulunmadı. Azgelişmiş ülkelere karşı alınan ekonomik boykot, akçalı soyutlam ve engelleyim (ambargo) kararlarına tam olarak uydu. OECD, konum ve özgürlüğü ekonomik gücün belirlediği bir varsıllar örgütüydü. Türkiye’nin burada, acaba ne işi vardı?...

Danışma Örgütü

Kararları bağlayıcı olmayan OECD, görünüşte bir danışma kuruludur. İzlencelerini; çeşitli görüşmeler, seminerler, konferanslar ve yayınlar yoluyla gerçekleştirir. Kararların oybirliği ile alınma zorunluluğu herhangi bir sorun yaratmaz. Çünkü temel politikaları belirleyen en büyüklerin kararlarına karşı çıkmayı kimse aklından geçirmez.
Türkiye dışındaki tüm üyeler, varlık ve geleceklerini birbirine bağlamış, aynı yolun yolcusu varsıl ülkelerdir. Onları birleştiren ortak payda, 3.Dünya ülkeleri başta olmak üzere dünya pazarlarından, güçleri oranında yararlanmalarıdır. Kendi aralarındaki çelişkileri, belirli bir düzen içinde denetim altında tutarlar ve azgelişmiş ülkelere karşı kesinlikle birlikte hareket ederler.

Yükümlülükler

OECD üyesi ülkelerin ticari yükümlülükleri, diğer uluslararası örgütlerde olduğu gibi, GATT ile sınırlıdır. Örgüt, yıllık olarak atanan 14 temsilcinin katıldığı Temsilciler Komitesi, yılda bir kez toplanan ve tüm üye ülkelerin bakanlarının toplandığı Konsey ile temel çalışma ve özel çalışma komitelerinden oluşur. Ana organ Konsey’dir.
Konsey, Yönetim Kurulu ile uygun gördüğü sayıda çalışma komitesi kurar. Ekonomi Politika Komitesi, Tarım Komitesi, Ekonomik Gelişmeleri ve Sorunları İnceleme Komitesi ile Maliye Komitesi çalışmakta olan kimi komitelerdir. Örgütün ayrıca beş yıl için seçilen bir genel yazmanı vardır.

Bilgi Merkezi

OECD, dünya ekonomik dizgesinin; çok okuyan, çok araştıran ve çok yazan beyni gibidir. IMF, Dünya Bankası, GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Antlaşması) başta olmak üzere, tüm uluslararası örgütler ve hükümetlerle ilişki içindedir. Genel sayımlamalar, tarım, sermaye piyasaları, vergi yapıları, enerji kaynakları, çevre kirliliği, eğitim gibi pek çok alanda araştırma ve incelemeler yapar.
Dünyanın en büyük ekonomik veri bankasıdır. Her yıl çeşitli konularda on bin sayfayı aşan yayın yapar. Küresel tecimsel ilişkilerin geliştirilmesi için, stratejik önermelerde bulunur. İki ayda bir yayınlanan The ORCD Observer adlı örgüt dergisi, herkesin yararlandığı zengin bir bilgi kaynağıdır. OECD, ayrıca her üye ülke için, yıllık ekonomik değerlendirmeler yayınlar.
Üye ülkeler ve gelişmekte olan üye olmayan ülkeler arasında, sağlıklı bir ekonomik ilişkinin geliştirilmesi ve gelişmekte olan ülkelere yapılacak yardımları düzenlemek, örgütün önem verdiği konulardır. Ayrıca, üye ve üye olmayan ülke pazarlarını alım gücünü arttırarak daha çok dışa açmak, az gelişmiş ülkeler üzerindeki ekonomik-mali denetimin ortaklaştırılması, dünyadaki bütün ekonomik anlaşmaların izlenerek değerlendirilmesi, ulusal ve uluslararası her konuda bilgi toplamak, örgütün çalışma alanlarıdır.

“Çok Taraflı Yatırım Anlaşması”

Fransa dahil birçok ülkeden tepki gören Çok Taraflı Yatırım Anlaşması (MAI) bir OECD önerisidir. Uluslararası şirketlere kolaylıklar getiren bu öneriye göre, herhangi bir ülkeye yatırım yapan uluslararası şirketler, o ülkenin yasalarına karşı sorumlu olmayacaktı.
Hükümetlerin aldığı kararlardan zarar gördüğüne inanan şirketler, uluslararası mahkemeye başvurabilecek ve hükümetler çıkan kararlara uyacaklardır. Anlaşmayı imzalayan ülke, örgütten beş yıl çıkamayacak, çıktıktan sonra ise anlaşma hükümlerini on beş yıl daha uygulamaya devam edecektir. Dünya Ticaret Örgütü Başkanı MAI için; “Tek bir küresel ekonomi için ortak bir anayasa hazırlıyoruz” diyordu.6
Türkiye her uluslararası örgüte olduğu gibi OECD’ye de hemen üye oldu ve ne işe yarayacağını bile anlamadan girdiği bu örgütün ilk üyeleri içinde yer aldı. Konuşulan konuları kavramaktan uzak bakanlarını her yıl Konsey toplantısına gönderdi. Diplomatik pasaportla seyahat etmenin heyecanıyla Paris’e giden bu bakanlar, önlerine sürülen ve içeriğini anlayamadıkları karar metinlerini, gözü kapalı imzaladılar.

DİPNOTLAR

1                “Marshall Planı” Ana Britannica, 20.Cilt, sf.81
2                a.g.e. sf. 81
3                “Amerika Meydan Okuyor” J.J. Servan Schreiber, Sander Kit., 2.Bas., 1968, sf.26
4                a.g.e. sf. 37
5                a.g.e. sf. 86

6                The Guardian, 13. 02. 1998 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder