25 Ekim 2015 Pazar

OSMANLI VE SELÇUKLULARDA YÖNETİM BİÇİMİ VE EKONOMİ -3


Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkışını, yaygınca kabul gördüğü gibi “yeni bir devletin kuruluşu” olarak değil, belki de ondan daha çok; tarihsel köken, toplumsal yapı ve kültürel birikim olarak aynı geçmişe sahip bir milletin, kendi içinde yaşadığı iç süreçler olarak görmek gerekir. Bu görüşü, Osmanlıların kendileri de ileri sürmüş ve İmparatorluğa adını veren I.Osman’ı, Selçuklu Hakanı III.Alâaddin’in ardılı olarak kabul etmişlerdi. Selçuklular gibi Oğuz boylarından gelen Osmanlılar, ardılı oldukları Selçuklulardan aldıkları toplumsal birikimi, o birikimin taşıyıcı unsuru olarak daha da geliştirdiler ve altıyüz yıllık büyük bir imparatorluk kurdular.


Türel (Adil) Düzen

Osmanlılar ele geçirdikleri Bizans topraklarında, derebeylerin (feodallerin) büyük çiftliklerini devlet adına kamulaştırıyor ancak Hıristiyan köylülerin topraklarını kendilerine bırakıyordu. Toprak işlerinde, halkı gözeten uygulamalar yapıldığı için, Osmanlı uyruğundaki Rum köylüler, Bizans yönetimine göre daha iyi bir yaşam sürüyordu. Feodal baskı altındaki köylüler, “Türk yönetiminin sağladığı türenin (adaletin), yoksulları soyluların (aristokratların) baskı ve zulmünden kurtardığını” söylüyor1 ve kendi istekleriyle Osmanlı uyruğuna geçiyordu.
Almanya’da bile “Türk yönetiminin adaleti” konuşuluyor ve Almanlar, “Türkler’in Almanya’ya gelip ülkelerinde süregelen haksızlık ve adaletsizliğe engel olacağı” yönünde umut taşıyordu.2 Fatih, Bizans Ortodoks Kilisesi’ne o denli geniş haklar tanımıştı ki, “İstanbul üzerinde Latin tiyarı (Papa’nın başlığı) egemen olacağına Türk sancağı egemen olsun” diyen ortodokslar, fetihten sonra Fatih’i, Doğu Roma’nın yalnızca yönetimsel değil, tüzel (hukuksal) hükümdarı ve İmparatoru saymışlardı.3
Ünlü Fransız tarihçi Claude Cohen, Osmanlıdan Önce Anadolu’da Türkler adlı yapıtında, Türkler’in “tüm yaşamları boyunca ve gittikleri her yerde” egemenliği altına aldığı “hiçbir topluluğun tarihini sona erdirmediğini” ve “onlarla kaynaştığını” söylemiştir.4 Türkler, hayranlık verici uyum yetenekleriyle, Cohen’e göre, “yaratıcı olamadıkları zamanlarda bile, kendilerinin henüz yaratamadıklarını başkalarının yaratmasına her zaman olanak vermiştir”.5
Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi adlı ünlü yapıtıyla Osmanlı ekonomisini inceleyen Prof.Mustafa Akdağ, Türk yönetiminin Anadolu halkına etkisini genişçe incelemiş ve vardığı sonuçları kanıtlarıyla ortaya koymuştur. Akdağ, söz konusu kitapta konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir: “Türk egemenliğinin, Bizansın siyasi yaşamına son vermesinin, Batılıların ileri sürdüğü gibi, Yakındoğu ve Balkan Hıristiyanlarının zararına değil, yararına olduğu açıkça görülür. Çünkü yeni Türk rejiminin Müslüman ve Hıristiyan herkes hakkında uyguladığı, imtiyazsız hukuk sistemi, özellikle ekonomik-sosyal alanda sağladığı serbestlik; daha önce Batılı tüccarlar tarafından sömürülen Bizans’ın Hıristiyan halkını, bu sömürüden kurtararak daha gönençli ve güvenilir bir iş yaşamına sokuyordu. Rum çiftçiyi ikide bir köleliğe zorlayan Bizans toprak aristokrasisi ortadan kalktığı gibi, İtalyan ticaret kolonileri tezgâhlarını söküp gidiyordu ve yerlerini Türk-Osmanlı reayası olan yerli tüccarlara bırakıyorlardı”.6

Batının Yunanistan Koruyuculuğu (Hamiliği)

Avrupalıların, “demokrasi ve uygarlığın beşiği” söylemiyle sürdürdüğü Yunan yandaşlığı, gösterildiği gibi kültürel sahiplenme değil, doğrudan ekonomik çıkarla ilgili bir sorundur. Bizans’ın düşmesiyle uluslararası tecim yollarının Türklerin denetimine geçmesi, gelişmekte olan Avrupa tecimini iki yeni uygulamaya yöneltti. Bir yandan okyanus aşırı deniz tecim yolları aranırken, öte yandan Türkler’den tecimsel ayrıcalık (imtiyaz) elde edilmeye çalışıldı.
Osmanlı uyruğundaki Müslüman olmayan halk, bu halk içinde de Mora, Ege adaları, Kıbrıs ve Girit’de yoğun olarak yaşayan Grekler, işbirlikçi gereksinimini karşılama açısından önemliydi. Rumlar başta olmak üzere, Osmanlı topraklarında yaşayan tüm Hıristiyanlara bu nedenle ‘sahip’ çıkıldı ve Osmanlı Devleti güç yitirdikçe bu ‘sahiplenme’, ayrılıkçı desteğe dönüştürüldü. Bugün Kürt kültüründen söz edip petrol çıkarı için Kürtler’e yönelen Batı politikası, o dönemde tecimsel çıkar için Rumlar’a yönelmişti.
19.Yüzyıl başlarında Türkiye üzerine araştırmalar yapan ve önerileri İngiliz hükümetlerince hemen hiç değiştirilmeden uygulanan D.Urqhard, İngiltere’nin yürütmesi gereken Yunan politikasını ve bu politikanın amaçlarını, ekonomik dayanaklarını ortaya koyarak şöyle açıklar: “Osmanlı Devleti’ne yönelik politikamızın bugünkü amacı, tüccarlarımızın tek tek çıkarı değil, ticaretimizin genel gelişimidir. Bu işin aracıları; ülkeyi tanıyan, dil bilen, ticari bağlantıları ve görgüsü olan, büyük pazarları bir bir gezip görmüş, elveriyorsa ilişkilerini doğrudan İngiltere’yle sürdüren insanlar olmalıdır. İngiliz tüccarlar için küçük limanlarda gemilerine yüklenecek mal aramaya gitmek ya da bu limanları tek tek dolaşıp yük indirmek kârlı olmayabilir. Bu nedenle, kıyı ya da kervan ticareti denen şey, tümüyle Rumların işi olmalıdır. Küçük boydaki Rum gemileri bizim ürettiğimiz malları ya da sömürge ürünlerimizi, ülkedeki çeşitli ürünlerle değiştirebilirler; mallarımızı ambarlarında depo edebilirler. Rumlar, beceriklilikleri, çalışkanlıkları ve kendi aralarında girişecekleri rekabet nedeniyle bize ucuza gelir, ticaretimiz destek görüp rahatlık kazanır. Türkiye’yle ticaretimizin bütün geleceği fiilen şu iki nokta üzerine dayanacaktır. Bunların birincisi, ticari rekabetin İngiliz şirketleri önüne çıkaracağı engellerden, ikincisi ise Yunanistan’ın Türk egemenliğinden kurtarılmasıdır”.7

Ekonomik Etkinlik

Osmanlı Devleti kurulduğunda Anadolu’da, yoğun bir ticaret ve çeşitlenerek hızla artan bir üretim etkinliği vardı. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarının varsıllığı bir yana, o dönemin dünya ticaretinde yaşamsal öneme sahip iki ana yol, Anadolu topraklarından geçiyordu.
Başlı başına bir varsıllık oluşturan bu durum, Anadolu’yu her zaman önemi olan bir yer durumuna getiriyordu. Uzakdoğu’dan gelerek Hazar’ın Kuzeyinden Karadeniz’e varan karayolu, buradan deniz yoluyla İstanbul’a geliyor, boğazları geçerek Akdeniz ve Avrupa’ya ulaşıyordu. Aynı yol, Rusya’yı, Kırım-Trabzon-Sivas ya da Kırım-Sinop-Konya yoluyla Mezopotamya ve Mısır’a bağlıyordu.
İkinci ana ticaret yolu ise, Uzakdoğu’dan gelerek İran’dan geçiyor, Hazar’ın Güneyinden Sivas ve Ankara üzerinden İstanbul’a, buradan yine deniz yoluyla Akdeniz’e ve Batıya uzanıyordu. Büyük göçlerin binlerce yıl izlediği ve Anadolu’yu bir “kavimler kapısı” durumuna getiren göç yolları, birinci bin yıldan sonra dünya ticaretinin büyük bölümünün yapıldığı yol olmuştu.
Doğu-Batı ve Kuzey-Güney ulaşımının kavşak noktasında bulunması, Anadolu’yu tarihin her döneminde değerli kılmış ve dünyaya açılma yeteneğine kavuşan büyük güçlerin tümünün ilgisini çekmiştir.
Geçmişte öncelik, uluslararası tecim kaygılarıyken; bugünün önceliği, hemen aynı yolları izleyen enerji aktarımıdır ve Anadolu bu aktarımın kavşak noktasındadır. Eskiden Batının “dünya ulaşım yollarını denetleme” ya da Rusya’nın “sıcak denizlere inme” olarak belirlediği tarihsel politika ile günümüzdeki Amerika Birleşik Devletleri’nin “Büyük Ortadoğu Projesi” adıyla Avrasya’ya yönelen politikası arasında; amaç, anlayış ve Anadolu’yu ilgilendiren girişimler bakımından önemli bir ayrım bulunmamaktadır. Anadolu her zaman, onu elinde bulunduranların başına dert açacak denli değerli bir yer olmuştur.
Türkler, ticaret yolları üzerindeki toprakları elde tutmaları nedeniyle, dünya ticareti üzerinde uzun süre etkili oldu. Bu yolları, önce denetlediler daha sonra buradan yapılan ticarete katıldılar. Hunlardan Osmanlılara dek uzanan iki bin yıl boyunca, Doğuyla Batıyı birbirine bağlayan karayolu tecimi, büyük oranda Türkler’in egemen olduğu bölgeler üzerinden yapılmıştı. Türkler, başlangıçta tecim yollarını elinde bulundurma ve buralarda güvenliği sağlama nedeniyle vergi almayla yetinirken daha sonra ve giderek artan oranda bu ticarete katıldılar ve bölgenin tek egemeni oldular.

Kent Yaşamı

Tecimsel (ticari) etkinlik, İslamiyet kabul edildikten sonra yoğunlaştı ve Selçuklularla onların ardılı Osmanlılar döneminde üst düzeye çıktı. Ticaret yollarının kavşak noktasındaki Anadolu’da kendine özgü canlı bir ekonomik yaşam oluştu.
Mustafa Akdağ, bu yaşamı şöyle anlatmaktadır: “Türkiye’de, kent yaşamı çok gelişmiş olduğu için, doğaldır ki; sanayi yanında, geniş bir ticari etkinlik de olacaktı. Selçukî Türkiyesi ticarî alış verişi; ülke içi ticaret, dış ticaret ve kervancılık olarak üç biçimde yapılıyordu. Ülke içi ticaret önemli ölçüde, büyük kent meydan pazarlarında, ticaret hanlarında ve dükkanlarda toplanmıştı. Sonradan, Osmanlılar döneminde çok gelişmiş olarak görülen, kentlere özgü kapalı çarşılar, yani han içi ticaret, Selçukî devrinde de vardı. Pirinççiler hanı, pamuk hanı, meyva hanı gibi her tür hammadde ya da gıda maddesi için ayrı bir han inşa edilmişti...”8

Anadolu’da Yapılanlar

11.Yüzyıl göçleriyle Anadolu’ya son gelen Türkler; Erzurum’dan Ege sahillerine, Marmara’dan Suriye’ye dek ekonomik olarak perişan bir ülke bulmuştu.9
Bizans feodalizminin aşırı baskısından kaynaklanan yoksullaşma, kısa süre içinde aşıldı ve tüzel bütünlüğü olan, iyi işleyen, güçlü bir merkezi yönetim kuruldu; geniş ve canlı bir pazar yaratıldı. Yeni devlet,  toplum yaşamını düzene soktu ve sağladığı dengeyle (istikrar), ekonomiyi canlandırıp güçlendirdi.
Yaylalara yerleşen Türkmenler, Anadolu yaşamına yeni bir ekonomik unsur olarak girdiler. Orta Asya’dan getirilen gelişkinlik canlanmayı hızlandırdı; göçebeler kasaba ve kentlerde yaşamaya çabuk alıştılar. Haçlı yıkımı, bu toparlanmaya önemli zararlar verdi ancak ekonomik gelişme kısa bir aradan sonra yeniden canlandı. Nüfus hızla arttı. Uygarlıkların kavşak noktası olan Anadolu üzerinde, yepyeni bir toplum ve yaşam kuruldu. Bu gelişme, Anadolu için gerçek bir ekonomik-sosyal devrimdi.10
Selçuklular gibi Oğuz boylarından gelen Osmanlılar, ardılı oldukları Selçuklulardan aldıkları toplumsal birikimi, o birikimin taşıyıcı unsuru olarak daha da geliştirdiler ve altıyüz yıllık büyük bir imparatorluk kurdular.
Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkışını, yaygınca kabul gördüğü gibi “yeni bir devletin kuruluşu” olarak değil, belki de ondan daha çok; tarihsel köken, toplumsal yapı ve kültürel birikim olarak aynı geçmişe sahip bir milletin, kendi içinde yaşadığı iç süreçler olarak görmek gerekir. Bu görüşü, Osmanlıların kendileri de ileri sürmüş ve İmparatorluğa adını veren I.Osman’ı, Selçuklu Hakanı III.Alâaddin’in ardılı olarak kabul etmişlerdi.11

Geliştirilen Birikim

Osmanlılar, Selçuklulardan devraldıkları toplumsal düzeni; yönetim biçiminden kentleşmeye, askeri yapılanmadan toprak ve vergi işleyişine dek tüm alanlarda daha da geliştirdiler.
Güçlenmeye temel oluşturan toplumsal düzen, Selçukluların devlet biçimine çok benzeyen bir yapı üzerine oturtulmuştu. Dönemler arası ayrımlılıkların gerekli kıldığı yenileşmeler yapılmıştı ancak devleti oluşturan kurumların temel niteliği değişmemişti. Selçuklular’ın geliştirdiği Türk tımar düzeni sürdürülmüş, ırsi askeri tımar işleyişi devam etmiş, denizcilik ve donanma hizmeti, askeri yapılanma ve ordu işleyişi korunmuş; yönetim anlayışı, hukuk, eğitim ve vergi düzenleri geliştirilerek sürdürülmüştür.12

DİPNOTLAR

1                                   “Tarih III-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.40
2                                   “Türkler Hakkında” Nürenbergli Hans Rosenblut, ak; “Tarih III-Kemalist Eğitimin Ders Notları” sf.40
3                                   “Tarih III-kemalist Eğitimin Ders Notları” Kaynak Yay., 3. Bas.-2001, sf.39
4                                   “Osmanlıdan Önce Anadolu’da Türkler”, Prof. Claude Cohen, e Yay., 2.Basım-1984, sf.13
5                                   a.g.e. sf.67
6                                   “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Prof. Mustafa Akdağ, Cem Yay., 1995, İstanbul, 1.Cilt, sf.370
7                                   La Turque, ses Ressources, son Organisation Municipale son Commerce”, Paris 1836, ak; S.Yerasimos “Geri Kalmışlık Sürecinde Türkiye” 1.Cilt, Belge Yay., 7.Bsım İstanbul 2000, sf.544
8                                   “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Cem Yay., İst. 1995, 1.Cilt, sf.27
9                                   Cambridge Economic History of Europe, Vol II, P.86, ak; Mustafa Akdağ “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” 1.Cilt, Cem Yay. İst. 1995, sf.343
10                              “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Prof. Mustafa Akdağ, 1.Cilt, Cem Yay., İstanbul-1995, sf.343
11                              a.g.e. sf.201
12                              “Bizans Müesselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” Fuat Köprülü, Kaynak Yay., 3.Basım-2002, sf.99-112


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder