23 Ekim 2015 Cuma

OSMANLI VE SELÇUKLULARDA YÖNETİM BİÇİMİ VE EKONOMİ-1


Selçuklularda devlet yönetimi, değişik yetki ve sorumluluğu olan, alanlarında uzmanlaşmış görevlilerin katıldığı divanlar aracılığıyla yürütülürdü. Değişik işler için değişik divanlar vardı; bunlar devlet gücünü temsil etmelerine karşın, tartışmaya açık, katılımcı kurumlardı. Kararlar; serbestçe dile getirilen görüşler, bilgi ve belgeye dayanan tartışmalar sonunda alınırdı.


Selçuklular


Büyük Selçuklular ve onların ardılı olan Anadolu Selçukluları, Orta Asya geleneklerine dayanarak Yakın Doğu ve İslam kültürleriyle kaynaştırdığı birikimi Osmanlıya aktaran büyük bir uygarlık yarattılar. Doğu aydınlanmasının hem ürünü hem de önemli bir parçasıydılar. Dönemlerinin en ileri uygarlıklarını oluşturdular. Yaptıkları ve kendilerinden sonraki dönemlere yön veren nitelikleriyle, tarihte iz bırakarak önemli bir yer aldılar.
11. ve 14.yüzyıllar arasında 240 yıl hükümranlık süren Selçuklular, en yaratıcı ürünlerini, devlet örgütlenmesi ve yönetim işleyişi konularında verdi. Bu başarıyı kuşkusuz gelişkin bir ekonomi, varsıl bir iç-dış ticaret ve iyi işleyen bir akçalı dizge (mali sistem) üzerine oturtmuşlardı.
Yalnızca ardılları olan Osmanlılar’a değil, o dönemde geri durumdaki Avrupa’ya örnek olan uygulamalar yaptılar. Çeşitli olumsuzluklara, özellikle Haçlı Seferleri’nin yıkıcılığına karşı önlem almayı ve ekonomik gelişmede yeni seçenekler yaratmayı başardılar.
Bizans ve İslam kültürü üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan İngiliz sanat tarihçi ve arkeoloğu David Talbot Rice bu konuyla ilgili olarak şunları söyleyecektir: “Savaşların sürüp gittiği bölgelerde, (Haçlı Seferleri nedeniyle y.n.) tarımı korumak ellerinde olmadığı için Selçuklular, şap üretimi gibi yerel sanayi ürünlerini geliştirme yolunu tutmuşlardı. Çünkü devleti yaşatmak için, dengeli (istikrarlı) ekonominin her zaman için büyük önem taşıdığını iyice kavramışlardı”.1

Olgun Dönem

Selçuklu uygarlığının en olgun dönemi, Anadolu Selçuklularında 13.yüzyılın ilk yarısıdır. 1211-1237 arasındaki Keykavus ve Keykubat yönetimleri, gerek askeri gerekse üretim ve tecim (ticaret) alanlarında parlak başarılar elde etti, büyük gelişmeler sağladı.  Sanayi ve tarımdaki gelişmeyi, tecimsel canlanma izledi. “Konya’nın varsıl tecimenleri (tüccarları), eski pazarları geliştirdiler, yeni iç pazarlar” yarattılar.2
Selçuklular, iç pazarı geliştirirken dış tecime özel önem verdiler ve dış pazara açıldılar. 12.yüzyıl sonunda İstanbul’da önemli sayıda “Konyalı tecimen” vardı. İran-İstanbul yönündeki alımsatımın gelişmesi için; güvenlik, konaklama ve iletişim hizmetlerini karşılayacak yatırımlar yapıldı, eski kaleler onarıldı, yenileri yapıldı. Yeni bir posta örgütü kuruldu. Karadeniz ve Akdeniz kıyıları ele geçirildi, Sinop ve Alanya’da liman ve tersaneler yapıldı.
Bu limanlara, gelir sağlamak için yabancı gemiler çekilmeye çalışılırken, Türkler’in en az deneyimli olduğu deniz tecimine girişildi. Kürk, kösele ve balmumu bakımından önemli olan, Rusya’yla İslam ülkelerini birbirine bağlayan Kuzey-Güney ticaret yolu canlandırıldı; bunun için Sinop, Rum-Pontus’un elindeki Trabzon’a rakip bir liman durumuna getirildi; Kırım’daki Suğdak Limanı ele geçirildi.3

Alanya, Antalya ve Sinop’un Önemi

Selçuklular döneminde Alanya, Antalya ve Sinop’un alınması, Türkiye’nin dış tecimini geliştirerek, İstanbul ve birçok Bizans kentinde, daha o dönemde ticaretle uğraşan bir Türk azınlığın oluşmasına yol açtı. Bu oluşum, ilerde Türkleri tüm Bizans’a egemen duruma getiren tarihi koşulları yarattı.
Papa’nın Haçlı Seferleri nedeniyle Türkler’e karşı uygulatmaya çalıştığı tecimsel engelleyim (ticari ambargo), Türkiye’nin yararına oldu, üretim ve alımsatımın daha da gelişmesine yol açtı. Ankara sofları (ham ipekten astarlık kumaş), şap, halı, kilim, yün, deri, ipek dokuma ve kimi kurutulmuş meyvalar Kıbrıs aracılığıyla Avrupa’ya dışsatımlandı (ihraç edildi). Selçuklular’ın ünlü kervan tecimi, iç ve dış tecimin en önemli öğesi oldu. Mustafa Akdağ, kervan tecimi konusunda şunları söyler: “Selçukî Türkiyesi’nin uluslararası ticaretten en çok gelir elde ettiği iş sahasının, Doğu-Batı ve Güney-Kuzey ticaret yollarındaki alışverişi sağlayan, Anadolu yollarındaki kervan ulaşımı olduğundan, hiç kuşku yoktur...”4
Benzer saptamaları, Claude Cohen ve David Talbot Rice de yapar. Onlara göre; “Anadolu, Selçuklu döneminde tecimsel ilişkilerin doruğundadır”; büyük kentler “her türden insanın ve malın karşılaşma merkezleri” durumuna gelmiştir; “Sivas, tecimenler için büyük bir buluşma” yeridir.5
“Baharat yolu, Arap ve Hint tecimenleri” büyük kentlere çekmekte, Selçuklular bu tecimenlerden aldığı malları Avrupa’ya satmaktadır. Ayrıca, devlet olarak tecimsel işlemler denetim altında tutulmakta ve “her malın, bir elden diğer bir ele aktarılışı üzerinden” vergi alınmaktadır.6 Bu uygulama, sekiz yüzyıl sonra karşımıza KDV olarak çıkacaktır.

Devletin Öncülüğü

Devlet, yapılan işlerin hemen tümünde öncü rol oynuyor ve üreticilerle tecimenleri destekleyerek onların önünü açıyordu. Yeni kentler, alım gücü yüksek iç pazarlar ve ticabet merkezleri kuruluyor; tecim yollarının güvenliği sağlandığı gibi, üretim ve tecime doğrudan ya da dolaylı yatırım da yapılıyordu.
Ünlü sultan hanları ve kervansaraylar bu dönemde yapıldı. Bu girişimlerle; tarım, zenaat ve tecim hızla gelişti, üretimde çeşitlilik sağlandı. Keçi kılı, yün, kereste, tekstil, madenler, çinicilik ve el ürünleri gibi yerel sanayi ürünleri dışsatımicaret başlandı. Avrupa’da kullanılan şapın hemen tümünü, Anadolu karşılar duruma geldi.

Dokumacılık ve Madencilik

Dokumacılık ve dericilikte çok gelişkin ürünler üretildi. İlçeler ve kentlerde dokunan perdeler ve bezler, varsılların zevkine yanıt verecek denli mükemmeldi.7 Türkmenler’in dokuduğu halı ve kilimler, Ankara’nın sof kumaşları dünyaca tanınmıştı.
Madencilikte gelişkin ürünler üretildi. Anadolu demir, bakır, şap üretimi ve işletmeciliğinde çok ileri bir konumdaydı. Prof.Mustafa Akdağ o dönem Selçuklu ekonomisi için şunları söylemiştir: “Bir gerçektir ki, geniş halk kitlelerinin, gereksinimlerini karşılayan sanayi ürünleri tümüyle yurt içinde yapılıyordu. Esnaf loncalarının örgütsel mükemmelliği bunu tümüyle kanıtlar...”8
Türkmen boylarında yaygın olan kilim ve halı dokumacılığında, gerek örgü niteliğinde ve gerekse desen varsıllığında gösterilen ustalık, insanda hayranlık uyandıran bir inceliğe ulaşmıştı. Bu konuda gösterilen zerafet ve ustalık köklü bir geleneğe dayanıyordu.
Gaston Richard adlı İngiliz araştırmacı “Türkmen kızlarının” dokuduğu halıları “harika” olarak tanımlarken, Rus tarihçi Mihaliof şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Hiçbir modele ve teknik nitelikte hiçbir öğretim ve eğitime sahip olmayan Türkmen kızlarının, taklidi mümkün olmayan nakışlarla süslü nefis halılar dokuması ancak yüksek bir sanat içgüdüsüne sahip oluşlarıyla açıklanabilir. Türk masallarıyla halk şiirlerinin güzelliği de, Türkler’in estetik alanında büyük bir birikim ve yeteneğe sahip olduğunu gösterir”.9
Üretim ve tecimin gelişimi varsıllığı, varsıllık da toplumsal gönenci arttırdı. Kent yaşamı gelişti, kültürel düzey yükseldi. Türk ve İslam kültürü, Anadolu’nun geniş bir bölümüne yayıldı. Türkistan, Azerbeycan, İran başta olmak üzere değişik ülkelerden sanatçılar, düşünürler ve bilim adamları Konya’ya geldiler; Selçuklu hükümdarlarının destek ve koruması altında çalıştılar.10

Yönetimin Niteliği

Selçuklular’da, yönetim düzeni içinde yer alan; akçalı, yönetimsel ve koşunsal (askeri) görevliler, alanlarında iyi eğitilmiş uzman kişilerdi. Alpaslan’ın da vezirliğini yapan Nizamülmülk, yürüttüğü politikalar ve “hükümet etme” üzerine yazdığı Siyasetname ile yalnızca Büyük Selçuklular değil, daha sonraki Anadolu Selçukluları, bağlı olarak Osmanlılar üzerinde de etkili oldu.
Eğitim birliğini gerçekleştiren Selçuklu medreseleri, o dönemde dünyadaki en ileri yüksek öğrenim kurumlarıydı. Doğrudan devlete ait olan bu kurumlar, Pamir’den Anadolu’ya dek hemen tüm İmparatorluk kentlerine yayılmıştı. İlahiyat bölümlerinden ayrı olarak siyaset, hukuk ve maliye konularında uzman devlet görevlileri yetiştiren bölümleri de vardı.11
Selçuklular’da yönetim yapısının en üstünde, yüksek yetkilerle donanmış hükümdar bulunuyordu. İkta verme, merkeze ve eyaletlere yönetici atama, devlet kararlarının alındığı yüce divana başkanlık etme ve ordu komutanlığı gibi görevleri vardı. Ülke toprakları, eski Türkler’den ayrımlı olarak, hanedanlığın sahip olduğu ve gerektiğinde kendi aralarında “paylaşabileceği ortak mülk” gibi görülmeye başlamıştı. Bu görüş, Osmanlılar’da, “Padişahın kişisel mülkü” durumuna gelecekti.

Divanlar

Devlet yönetimi, değişik yetki ve sorumluluğu olan, alanlarında uzmanlaşmış görevlilerin katıldığı divanlar aracılığıyla yürütülürdü. Değişik işler için değişik divanlar vardı; bunlar devlet gücünü temsil etmelerine karşın, tartışmaya açık, katılımcı kurumlardı. Kararlar, serbestçe dile getirilen görüşler, bilgi ve belgeye dayanan tartışmalar sonunda alınırdı. Selçuklularda devlet kurumu niteliğinde birden çok divan varken, Osmanlılar’da üst yönetimi ilgilendiren ve bir tür bakanlar kurulu niteliğinde olan Divan-ı Hümayun adıyla tek bir divan vardı; öbür divanlar küçük yönetim birimleri biçimindeydi.
Selçuklularda her divanın başında bir nazır (bakan) bulunurdu. En üst merkezi yönetim organı, başında hükümdarın (sultanü’l azam) bulunduğu ve hergün toplanması yasal bir zorunluluk olan Yüce Divan’dı (divan-ı alî).
Yüce Divanda; devlet siyaseti, adalet, diplomasi, yüksek yargı kararları görüşülür ve karara bağlanırdı. Alınan kararların yürütülmesi ve hükümdar katılmadığında divanın yönetimi vezirin, yani sahib-i azamın (Osmanlılar’da vezir-i azam) göreviydi.
Vezir, genel yönetimle ilgili devlet kararlarını yürütmekle kalmaz, özellikle İmparatorluğun ilk dönemlerinde, hükümdar ve ailesinin devlet işlerinde usulsüzlük ve keyfi davranışta bulunmalarını önleyerek divanın yetkilerini korurdu. Selçuklu vezirleri, bunu yapabilmek için gerekli olan güç ve yetkiye yeterince sahiptiler.12
Selçuklular’da, yürütme yetkisi, şimdiki içişleri bakanına denk gelen ve atabeg adı verilen bir vezirin başkanlık ettiği, uygulama kuruluna (divan-ı vezaret) verilmişti; dışişlerini (divan-ı tuğra), toprak yönetimini (divan-ı has), ordu ve savunma işlerini (divan-ı arzü’l ceyş) yürütürdü.
Adalet işleri ve mahkemeler, dinsel hukuk kurumlarını temsil eden büyük kadı’ya (kadıü’l kudata) ve örfî hukuğu temsil eden adalet emirine (emir-î dad) bağlıydı.
Bunlara ek olarak bazı özel durumlarda, haksızlıkları gidermekle görevli olan ve günümüzdeki danıştaya denk gelebilecek bir yüksek hukuk kurumu (mezalim) daha vardı. İmparatorluk içinde iletişim, yaygın ve düzenli bir işleyişe sahip posta örgütü (berid) tarafından sağlanıyordu.13

DİPNOTLAR

1                                   “The Seldjouks in Asia Minor” Davit Talbot Rice, London 1961; ak. S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge              Yay., 7.Bas.-2000, 1.Cilt., sf.159
2                                   Belleten 42, sf.221; ak. Doğan Avcıoğlu, “Türklerin Tarihi” 5.Cilt, sf.2047
3                                   “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, Tekin Yay., 1956, 5.Cilt, sf.2047-2048
4                                   “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Prof.Mustafa Akdağ, Cem Yay., İst. 1995, 1.Cilt, sf.29-30
5                                   “Le Commerce Anatolien an début de XII éme siécle” Paris, Claude Cohen, ak; S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde                    Türkiye” 1.Cilt Belge Yay., 7.Basım, İst.-2000, sf.164
6                                   “The Seldjcuks in Asia Minor” D.Talbot Rice Londra 1961, ak; a.g.e. sf.164
7                                   “Türkiye’nin İktisasi ve İçtimai Tarihi” Prof. Mustafa Akdağ, 1.Cilt, Cem Yay.,-1995, sf.26
8                                   a.g.e. sf.27
9                                   “Türklüğün Esasları” Ziya Gökalp, Kum Saati Yay., 2001, sf.154
10                              Ana Britannnica, Ana Yayıncılık A.Ş.; 2.Cilt, sf.236
11                              a.g.e., 7.Cilt, sf.127
12                              “Tarih II-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas., 2.Cilt, sf.220

13                              Ana Britannica, Ana yayıncılık A.Ş., 7.Cilt, sf.127

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder