2 Eylül 2015 Çarşamba

MUSTAFA KEMAL’İ YARATAN KOŞULLAR-2



Harp Okulunda, öğrenciler, yönetimden gizliyerek gerçekleştirdikleri toplantılarda, yorum ve tartışmalar yapıyor, güzel konuşma yarışmaları düzenliyordu. Bu işlerin önde gelen yürütücüsü Mustafa Kemal’di. Güzel konuşuyor, bilgisiyle arkadaşlarını etkiliyordu. “Ancak özgür düşünceli insanlar, vatanlarını kurtarıp onu koruma gücüne sahip olabilirler” diyordu.


Bilgi Açlığı

Kimi olayları, özellikle uluslararası ilişkilerin kendine aykırı gelen sonuçlarını anlayamıyor; ilişkilere neyin, nasıl yön verdiğini bilmiyordu. Bilgi yetersizliği, onu bunaltıyordu. Her konuda bilgilenmeli, dünyayı tanımalı, olayların neden ve sonuçlarını kesinlikle kavramalıydı.
Bulabildiği her şeyi okuyor, arkadaşlarıyla sürekli tartışıyordu. Kurtuluş için, askeri gücün şart, ancak tek başına yeterli olmadığını sezmiş, öğrenme alanını, tarih ve sosyal bilimleri de içine alacak biçimde genişletmesi gerektiğini anlamıştı. Ancak, bu konular, okulda çok yetersiz biçimde ele alınıyordu. Tarih dersleri, yalnızca padişahın onay verdiği konuları kapsıyor1, doğal olarak bir şey öğretmiyordu. Türk tarihi diye bir şeyin, adı bile yoktu. Dünyadaki siyasi ve toplumsal gelişmeler işlenmiyor, Arapça ve Farsça’dan başka yabancı dil öğretilmiyordu.
Bu tür etkinliklerde hep en öndedir. Özgürlük için bilginin önemini kavrayan ve bilimin heyecan veren aydınlığına kapılan bir genç olarak, öğrendiği her şeyi çevresine yaymayı görev edinmiştir. Öğrenir ve öğretir. Bu iki eylem, onun için bir yaşam biçimi ve giderek yoğunlaşan bir tutku haline gelecektir. Atatürk araştırmalarıyla ünlü ve onun telgrafçılığını yapan Sadi Borak, Manastır Askeri İdadisi günleri için şunları yazar: “Ve Mustafa Kemal; ta İyonya’dan gelecek kültüre, insan hak ve özgürlüklerine, güzel, yüce ve erdemli her şeye karşı, Çin Seddi gibi yükselen yasak duvarlarının simsiyah karanlığı ardında bir ışık aramaktadır. Olağanüstü önsezisiyle sezmektedir ki, karanlıkların ardında bilime açık, aydınlık bir dünya vardır. O, artık hep bu aydınlığa doğru koşacaktır”.2

İstanbul

Manastır’dan sonra 1899’da geldiği İstanbul, 18 yaşında bir genç için “bir rüya kenti”ydi. Burada ve kıvançla piyade bölümüne yazıldığı Harp Okulu’nda bilgi ve görgüsünü arttıracaktı. Ancak, bilime ve düşünceye kapalı, baskıcı ortam, Manastır Askeri Lisesi’nden daha ağır biçimde, burada da egemendi.
Üç yıl sonra gideceği Harp Akademisi’nde durum farklı değildir. Dünya olaylarına ve genel kültüre tümüyle kapalı bir eğitim programı uygulanmaktadır. Toplumbilim, ekonomi ya da felsefe; öğretilmek bir yana açıktan yasaklanmıştır. Yabancı dilde kitap, dergi ya da gazetelerin okula sokulması yasaktır; böyle şeyleri okumak için, okuldan atılmayı göze almak gerekir. Meslek dersleri yanında yalnızca; akaid-i diniye (din inançları), hendese-i resmiye (tasarı geometri), hikmet-i tabiiye (fizik), kitabet (yazıcılık-katiplik) dahiliye kanunnamesi (iç kanunlar), ceza kanunu gibi dersler okutulmaktadır.3
Okulda, öğrencilerin yararlanacağı bir kütüphane yoktur. Okul dışından kitap getirilemez. Aslında, büyük bir uygarlığa beşiklik eden koskoca İstanbul’da, getirilebilecek yeni kitap ya da dergi de yoktur. Eski kitaplar, sıradan insanların ulaşamayacağı yerlerde, kilitlidir. Her türlü yayın sıkıdenetim (sansür) altındadır ve yasaklar listesi çok uzundur. Ülke sorunlarından, dış olayların nedenlerinden, siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelerden söz edilemez. Devletin tarihi, ülkenin coğrafyası bile yazılmamıştır.4
Tarih diye okutulanlar, bilimsel değeri olmayan basit değerlendirmeler, kısır ve sıkıcı aktarımlardır. Padişah; “yaşanılan devrin sefaleti, Saray’ın zayıflığı ortaya çıkacak diye” kendi hanedanının geçmişteki başarılarından bile söz edilmesini istemiyordu. Harp Okulu’ndan istenen, bilgi ve bilinçle donanmış yurtsever subayların yetiştirilmesi değil, “padişaha körü körüne bağlı, gözü kapalı” saltanat koruyucularının yetiştirilmesiydi.5

Harbiye, Tıbbiye, Mülkiye

Bilgisizliğin egemen olduğu çorak ortam, doğal bir sonuç olarak, gençlerin öğrenme ve özgürce düşünme isteklerini kamçılıyordu. Baskıya ve bilgisizliğe duyulan tepki, giderek bir özgürlük hareketine dönüşüyor; bilgi edinmek, edindiği bilgiyi yazı ya da sözle ifade etmek, önüne geçilemeyen bir istek, başlı başına bir eylem haline geliyordu. Bu isteği karşılamak için biraraya gelen insanlar örgütlenmeyi öğrendiler. İşin ilginç yanı, bu tür eylemlerin öncülüğünü, baskı ve sıkıdüzenin (disiplin) yoğun olduğu Harbiye ve Harp Akademisi yapıyor, onları Tıbbiye ve Mülkiye izliyordu.
Harp Okulu’nda öğrenciler, yönetime belli etmeden gerçekleştirdikleri gizli toplantılarda yorum ve tartışmalar yapıyor, güzel konuşma yarışmaları düzenliyorlardı. Bu işlerin önde gelen yürütücüsü Mustafa Kemal’di. Güzel konuşuyor, bilgisiyle arkadaşlarını etkiliyordu. “Ancak özgür düşünceli insanlar, vatanlarını kurtarıp onu koruma gücüne sahip olabilirler” diyordu.6
Hiçbir baskı ve engeli kabullenmiyor, dikkatlice sürdürdüğü çalışmaların taşıdığı sorumluluğu, bilerek üstleniyordu. Harp Okulu’nda sınıf arkadaşı olan Ali Fuat (Cebesoy), o günler için anılarında şunları yazacaktır: “Düşüncelerimizi, sayıları binleri bulan Harp Okulu öğrencilerine aşılamak için, daha kurmay sınıflarına geçmeden gizli bir örgüt kurmuş, el yazısı iki nüsha bir dergi çıkarmıştık. Önderimiz Mustafa Kemal’di. Gelebilecek sorumluluğun en büyük yükü, onun omuzlarındaydı”.7

Okuma Tutkusu

Ulusları uyandıracak olanlar, ancak düşünce adamlarıdır” diyor8, kitaba ve yazara büyük değer veriyordu. Ulaşabildiği her şeyi okuyor, okuduklarını yorumluyor ve vardığı sonuçları arkadaşlarına aktarıyordu. Başlangıçta, yabancı dil yetersizliği ve kitap bulma güçlüğü nedeniyle, zorunlu olarak yerli düşünürlere ulaşabildi. Namık Kemal’le Tevfik Fikret, değer verdiği yerli düşünürlerin en başındaydı. Abdülhak Hamit’i okumaktan hoşlanıyordu. Felsefe ve siyasi tarih, araştırdığı konuların başında geliyor, evrim kuramıyla ilgisini çeken Charles Darwin (1809-1882)’i öğrenmeye çalışıyordu. İçeriğine tepki duyduğu Fener Rum Patrikhanesi’nin yayınlarını, düzenli olarak ve dikkatlice izliyordu.9
Önem verdiği yabancı dil öğrenmeye, birinci sınıftan sonra, daha çok zaman ayırmaya başladı. “Bir kurmay subay kesinlikle yabancı dil bilmelidir, bunun aksini düşünmek büyük hatadır” diyordu.10
Tatillerde Selanik’e gittiğinde, bir Fransız okulunun yaz kurslarına katıldı. Fransızcasını geliştirmek için, Harp Okulu öğrencilerine yasak olmasına karşın, Beyoğlu’nda sahibi Fransız olan bir pansiyonda oda kiraladı. Böylece, konuşarak hem dilini geliştiriyor, hem de pansiyon sahibi aracılığıyla Fransa’dan getirttiği kitap, gazete ve dergileri okuyarak, dünyaya açılıyordu. Bu girişimiyle, kendi kuşağı içinde, “olanaklarının tümünü zorlayarak ve gelebilecek tüm tehlikeleri göze alarak, gizli yollardan dış dünyayla ilişki kurma cesaretini gösteren” tek kurmay adayı oluyordu.11

Önderleşme

Eriştiği bilgi düzeyi nedeniyle, arkadaşları içinde sivrilmiş ve büyük saygı uyandırmıştı. Kimsenin bilmediği, düşünmediği konuları, etkili konuşmasıyla ve “düzenli konferanslar halinde” arkadaşlarına anlatıyor, ilgiyle izleniyordu. Harp Akademisinde sınıf arkadaşı olan General Asım Gündüz’ün anılarında yazdıkları, onun bilinç taşıyıcı niteliğini ve geleceğe hazırlanma eğilimini ortaya koyan çok değerli aktarımlardır: “Harp Akademisi’nde, her Cuma akşamı bir sınıfta toplanır, kapıları kapattıktan sonra Mustafa Kemal kürsüye çıkardı. Tıpkı bir konferansçı gibi, Paris’ten gelen Türkçe (Jöntürkler’in çıkardığı gazeteler y.n.) ve Fransızca gazetelerden öğrendiklerini bizlere aktarırdı. O zamana dek ‘padişahım çok yaşa’ demekten başka bir şey bilmeyen bizler için, Mustafa Kemal’in söyledikleri çok dikkat çekiciydi... Vatan, millet, Türklük gibi düşünceleri ilk kez, Harp Akademisi sıralarında ondan duymuştuk... Bir Cuma üzüntü içinde şunları söylemişti: ‘Viyana, Budapeşte, Belgrad elden çıktı. Artık bir avuç Rumeli toprağına sığındık. Sırp, Yunan ve Bulgar komitacılarını besleyen Ruslar, dedelerimizin kanları pahasına aldıkları Türk yurdunu, bizden koparma gayreti içindedir. Bu bölgedeki orduların komutanları çaresizlik ve yetmezlik içindedir. Başka milletlerin aydınları çalışıp milletlerini uyarırken nerede bizim düşünürlerimiz? Arkadaşlar bize büyük görevler düşüyor. Yarın görev alıp gittiğimiz her yerde, milletimizi yetiştirmek için subaylarımızın öğretmenleri olacağız. Gittiğimiz yerlerde aydın gençlerle arkadaşlıklar kurarak onları bu doğrultuya yönlendireceğiz. Vatanımızı ve İmparatorluğu büyük tehlikelerin beklediğini hatırdan çıkarmamak zorundayız’”.12

Mesleğine Verdiği Önem

Genel kültüre önem verip kendini yetiştirirken, bu çabanın askerlik eğitimini aksatmasına izin vermedi. Meslek derslerinde edindiği temel bilgileri; yorum ve eleştiri süzgecinden geçiriyor, inceliyor ve sürekli irdeliyordu. Araştırıcı ve sorgulayıcı tutumunu, askerlik yaşamı boyunca, genel davranış haline getirmişti.
Manastır Askeri Lisesi’nin “genç subay adayları”, boş zamanlarının önemli bir bölümünü “kafalarında Napolyon’a yakışır savaş projeleri tasarlayıp”13 tartışarak geçiriyordu. Harp Okulu’nda ve Harp Akademisi’nde durum farklı değildi. Genç bir kurmay subayken tatbikatlarda, başkalarının sıkıcı bularak kaçındıkları plan hazırlıklarını, gönüllü olarak o üstleniyordu.
Tutkuyla bağlı olduğu ve bir sanat kabul ettiği askerlik mesleğine, büyük önem vermiştir. “Askerliğin herşeyden önce yaratıcılığını severim” diyordu.14 Bağlı olduğu kurallar bütünüyle bir yaşam biçimi sayıp sevdiği askerliği, yalnızca bir savaş mesleği değil, onunla birlikte, “vatan evlatlarını eğiten” öğretim mesleği olarak görüyordu. “Bir irfan ocağı” olan ordunun temelini oluşturan subaylar, ülkesi için ölümü bilerek göze alan savaşçılar, “fedakarlar sınıfının en önünde yer alan”15 şerefli insanlardır. “Millet zarar görürse, bunun sorumluluğu subaylara ait olacaktır”.16 Bu nedenle, kendilerini çok iyi yetiştirmeli, bu sorumluluğu taşıyacak duruma gelmelidirler. Askerlik, Türk milleti için kutsal bir görev, inanca dayalı bir adanmışlık davranışıdır.
Harp tarihi, stratejik planlama, ya da askeri taktik ve teknikler konusunda uzmanlığa ulaşan bilgisi, onu her aşamada, taşıdığı rütbenin ötesinde bir girişimgücüne (inisiyatif) ulaştırmıştır. Yüksek özgüven duygusu, buradan gelir. Onun için, rütbe değil, yeterlilik önemlidir. Çanakkale Savaşları’nın en yoğun günlerinde, yapılması gerekenler konusunda düşüncesini soran Ordu Komutanı Limon Von Sanders’e, 34 yaşında ve henüz iki aylık albayken, “emrinizdeki bütün kuvvetleri emrime veriniz” diyebilmiştir. “Çok gelmez mi” sorusuna verdiği yanıt ise “az gelir” dir.17
Verilen yanıt, sorumluluk sınırını ayarlayamayan genç bir subayın, aşırı hırslı isteği değil, “sorumluluk yükü ölümden de ağırdır” diyen18 bir komutanın sözleridir. Burada söz konusu olan, bilgiye ve komutanlık yeteneklerine dayanan özgüvendir. Nitekim, Anafartalar Cephe Grup Komutanlığı’na getirilir ve Harp Akademisi komutanlarından Orgeneral Ali Fuat Erden’in söylemiyle, “savaşın gidişini değiştirir”.19 Anafartalar’da aldığı sorumluluk için daha sonra, “aldığım sorumluluk basit birşey değildi. Ancak ben, vatanım yok olduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için, bu sorumluluğu yüklendim” diyecektir.20

DİPNOTLAR

1 “Kırk Yıl” Halit Ziya Uşaklığil, 4.Cilt, sf.171; ak. Sadi Borak, “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Kaynak Yay., 2.Bas., İst.-1998, sf.14
2 “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.14-15
3 a.g.e. sf.20
4 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.76
5 a.g.e. sf.71
6 a.g.e. 1.Cilt, sf.93
7 “Sınıf Arkadaşım Atatürk” A.Fuat Cebesoy, İst.-1967, sf. 27 ve 32
8 “Hatıralarım” Gen. Asım Gündüz, der. İhsan Ilgar, İst.-1973, sf.14
9 “Hayri Paşa’nın Naci Sadullah Danış’a Anlattıkları” Yedi Gün Der., 05.09.1934, sf.78; ak. Sadi Borak, “Atatürk’ün Ankara Çalışmaları” Kaynak Yay., 2.Bas., İstanbul-1998, sf.21
10 “Sınıf Arkadaşım Atatürk” Ali Fuat Cebesoy, İstanbul-2000, sf.27
11 “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2.Bas., İstanbul-1998, sf.33
12 “Hatıralarım” G.Asım Gündüz, der. İhsan Ilgar, İst.-1973, sf.14-16; S.Borak, “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Kaynak Yay., İst-1998, sf.13-35
13 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.71
14 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.199
15 “Ordumuz Düşmanın Birinci Hedefi” Aydınlık, 04.08.2002, sf.5
16 a.g.d. sf.5
17 “Atatürk’ün Yaşamı” U.İldemir, T T.K.Bas-1988, sf.58-59 ve “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”, Prof.Dr. U.Kocatürk, T.İş Ban.Yay., Ank, sf.40
18 “Anafartalar Muharebatı’na Ait Tarihçe” Mustafa Kemal, Yay., Uluğ İldemir, Türk Tar. Kur. Bas., Ankara-1990, sf.24
19 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.89
20 a.g.e. sf.89

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder