20 Aralık 2015 Pazar

DOĞU CEPHESİ VE MUSTAFA KEMAL- 2



Mondros Bırakışması’ndan beş gün sonra, Ali Fuat Paşa’yı Adana’ya çağırdı. Ülkeyi kurtarmak için yapılması gerekenler konusunda görüşlerini açıkladı ve “Bundan sonra, millet kendi haklarını kendisi arayacak ve koruyacaktır. Bizlerin, mümkün olduğu kadar ona bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile birlikte ona yardım etmemiz gerekir” diyerek, komutası altındaki 20.Kolordu’yu dağıtmamasını istedi. Ordunun elindeki silahlar, Anadolu’nun içlerinde çok az insanın bildiği yerlere taşınmalı ve korunmalıydı. Terhis edilecek güvenilir subaylarla doğrudan ilişki kurdu. Onları, “gerilla gurupları oluşturmak için biraraya gelmeye” ve ilerdeki ulusal direniş için hazırlıklı olmaya çağırdı.



Yenilgi Ataması

İstanbul’da yapılan tasara (plana) göre, Kuvve-i Seferiye, “Hicaz bölgesini İngilizler’den geri alarak Medine’yi kurtaracak” ve “Hicaz’daki birlikleri yitik vermeden Filistin cephesine çekecekti”.1
Gerçekleştirilmesi neredeyse olanaksız, bu güç ve başarısızlığı kesin eylemce (harekat), yalnızca orduyu değil, kuşkusuz onun komutanını da yıpratacaktı. İngilizler Hindistan’dan getirdikleri yeni bir orduyu Basra’ya çıkarmış, Fırat boyunca ilerlemiş ve Musul’a dek gelmişti.
Bir başka İngiliz Ordusu, Filistin ve Suriye’ye yürümek üzere Mısır’da toplanmıştı. İngilizlerle birlik olan bölge Arapları, her yerde Türk birliklerine saldırıyordu.
Yeterli silahı olmayan yorgun ve donanımsız bir ordu, “Hicazı İngilizler’den geri alarak”, her yönden korumasız 500 kilometrelik çöl boyunca geri çekilecekti. Düzenli bir çekilme gerçekleştirilse bile, “Peygamber’in kabrini savunmaktan vazgeçmek” anlamına gelen bu eylem, bu işi yapan komutanı yalnızca Türkiye’de değil, tüm İslam dünyasında küçük düşürecekti.
Düşünülen eylemcenin başarı şansı olmadığı için, atanmasına karşı çıktı ve görüşlerini önerileriyle birlikte İstanbul’a bildirdi. Hicaz’ı İngilizler’den geri almanın, var olan koşullar içinde olanaksız olduğunu belirtiyor ve “Hicaz’ı şimdiye kadar kim savunduysa, geri çekilmeyi de o yapmalıdır”  diyordu.2
Ona göre çekilen birliklerle “Suriye ve Filistin cephesi desteklenmeli”, burada güçlü bir savunma hattı oluşturulmalıydı. Ancak, Padişah V.Mehmet ve Sadrazam Talat Paşa, çekilmeye karşı çıkıyordu. Padişah, Medine’nin boşaltılması durumunda “Padişahlık ve Halifelikten çekileceğini” söylüyordu.
Sonunda geri çekilmeden vazgeçildi ve Kuvve-i Seferiye Komutanlığı, onun isteğiyle olmasa da ortadan kalkmış oldu. Türk Ordusu Medine Savunması için çok ağır ve acılı bir bedel ödedi. Hicaz demiryolunu savunan birliklerin büyük çoğunluğu, savunmayı yapan Türk askerlerininse tümü şehit oldu. Filistin savunulamadı, Kudüs düştü.

Ordu Komutanı

16 Mart 1917’de 2.Ordu Komutanlığına atandı. Bu tarihten, 30 Ekim 1918’de yapılan Mondros Mütarekesi’ne dek, 7.Ordu ve kısa bir süre yine Doğu cephesinde Yıldırım Orduları Komutanlığı yaptı. 15 Ekim 1917’yle, 7 Ağustos 1918 arasındaki on ay içinde, İstanbul’da Genel Karargahta görevlendirildi. Bu süre içinde Vahdettin’in şehzade olarak Almanya’ya yaptığı geziye katıldı, ona savaşın gerçek durumunu ve ülkeyi bekleyen çekinceleri anlattı; çözüm önerilerinde bulundu.
Aynı işi, yazıya dökerek ulaşabildiği tüm yetkililere de yaptı. Yenilginin yakın ve sorunun bu kez, İmparatorluğun parçalanması olduğunu görüyordu. Yokoluşun önüne geçmek için, Türk nüfusunun çoğunlukta olduğu topraklar, bedeli ne olursa olsun, hazırlığı şimdiden yapılarak savunulmalıydı.

Belge Nitelikli Uyarılar

Ordu komutanlığı döneminde yaptığı yazılı uyarılar içinde, 20 Eylül 1917 tarihini taşıyan ve Genelkurmay’la Sadrazam Talat Paşa’ya gönderdiği yazanak, çok başka bir öneme ve yere sahiptir. Kimi araştırmacıların “Milli Mücadele öncesine ait en önemli belge”3 olarak değerlendirdiği bu yazanak, bir generalin askeri durum saptamasından çok, toplumbilim incelemesine ya da tarihçi yorumuna benzer.
Doğan Avcıoğlu’nun, “kurşuna dizilmesine bile yol açabilecek”4 kadar sıkıdüzen (disiplin) aşımı olarak değerlendirdiği bu belge (ve onu tamamlayan 24 Eylül tarihli belge), gerçekte, gerek nitelikli bir kurmay subayın askeri durum değerlendirmesi, gerekse ulusal varlığa duyarlı, sorumluluktan kaçınmayan bir aydının görüşleridir. Bilimsel donanımı ve kültürel düzeyi yüksek, olaylar arasında bağ kurmada yetenekli, ülke ve dünyayı tanıyan bir anlayışla yazıldığı bellidir.
Yazanağın girişinde, toplumun durumu ele alınıyor; halkın sorunları, savaşın ve ülkenin geleceğine bağlı olarak irdeleniyordu. Bu bölümde; Türk toplumunun, “hemen hemen yalnızca kadın, çocuk ve sakatlardan ibaret bir millet” durumuna düştüğü, “açlık ve ölümün yaygın” olduğu belirtiliyor; “ülke yönetiminin güvenilmez” duruma geldiği, “ekonomik yaşamın felç”  olduğu ve yönetim işleyişinin “anarşi içinde”  bulunduğu açıklanıyordu.
Rüşvet yaygın, adalet işlemez, emniyet işgörmez durumdaydı. Toplumda büyük bir yozlaşma yaşanıyor, “hayatta kalabilme çabası, en iyi, en dürüst kişilerin bile, her türlü kutsal duyguyu yitirmesine” yol açıyordu. “Savaş sürerse, hükümet ve hanedanın çökmeye yüz tutan yapısının birdenbire paramparça” olması kaçınılmazdı.5
Savaşın ve ordunun durumunu ele alan bölümlerde; savaş kararlarında girişimgücünün (inisiyatifin) elden çıktığını, ordunun “başlangıca göre çok güçsüz” olduğu, birliklerdeki asker sayısının “olması gerekenin beşte birine” düştüğü, bunların da yarısının “ayakta duramayacak kadar güçsüz” durumda bulunduğu belirtiliyor ve düşmanı, askeri eylemcelerle barışa zorlayacak gücü kalmayan Almanlar’ın, artık “geliniz ve bizi yeniniz”  tutumu izlediğini söyler.
Türkiye’de, sömürgeci anlayışla sürdürülen Alman politikası ve Türk ordularına komuta eden Alman generalleri hakkında, son derece açık, bir o kadar sert yargılar ileri sürer ve şöyle der: “... Almanlar’ın, bizi sömürge biçimine sokma ve ülkemizin bütün kaynaklarını kendi ellerine alma politikasına karşıyım... Bağımsızlık ve özgürlük konularında kıskanç olduğumuz, Almanlarca gereği gibi anlaşıldığı gün, onların bizi Bulgarlardan daha saygın göreceklerine size güvence veririm... Falkenhayn her fırsatta ve herkese karşı, Alman olduğunu ve elbette Alman çıkarlarını daha çok düşüneceğini söyleyecek kadar küstahtır... Ülke tümüyle elimizden çıkarak bir Alman sömürgesi durumuna girecektir. Ve General Falkenhayn, bu amaç için, bize borç yazılan altınları ve Anadolu’dan getirdiğimiz son Türk kanlarını kullanmış olacaktır”.6

Yapılması Gerekenler

Yapılması gerekenlerin önerildiği son bölümde, koşulların ağırlığına karşın çıkış yolunun bulunduğunu söyler ve bu yol için adını vermeden Misakı Milli anlayışını önerir. Yazanağı şöyle bitirir: “Bu kısa açıklamayla, herşey bitmiştir ve bulunacak bir çare kalmamıştır, demek istemiyorum. Kurtuluş yolu ve çaresi vardır. Ancak en iyi önlemleri bulmak gerekir. Bu önlemler şunlar olabilir: İçerde hükümeti güçlendirmek, beslenmeyi sağlamak, yolsuzlukları en aza indirmek... Elimizde ve gerimizde kalacak bölgeleri ve halkı, dayanamaz ve çürük halde bulmamalıyız. Ülke sağlam bir hareket üssü halinde kalmalıdır. Askeri politikamız bir savunma politikası olmalı, elimizde kalan kuvvetleri ve bir tek erini (bile y.n.) sonuna kadar saklamalıyız. Ülke dışında (misak-ı milli sınırları dışında y. n.) tek bir Türk askeri kalmamalıdır”.7
Hükümet ve Başkomutanlık, ne bir sıkıdüzen soruşturması açtı ne de yazılanları değerlendirmeye aldı. Alışıldık bir ilgisizlikle, saptama ve önerileri yok saydı. Yazanaklarla ilgili tek resmi işlem, Enver Paşa’nın gönderdiği ‘sinir bozucu’ kısa bir yazıydı. Bu yazıda şöyle söyleniyordu: “Doğu cephesi Komutanı Falkenhayn’dır. En doğru kararları vereceğinden eminim. Bu güvenime siz de katılınız”.8
Yanıt üzerine, belki de “hiçbir askerin hele bir ordu komutanının yapamayacağı, belki de yapmaması gereken”9 bir şey yaptı ve kendi deyimiyle, “kendi kendini komutanlıktan affederek”10 ordu komutanlığından istifa etti. 7.Ordu’ya, gelişmeleri anlatan ve yazanaktaki görüşlerini özetleyen bir veda mektubu yayınladı.
Yıldırım Orduları Komutanı Erich von Falkenhayn (1861-1922), bu davranışı sıkıdüzensizlik saydı ve tutuklanmasını istedi. Enver Paşa, böyle bir davranışın, Mustafa Kemal adını kamuoyunda daha da yücelteceğini düşündüğü için bunu yapmadı, onu Diyarbakır’daki 2.Ordu Komutanlığına atadı. Atamayı kabul etmedi. Ne yapacağını bilemeyen Enver Paşa, sağlık durumunu gerekçe yaparak ona hava değişimi verip, izne ayırdı.11
İzinli ayrılmasına gerekçe yapılan sağlığı gerçekten bozuktu. Hasta ve yorgundur. Birçok kimseye inanılmaz gibi gelebilir ancak ordu komutanlığı yapmış bir general olarak; yaverini, emir erini ve kendisini İstanbul’a ulaştıracak parası yoktur. Oysa, Almanlar, 7.Ordu Komutanı’yken örtülü ödenek adı altında ve “küçük sandıklar içinde”12 kendisine altın göndermiş, o, bunları kayda geçirerek Levazım Başkanlığına teslim etmişti.13 4.Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın araya girmesiyle, kişisel malı olan atlarını sattı ve İstanbul’a dönüş giderini bu parayla karşıladı.14
İzinli sayıldığı süre dolunca, İstanbul’da Genel Karargah buyruğuna verildi ancak bu görevlendirme, izin süresinin dolaylı olarak uzatılmasından başka bir şey değildi. Sağaltım (tedavi) için Avusturya’da Karlsbad’a gitti (25 Mayıs-2 Ağustos 1918). Dönünce 7 Ağustos’ta yeniden Doğu Cephesi’ne atandı. Falkenhayn ayrılmış ve yerine Çanakkale’de iyi ilişkiler içinde olduğu Liman von Sanders getirilmişti. Bu nedenle, görevi kabul etti ve 22 Ağustos’ta Halep’e hareket etti.

7.Ordu Komutanlığı

Yedinci Ordu Komutanlığını yaklaşık iki ay sürdürdü ve Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı gün (30 Ekim 1918), Yıldırım Orduları Komutanlığına atandı. Bu görevi, 4 Temmuz’da padişah olan Vahdettin’in, orduyu 8 Kasım’da dağıtması nedeniyle, yalnızca bir hafta sürdü. Savaşın önemli günlerinde Alman generallerin yönetimine bırakılan bu önemli ordu, yenilginin kabul edildiği gün, kalıntı durumuna geldikten sonra ve yalnızca bir hafta için onun komutasına verilmişti. Teslim olmak, teslim etmek, ordu dağıtmak gibi yapısına hiç uymayan işler ona yaptırılacaktı.
Mondros Mütarekesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun galip devletleri temsil eden İngiltere’yle imzaladığı ateşkes antlaşmasıydı. Amiral Arthur Calthorpe, önceden hazırlanmış bir metni, Limni Adası’nın Mondros Limanında Osmanlı devletini temsil eden yetkililerin önüne koymuştu. Yirmi beş başlamdan (maddeden) oluşan ve ağır koşullar içeren bırakışma (mütareke) anlaşmasına göre; İstanbul ve Çanakkale boğazları ile Toros tünelleri, galip devletlerce işgal edilecekti.
Anlaşma (itilaf) Devletleri “güvenlikerini tehlikeye düşürecek olayların patlak vermesi durumunda”, başka stratejik nokta ve bölgeleri de işgal edebilecekti. Osmanlı Devleti, sınır güvenliği ve iç güvenlik için gerekli birlikler dışında ordusunun tümünü dağıtacak, liman ve demiryollarıyla tüm telsiz, telgraf ve kablo istasyonları anlaşma subaylarının denetimine verilecekti.15

Anadolu’yu Kurtarmak

Ordunun dağıtılmasını elden geldiğince önlemeye ve silahları ülkenin değişik yörelerine göndermeye karar verdi. “Savaş Müttefikler için bitmiş olabilir, ancak bizi ilgilendiren savaş, şimdi başlıyor”16 diyordu. 3 Kasım’da, Hükümet’ten, Mondros Mütareke’sinin ilerde Türkiye zararına işletilebilecek belirsizlik içeren koşulların açılmasını istedi. Yanıt alamayınca, kendi düşüncesini Hükümet’e bildirdi. Anadolu’nun savunulması için önemli gördüğü İskenderun Limanı ve Toros tünelleri üzerinde duruyordu. 5 Kasım’da gönderdiği telgrafta, “Mütareke koşulları içindeki belirsizlikleri giderecek önlemler alınmadan, orduları terhis etmemeliyiz” diyordu.17
Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’yı Adana’ya çağırdı. Ülkeyi kurtarmak için yapılması gerekenler konusunda görüşlerini açıkladı ve “Bundan sonra, millet kendi haklarını kendisi arayacak ve koruyacaktır. Bizlerin, mümkün olduğu kadar ona bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile birlikte yardım etmemiz gerekir” diyerek, ondan komutası altındaki birlikleri (20.Kolordu) dağıtmamasını istedi.18
Ordu’nun elindeki silahlar, Anadolu’nun içlerinde çok az insanın bildiği yerlere taşınmalı ve korunmalıydı. Terhis edilecek güvenilir subaylarla doğrudan ilişki kurdu. Onları, “gerilla gurupları oluşturmak için biraraya gelmeye”19 ve ilerdeki ulusal direniş için hazırlıklı olmaya çağırdı.
“Denizden uzak iç bölgelerde, ilerde kuracağı ulusal kurtuluş ordusu için silah sığınakları”20 kurulmasını istedi; “Urfa, Maraş, Antep’e silah gönderdi”.21 Güven duyduğu kişilere ne yapmaları gerektiğini ve nasıl destek olacağını açıkça söylüyor, onları ulusal direniş için yüreklendiriyordu. Örneğin, ne yapılması gerektiğini bilmediklerini söyleyen Antepli Ali Cenani’ye, “Bölgenizde hiç mi erkek kalmadı? Kendinizi savunmanın yollarını bulun. Örgütlenin. Milli bir kuvvet toplayın. Ben size gerekli silahları veririm” diyordu.22
İngilizler 3 Kasım’da İskenderun’a bir kurul göndererek, “karaya asker çıkaracaklarını”, bu nedenle “limandaki mayınların temizlenmesini” istedi.23 İsteği, aynı gün çektiği bir telgrafla İstanbul’a bildirdi ve Hükümet’in görüşünü sordu. Sadrazam İzzet Paşa’nın, “İskenderun’a asker çıkarılması ve Toros tünellerinin işgali yalnızca koruma amaçlıdır; işgalin yerine ve genişliğine İngiliz Komutanı karar verecektir”24 biçimindeki yanıtına karşı çıktı ve birliklere, “İskenderun’a asker çıkarılması durumunda, çıkarmanın silah kullanılarak önlenmesi”  buyruğunu verdi.25
Bu buyruk üzerine Hükümet telaşa kapıldı. İzzet Paşa, buyruğun, “Devlet siyasetine ve ülke yararına kesinlikle aykırı” olduğunu söyleyerek kaldırılmasını istedi ve “Ateşkes Antlaşması’nda, bize uygunsuz hükümleri kabul ettiren gaflet değil, kesin yenilgimizdir” dedi.26
Hükümete ve saygı duyduğu İzzet Paşa’ya verdiği yanıt, ülke savunması söz konusu olduğunda soruna yaklaşım biçimini ve özyapısını ortaya koyan önemli bir belgedir ve çok ünlüdür. Sözkonusu yanıtta şunları söyler: “İngilizler’in her isteğine boyun eğecek olursak, İngiliz doymazlığının önüne geçmeye imkan kalmayacaktır... İngilizler’in elde etmek istediği sonucu onlara kendi yardımımızla vermek, tarihte Osmanlılık için, özellikle bugünkü hükümet için kara bir sayfa oluşturur... İngilizler’in aldatıcı davranış, öneri ve davranışlarını, İngilizler’den daha çok haklı bulan emirleri uygulamaya, yaradılışım uygun değildir. Başkomutanlık Kurmay Başkanlığı’nın kurallarına uymadığım takdirde, birçok suçlamalar altında kalmam doğal olduğundan, komutanlığı hemen teslim etmek üzere yerime atayacağınız zatın acele olarak gönderilmesini rica ederim”.27

İstanbul’a Dönüş

11 Kasım 1918’de Yıldırım Orduları Komutanlığı’ndan ayrıldı; aynı gün akşam üzeri, Adana’dan trenle İstanbul’a hareket etti. Dört yıl süren “kanlı bir boğuşmanın” ve yıpratıcı gerilimlerin bedensel yorgunluğu içindeydi; ancak, şaşılacak bir ruh sağlamlığı ve savaşım (mücadele) kararlılığına sahipti. İstanbul’a dönüşünü, “son değil, yeni bir başlangıç” olarak görüyordu.28
Yüklendiği tüm sorumlulukların altından kalkmış ve “silahın yüksek şerefini korumasını bilmişti”.29 Şimdi, “uzun ve felaketli dört savaş yılının kanlı boğuşmalarından, yenilgiye uğramadan çıkan tek Türk komutanı”30 olarak İstanbul’a gidiyordu. Zaman yitirmeden yeni bir savaşıma, ulusal kurtuluş savaşımına girişecekti.

 

DİPNOTLAR

1                       “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.94
2                       a.g.e. sf.94
3                       “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.301
4                       “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, III.Cilt, İst. Mat.-1974, sf.953
5                       “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, sf.301; “Atatürk” Lord Kinross, sf.137 ve “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, sf.95-97
6                       “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, III.Cilt, İst.-1974, sf.952-954, “Atatürk Hayatı ve Eseri-I”, Y.H.Bayur, Atatürk A.Mer., Tıpkı Bas., 1997, sf.122-133 ve “Çankaya” F.R.Atay, Sena Mat., 1980, sf.95-97
7                       “Çankaya” F.R.Atay, Sena Mat., 1980, sf.97 ve “Atatürk Hayatı ve Eseri–I” Y.H.Bayur, Atatürk Araş. M, Tıpkı Bas., 1997, sf.122-133
8                       “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.97
9                       “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.303
10                  a.g.e. sf.303
11                  “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.80
12                  “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.305
13                  a.g.e. sf.305
14                  a.g.e. sf.304
15                  “Atatürk” L.Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.164
16                  “Atatürk” L.Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.164
17                  “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İst.-1980, sf.147
18                  “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk, T.İş Ban.Yay., sf.72
19                  “Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu” Dietrich Gronau, Altın Kitaplar Yay., 2.Bas., İst.-1994, sf.126-127
20                  a.g.e. sf.127
21                  “Atatürk” L.Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.166
22                  “Atatürk” L.Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.165
23                  “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk, T.,İş Ban., Yay., sf.72
24                  a.g.e. sf.72
25                  “Atatürk’ün Hayatı ve Eseri” Y.Hikmet Bayur, Atatürk Araş. Mer., Tıpkı Bas., Ank.-1997, sf.184-185
26                  “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk, T.,İş Ban., Yay., sf.73
27     “Türk İstiklal Harbi, I.Cilt, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı” Gen.Baş.Harp Tarihi Dairesi, Ankara-1963, sf.53 ve 202; ak. Prof.U.Kocatürk “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” T.İş Ban.Yay., Ank, sf.72-73 ve “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İst.-1980, sf.148
28                  “Atatürk” L. Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.163
29                  a.g.e. sf.163
30                  a.g.e. sf.163

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder