6 Ocak 2016 Çarşamba

AVRUPA GÜÇ DURUMDA


Avrupa’da giderilemeyen ekonomik ve toplumsal bir bunalım yaşanıyor. Pazar gereksinimini karşılamak için oluşturulan Avrupa Birliği, büyüklerin özellikle Almanya’nın etkisi altına girmiş durumda. Fransa ve İngiltere durumdan rahatsız. Kimilerine göre geleceği olmayan AB oluşumu sorunları çözemiyor. Yabancı düşmanlığına dayalı ırkçılık ve milliyetçilik yayılıyor. Ekonomik göstergeler olumlu değil. Orta sınıf küçülüyor, yoksulluk artıyor. Yunanistan, Portekiz, İrlanda, İtalya ve Fransa başta olmak üzere AB ülkeleri akçalı (mali) sorunlarla boğuşuyor. Buna karşın, Türkiye’de Avrupa Birliği’nin peşine takılanların tutumlarında bir değişiklik yok. Sesleri şimdi daha az çıkıyor ancak tek yanlı Gümrük Birliği’nin yıkıcı sonuçlarından söz eden yok.


Yakın Geçmiş

Avrupalılar, 20.yüzyıl içinde birbirleriyle iki kez savaştı, bu savaşlar ölçüsüz zarara yol açtı. Her iki savaşın da nedeni, ekonomik yarış (rekabet) ve pazar paylaşımıydı. Paylaşım savaşlarının yol açtığı yitiği birlikte yaşayan Avrupalılar, pazar gereksinimini silahlı çatışmaya varmadan çözebilmenin yol ve yöntemlerini aradılar. Bu arayışın somut sonucu Avrupa Birliği oldu.
Her iki savaşın da temelinde, büyük bir sanayi gücüne ulaşan ancak bu güce yeterli sömürgesi bulunmayan Almanya, ABD ve Japonya’nın dış pazar gereksinimleri vardı. 20.Yüzyıl başında Dünya’nın büyük bölümünü sömürge haline getirmiş olan İngiltere ve Fransa, sahip oldukları egemenlik alanlarını korumak, öbürleri ise bu alanlardan pay almak istiyordu; dünya yeniden paylaşılmalıydı, birinci savaşın nedeni buydu.
İkinci Dünya Savaşı, birincisinin yinelenmesi gibiydi. Avrupa’yı “yerle bir” eden savaş elli milyon insanın ölümüne neden oldu. Birinci Savaştan sonra kurulan ve “yalnız” olan Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu Avrupa’nın tümünü ele geçirdi, azgelişmiş ülkeler üzerindeki etkisini arttırdı ve süper bir güç durumuna geldi. Her iki savaşta da uğrunda savaşılan, on milyon kilometrekarelik toprağı ve bir milyar nüfusuyla Çin sömürge olmaktan kurtuldu ve “sosyalist” bir düzen kurmaya girişti. Batılılar için “yitik” gerçekten çok büyüktü.

Sıcak Çatışmadan Kaçınmak

Batının devlet yetkilileri ve onlara yön veren sermaye güçleri, aralarında yapacakları üçüncü bir savaşın kendi varlıklarının sonunu getirebileceğini gördüler. Savaşlardan sonra dünyaya verilecek yeni biçimde, herkese yetecek, ortak kullanılacak ve sürekli olacak bir pazar işleyişinin kurulması gerekiyordu.
Ancak, “daha çok üretim, daha çok kâr ve sürekli kâr” işleyişinin geçerli olduğu sermaye düzeninin sürekliliği demek, “sonsuz genişlikte bir pazarın” yaratılması demekti. Oysa ülkelerin ve dünyanın sınırları sonsuz değildi.
Belli dönemlerde güçlenerek ülkeleri ele geçirenler, daha sonra zamana ve gelişim ayrımına bağlı olarak, ele geçirdikleri ülkelerden pay isteyen güçlü rakiplerle karşılaşıyorlardı. Bu ise çatışma demekti ve çatışma, emperyalist politikanın zorunlu bir sonucuydu. Tekelci kapitalizm var oldukça çatışma kaçınılmazdı ancak ertelenmesi ya da geciktirilmesi belki mümkündü. Genişletilmiş ortak pazarlar, bu amaca hizmet edebilirdi.

Pazarı Ortak Kullanma

 Silahlı çatışmadan kaçınmak için geliştirilen “ortak pazar” girişimi, büyük güçler arasındaki ticari yarışı ortadan kaldırmadı ancak batılı devletlerin kendi aralarındaki yeni bir silahlı çatışmayı, elli yılı aşkın bir süre ertelemeyi başardı.
Avrupalılar bu “başarıyı”, 15 Aralık 2001’de yaptıkları Laeken Zirvesinde devlet başkanlarının imzasıyla yayınladıkları Bildiride şöyle dile getirdiler: “Avrupa Birliği bir başarı öyküsüdür. Yarım yüzyılı aşkın bir süredir Avrupa barış içinde yaşıyor.

Ortak Pazar Sorunları Çözmüyor

Avrupalılar, yarım yüzyılı çatışmasız geçirmelerine seviniyor ancak çok güvendikleri Avrupa Birliği oluşumu giderek artan sorunlar yaşıyor. Daralan dünya pazarları, yeğinleşen (şiddetlenen) uluslararası yarış, işsizlik, üretimsizlik ve sosyal güvenlik sorunları büyüyen dalgalar halinde Avrupa’yı sarıyor. Avrupa kendini; ABD, Japonya ve Çin’e karşı korumaya çalışıyor. ABD ile yapmayı düşündüğü serbest pazar girişimi sorunları çözmeyecek belki de arttıracaktır.

Sorunlar

Avrupa Birliği’nin önünde tarım başta olmak üzere çözülmesi gereken pek çok sorun var. Dünya pazarları, hala yeterince geniş değil. Ekonomik yarışçılar güçlü, işsizlik başta olmak üzere sosyal sorunlar durmadan artıyor. Özellikle Almanya ve Fransa arasında; nükleer enerji, silahlanma, AB bütçesine katılım ve tarım destekleme izlenceleri konusunda ciddi düşünce ayrılıkları var. Başta Yunanistan, İspanya, İtalya ve Fransa olmak üzere AB ülkelerinde büyük boyutlu akçalı bunalım sürüyor.
Üye ülkelerin kullanımına açılan alım gücü yüksek, geniş bir pazar yaratılmıştır ancak pazardan yararlanma olanağı eşit değildir. Almanya’nın ekonomik gücü başta Fransa olmak üzere AB’nin diğer üyelerini rahatsız etmektedir. Almanya, Avrupa Birliği’ni arka bahçesi durumuna getirmek üzeredir.

Gelir Dağılımı Giderek Bozuluyor

Toplumsal gönencin göstergesi olan gelir dağılımındaki dengesizlik AB ülkelerinde hızla artıyor. İngiltere’de en varsıl yüzde 20’nin toplam gelir içindeki payı 1975–1985 arasındaki on yılda yüzde 38’den yüzde 42’ye çıkarken, aynı dönemde en yoksul yüzde 20’nin payı yüzde 6.6’dan yüzde 6.1’e düştü. Fransa ve Almanya’da durum ayrımlı değil.
Dünya gelir dağılımında, varsıl ve yoksul ülkeler düzeyinde yaşanan dengesizliklerin hemen aynısı, gelişmiş ülkelerde sınıflar arasında yaşanıyor. Bu gelişmeden rahatsız olanlar, artık yalnızca küreselleşme işleyişini eleştirenler değil. “varsıllar Kulübü” OECD yetkililerinden Mark Pearson şunları söylüyor: “Sermayeden elde edilen gelirde büyük artış var ama bu çok eşitsiz olarak dağıtılıyor”.1

Varsıl Ülkelerin Yoksul İnsanları

Birleşmiş Milletler Sosyal Kalkınma Enstitüsü’nün (UNRISD) Cenova Başkanı Draham Ghai, İngiltere’de, Birleşik Krallık Kalkınma Çalışmaları Grubu’na sunduğu bildiride şu bilgileri veriyor: “İngiltere’de yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelerin oranı 1974’te yüzde 9,4’den, 1983’te yüzde 11,9’a, 1988’de yüzde 20’ye yükselmiştir. Bu oranların sayısal karşılığı 1974’de 5 milyon, 1988’de 12 milyon insandır. Yoksulluk sınırı altında yaşayan çocuk sayısı 1979’da 1,6 milyon iken, 1988’de 3 milyona çıkmıştır. Bu sayı İngiltere’deki tüm çocukların dörtte biridir”.2
Avrupa’da yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelerin oranı; Portekiz’de yüzde 29, Yunanistan’da yüzde 24, İspanya’da yüzde 19, İtalya’da yüzde 18, Fransa’da yüzde 14, Almanya’da yüzde 12.3

Süreğen (Kronik) Sorun; İşsizlik

Fransa’da çalışabilir nüfusun yüzde 12,4’ü işsiz, yüzde 17’si ise “part–time” işlerde çalışıyor.4 İşsizler, malların hizmetle ödendiği değiş tokuş kooperatifleri kuruyor. Fransa devlet telefon şirketi, sokaklarda yaşayan evsizler arasında donarak ölme olaylarının artması üzerine, soğuk havalarda yardım ulaştırılabilmesi için ücretsiz telefon hattı açıyor. Yoksullara yemek dağıtan aşevlerinden yararlananların sayısı sürekli artıyor.5
Fransa’da örgütlenerek hemen her gün eylem yapan işsizler için, Fransız araştırmacı Alain Lebaube; “Gördüğümüz, işsiz işçinin doğuşudur. İşçiler sanki işsizlik tarafından işe alınmışlar”6 diyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, 1997 Haziranında Almanya Başbakanı Helmut Kohl ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, Avrupa’daki yoksulluk konusunda şunları söylüyor: “Burada yolunda gitmeyen bir şey var. 19.Yüzyıldan bu yana süren tarihi geleneklerin aksine Avrupa, ilk kez yoksulluğun giderek arttığı bir dönem yaşıyor”.7
Hitler’den beri işsizliğin en yüksek düzeye tırmandığı Almanya’da, resmi kayıtlara göre 4,5 milyon insan işsiz. Yoksulluk yardımı alanların sayısı 1995’de yüzde 9.1 oranında arttı.
Almanya’nın borsa ve bankalar kenti Frankfurt’ta, her beş kişiden biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Belçika’nın elmas kenti Antwerp’te yayınlanan bir haftalık gazete, kentteki yoksulluğu şöyle anlatıyor: “Kentimiz muhtaç durumda, toplumumuz muhtaç durumda. Uzun zamandır, tahmin ettiğimizden çok daha fazla muhtaç durumda”.8
Fransa, dünyada, en iyi eğitilmiş gençleri kendisinin yetiştirdiğini söylüyor ama bu gençlerin yüzde 20’sine iş bulamıyor. Fransa Sosyal Güvenlik Bakanı; “Sosyal Devletin ölümünü izliyoruz” diyor.9

Hükümetler Umarsız (Çaresiz)

Küresel dizgenin (sistemin) olumsuz sonuçları, gelişmiş ülkeleri de kapsamı içine alarak yayılıyor. 7–10 Haziran 1999’da Köln’de gerçekleştirilen G–8 ülkeleri dışişleri bakanları toplantısında yayınlanan sonuç bildirisi, gelişmiş ülkelerin yarattıkları sorunlardan kendilerinin de tedirgin olduklarını gösteriyor. Bu bildiride şunlar söyleniyor: “Birleşmiş Milletler, halkları ve gelecek kuşakları savaş afetinden kurtarmak için ana amacını gerçekleştirememiştir. Uluslararası istikrar, bölgesel ya da ülke içi etnik çatışmalardan büyük zarar görmüştür... Küreselleşme, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelere, yeni zaaflar ve yeni tehlikeler getirmiştir. Uluslararası mali kriz, toplumsal bağları zedeleyebilir”.10

“Küreselleşmenin Yıkıcı Etkisi”

Avrupa Tekstil Giyim ve Deri İşçileri Sendikaları Federasyonu (ETUF: TCL) Genel Sekreteri Patrick Hschert günümüz işçi sorunlarıyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Tüm dünya çalışanlarının küreselleşme ile ilgili sorunu vardır. Küreselleşmenin yıkıcı etkileri azgelişmiş ülkelerde daha çoktur, ama gelişmiş ülkeler de bugün, hiç alışık olmadıkları sorunlarla karşı karşıyadırlar”.11
İngiltere’de 1791’den beri yayın yapan ve haberlerinin güvenilirliğiyle ünlenen, liberal aydınların gazetesi The Observer, 16.11.1997 tarihli sayısında endişe içinde şu soruyu soruyor: “Dünya ekonomisi derin bir felaketin eşiğinde duruyor. Uluslararası ilişkilerde ilginç gelişmeler var, silahlanma yarışı hızlanıyor, 1929’a benzer bir çöküş dönemine mi giriyoruz?”12

Daha Çok Kazanç (Kâr) Daha Yoğun Sömürü

Tüm dünyaya güçlü görüntü vermeye çalışan Batının bugünkü durumu, gerçekten “iç açıcı” değildir. Gelişmiş ülkeler, aynı 20.yüzyıl başında olduğu gibi bugün de; birbirleriyle kıran kırana bir ekonomik yarış içindeler.
Azgelişmiş ülkelere karşı birlikte hareket ediyorlar ama rekabet gerilimini artık gizleyemiyorlar. Tek amaçları, ülkelerindeki ekonomik sorunları, dış kaynaklı gelirlerle çözmek. Bunu gerçekleştirmenin tek yolu daha çok kâr sağlamak, bunun için de daha çok sömürmektir. Bu amaç ancak şiddet kullanmakla gerçekleştirilebilir. Irak, Sırbistan Afganistan, Libya ve Suriye bu nedenle bombalandı/bombalanıyor.
Avrupalılar; süreğenleşen sorunları, alım gücü düşen dünya pazarları, üretimsizlik ve borç yüküyle güç durumdadır. Düzlüğe çıkmak için gözlerini Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya dikmiş durumdalar. ABD’nin NAFTA’sı, Japonya’nın APEC’i var. Çin dünyanın her yerine ulaşan ekonomik dev haline geldi. Ortadoğu ve Kuzey Afrika devlerin kapışma alanı. Yoksul ülkelere birlikte saldırıyorlar ancak kendi aralarındaki çelişkiler önlenemiyor.

Ortadoğu’ya Saldırı

Dünyanın her yerinde olduğu gibi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da da Amerikalılar artık yalnız değil. Avrupalılar, özellikle de Almanlar ve Ruslar, yüzyıllık düşlerinin peşine yeniden düşerek, bölge siyasetinde etkin olarak yer alıyor. Ortadoğu ile ilgilenmeyen gelişmiş ülke yok gibi. Hemen hepsi, bölge ülkeleri üzerinde ayrılıkçı baskıyı, ABD ile birlikte yürütüyor; ancak, artık herkesin bölgeye yönelik kendi politikası var.
Uzun yıllar Doğu ve Güneydoğu’da istihbarat subaylığı yapan ve “PKK Uzmanı” olarak bilinen Binbaşı Cem Ersever 1993 yılında, “faili meçhul” bir cinayete kurban gitmeden kısa bir süre önce şunları söylüyordu: “ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın çıkarları Ortadoğu’da çakışmaktadır... Ortak emperyalist politikalar dünyanın her yerinde olduğu gibi Ortadoğu’da da ABD tarafından planlanır; askeri operasyonları Amerika icra eder, istihbarat çalışmalarını İngiltere, kültürel faaliyetleri Fransa yürütür. Amaca ulaşmak için çeşitli dolapların çevrilmesi ve ortalığın karışması gerekir. Bunu tezgahlayan da Almanya’dır... Emperyalizmin Ortadoğu’daki amacı, kendi denetiminde bağımsız bir Kürdistan kurmaktır...”13

Bunalımı Aşmak

Batılıların çıkarları için Ortadoğu’ya vermek istedikleri yeni biçimi en iyi, Amerikalı Dilbilim Profesörü Noam Chomsky özetliyor. Bu Profesör “Kader Üçgeni” adlı kitabında, Kudüs Amerikan Girişimcilik Enstitüsü’nün saptamalarını yayınladı. Bu yayında şunlar söyleniyordu: “Ortadoğu’da ulusallık ve ulusal kimlik yok edilmeli, bunun için de Ortadoğu Osmanlılaştırılmalıdır. Böylece bölgede Batı çıkarlarına karşı çıkacak ulusal güç ve direnç kalmayacak, sistemlerin çarkları rahatlıkla işleyecektir. ABD için en tehlikeli düşman ve tehdit, bağımsızlık tehdididir. Asla hoş görülemez”.14
“Johnson Doktrini” adı verilen ABD uygulamalarının mimarlarından Profesör Rostow’un bu konudaki görüşleri ise şöyle: “Bütün ulusal kurtuluş hareketleri komünist olmaya mahkûmdur. Bu nedenle ezilmelidir. Bunların önlenmesi ABD’nin dünya yüzünde duruma el koyabilmesine bağlıdır”.15 Türkiye’deki ulusçuların “başına gelenler”, bu sözlerle anlam kazanıyor.

DİPNOTLAR

1          “Sefiller Avrupa Sahnesinde” Cumhuriyet, 17.10.1997
2          “Yapısal Uyum, Küresel Bütünleşme ve Sosyal Demokrasi” Dharam Ghai ak. Renee Prendergast–Frances Stewart “Piyasa Güçleri ve Küresel Kalkınma” Yapı Kredi Yayınları, sf.
3          Eurostat 1997
4          “AB’de Yeni Sınıf: İşsizler” Cumhuriyet 21.01.1998
5          “AB’nde Yeni Sınıf: İşsizler” Cumhuriyet 21.01.1998 ve 17.10.1997
6          a.g.g. Cumhuriyet, 21.01.1998
7          “Sefiller AB Sahnesinde” Cumhuriyet, 17.10.1999
8          a.g.g. 17.10.1999
9          “AB’nde Yeni Sınıf, İşsizler” Cumhuriyet 21.01.1998
10       “Küreselleşmenin İflası” Cumhuriyet 28.09.1998
11       “Küreselleşme Avrupa’daki İşçiyi de Ezdi” Cumhuriyet 27.12.1997
12       The Observer 16.11.1997 ak. Cumhuriyet 24.11.1997
13       Binbaşı Ersever’in İtirafları” Soner Yalçın Kaynak Yay., 8.Bas., sf.108–109
14       “Düşünce Özgürlüğü Çıkmazı” Emin Değer Tekin Yay., sf.256

15       “Oltadaki Balık Türkiye” Emin Değer Çınar Araştırma, 5.Baskı, sf.204

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder