9 Ağustos 2015 Pazar

SEVR-1920


Osmanlıyı İmparatorluğu’nu parçalayan Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920 günü imzalandı. Yazıyı bu nedenle yayınlıyoruz.



Sevr Anlaşması, Türkiye’de ne imzalayanların ne de imzalatanların hiç ummadığı bir tepki yarattı ve ulusal direniş, olağanüstü bir ivme kazandı. Anadolu’daki Türk egemenliğine son verildiğini gören halk, kitleler halinde direnişe katıldı; iç ayaklanmalar eridi, ayaklanmacılar Kuvayı Milliye örgütlerine ve düzenli orduya yazıldılar. Sevr’e karşı duyulan tepki, ulusal bir öfkeye ve kararlı bir direnme istencine dönüşerek ülkenin tümüne yayıldı. Anlaşma maddelerinin ayrıntıları açıklanmıyor ya da yanlış bilgiler veriliyor olsa da, halk karşı karşıya bulunduğu tehlikeyi sıradışı bir sezgi gücüyle görmüştü. Ülke, “en tiksinti duyduğu” Ermeni ve Rumların da içinde bulunduğu Batılı devletler tarafından paylaşılıyor, atayurdu Anadolu elden gidiyordu.



Değerli Ganimet

Birinci Dünya Savaşı’ndan yengiyle çıkan Devletler, 10 Ağustos 1920’de Paris’in banliyölerinden porselen fabrikasıyla ünlü Sévres’de, bir araya geldiler. Osmanlı Devleti’ne, kendi varlığına son veren bir barış anlaşması imzalatılacak ve stratejik öneme sahip varsıl toprakları paylaşılacaktı. Hindistan ve Çin’e ulaşan ana ulaşım yolu üzerindeki Mezopotamya, Filistin ve Suriye ele geçirilecek, Anadolu parçalanacak ve Boğazlar denetim altına alınacaktı.
Türkiye, savaşın en değerli ganimetiydi. Stratejik önemi dışında; el değmemiş petrol yataklarına, bakır, gümüş, demir başta olmak üzere bilinen hemen tüm değerli madenlere ve “hidroteknik mühendislerinin yardımıyla muazzam ölçüde ürün verebilecek, olağanüstü verimli tarım arazilerine”1 sahipti.

Anlaşmalar Seti

Anlaşma (İtilaf) Devletleri, Osmanlı topraklarını savaştan hemen sonra işgal etmiş, eylemsel olarak aralarında paylaşmışlardı. İstanbul’da askeri bir yönetim oluşturulmuş, Meclis dağıtılmış, Hükümet her söyleneni yerine getiren bir kukla durumuna getirilmişti. Toprak paylaşımının biçim ve miktarı, savaş içindeki gizli-açık birçok anlaşmayla önceden belirlenmişti.
İstanbul Mutabakatı (Mart-Nisan 1915), Londra Anlaşması (26 Nisan 1915), Hüseyin-Mc Mahon Mutabakatı (Temmuz 1915-Mart 1916), Sykes-Picot Anlaşması (6-16 Mayıs 1916), Saint-Jean de Maurienne Anlaşması (18 Ağustos 1917), Balfour Deklarasyonu (2 Kasım 1917), Hogarth Mesajı (Ocak 1918), Yediler Deklarasyonu (Haziran 1917)2 ve San Remo Konferansı’yla (19-26 Nisan 1920)3; Yemen’den Balkanlar’a, Kafkasya’dan Ege adalarına, büyük bir coğrafyada sınırlar yeniden çizilmişti. Rusya’nın devrim nedeniyle paylaşım dışı kalması üzerine, San Remo’da gözden geçirilen yeni düzenleme, şimdi Sévres’te uluslararası bir anlaşmaya dönüştürülecek ve uygulanacaktı.

Türkiye Artık Var Olmamalı”

1916’da İngiltere’yle Fransa arasında yapılan Sykes-Picot paylaşım anlaşmasına soyadını veren İngiliz diplomat Sir Mark Sykes’in (diğeri Fransız Charles François-Picot), Parlamento üyesi Aubrey Herbert’e yazdığı bir mektup, Sevr anlayışını ve Batının Türkiye için beslediği duyguları açıklayan bir belge gibidir.
Sykes, mektubunda, Herbert’in Türkiye’ye yönelik düşüncelerinin yanlış olduğunu belirtir ve şunları söyler: “Türkiye diye bir şey, artık var olmamalı. İzmir Yunanlılar’a verilecektir. Antalya, İtalyan; Suriye, Adana, Güney Toroslar, Fransız; Filistin ve Mezopotamya, İngiliz, geri kalanlar İstanbul dahil, Rus bölgesi olacaktır... Ayasofya’da Te Deum, Ömer Camisi’nde bir Nunç Dimittis okutacağım. Bunu, bütün kahraman küçük uluslar şerefine Galce, Lehçe, Keltçe, Rumca ve Ermenice okutacağız.”4

Emperyalist Çözüm”

15.Louis ve Madame de Pompadaur’un, 1756’da kurduğu porselen fabrikasının “sergi salonlarının birinde” yapılan “barış görüşmelerinde”, birbirleriyle ilişkili beş ayrı anlaşma imzalandı. Ana anlaşmaya Türk Antlaşması denmişti. Diğerleri; Trakya ve azınlıklarla ilgili olarak Yunanistan’la yapılan iki, yine azınlıklarla ilgili Ermenistanla yapılan bir ve bunlara ek olarak Üçlü Pakt ve Ege Adaları’na ilişkin İtalya’yla Yunanistan arasında imzalanan bir anlaşmadan oluşuyordu.5
Amerikalı tarihçi Prof.Paul C.Helmreich, Paris’ten Sevr’e (From Paris to Sévres) adlı kapsamlı yapıtında, Sevr Antlaşması için, “19.yüzyıl sömürgeciliğini izleyen, mükemmel bir emperyalist çözüm” der ve o günlerdeki Türkiye için şu değerlendirmeyi yapar: “Türkiye’nin toprakları elinden alınmış, müttefikleri yenilmiş ve Hint Müslümanları dışında, İslam dünyasında bile dostu kalmamıştı. İstanbul, savaşı kazananların eline geçmiş, Türkiye düşmanları tarafından kuşatılmıştı. Büyük güçler, kamp ateşinin çevresinde, aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi. Çünkü; Türkiye, doğası gereği zengin ve emperyalizm oburdu.”6

Barbar Türkleri Avrupa’dan Kovmak

Profesör Helmreich, Sevr Antlaşması’nı ve ona temel oluşturan anlayışı en iyi inceleyen tarihçilerden biridir. “Eşi az görülen, göz kamaştırıcı bir çalışma, akıl almaz bir araştırmacılık ürünü”7 olarak değerlendirilen kitabında, Sevr Antlaşması için özet olarak şu görüşleri ileri sürer: “Herkesin Türkiye’de bir çıkarı vardı; olmayanlar da icat ediyordu. Bir anlamda, çıkar çatışmalarının da ötesine geçilmiş, yıllara yayılan ‘uyutma antlaşmaları süreci’, yerini açık olarak yürütülen ‘nefret’ tutumuna bırakmıştı. ‘Barbar bir ulus’ olan Türkler’i, Avrupa’dan kovma fırsatı kaçırılmamalıydı. Lloyd George, sezgi gücünü yitirmiş; Türkler’in İstanbul’dan çıkarılmasında diretiyordu. Ateşli politikacılar, ‘Türkler’in İstanbul’u almasıyla bir çağ kapandı, şimdi İstanbul Türkler’den alınarak bir başka yeni çağ açılacak’ diyordu. Türkiye üzerinde, büyük güçler için nimetleri sömürülecek imtiyaz alanları ve neredeyse akla gelebilecek bütün azınlıklar için birer ülke planlanıyordu. İsteklerin gerçekleşmesi için, neyin nasıl isteneceğinin Padişah hükümetine dikte edilmesi yeterliydi. Mustafa Kemal’e gelince, o büyük güçler için, basit bir baş ağrısıydı. Ancak, aralarında bazıları, olan bitenin farkındaydı. ‘Paylaşımı bir an önce bitirmezsek, karşımızda bir Türk hükümeti bulamayacağız. Ya da daha beteri, baş edemeyeceğimiz bir Türk hükümeti bulacağız’ diyorlardı.”8

Ulusal Öfke ve Direnme Gücü

Sevr Anlaşması, Türkiye’de ne imzalayanların ne de imzalatanların hiç ummadığı bir tepki yarattı ve ulusal direniş, olağanüstü bir ivme kazandı. Anadolu’daki Türk egemenliğine son verildiğini gören halk, kitleler halinde direnişe katıldı; iç ayaklanmalar eridi, ayaklanmacılar Kuvayı Milliye örgütlerine ve düzenli orduya yazıldılar. Sevr’e karşı duyulan tepki, ulusal bir öfkeye ve kararlı bir direnme istencine dönüşerek ülkenin tümüne yayıldı.
Türk halkı gösterdiği tepkide haklıydı. Anlaşma maddelerinin ayrıntıları açıklanmıyor ya da yanlış bilgiler veriliyor olsa da, halk karşı karşıya bulunduğu tehlikeyi sıradışı bir sezgi gücüyle görmüştü. Ülke, “en tiksinti duyduğu” Ermeni ve Rumların da içinde bulunduğu bir gurup devlet tarafından paylaşılıyor, atayurdu Anadolu elden gidiyordu.

Anadolu’nun Paylaşımı

Sevr’e göre; Kars, Erzurum dahil, ülkenin doğusu tümüyle Bağımsız Ermeni Cumhuriyeti adıyla Ermenilere veriliyor (88-94.Madde), Fırat Nehri’nin doğusundaki topraklar Özerk Kürt Ülkesi yapılıyordu. (62-64. Madde)
Suriye’den sonra İskenderun, Adana, Mersin ve Çukurova’yı içine alan Fransız nüfuz bölgesi, Sivas’ın kuzeyine dek uzanıyordu (Ek Protokol).
Antalya merkez olmak üzere, Bursa’dan Kayseriye çekilen, Afyonkarahisar’dan geçen hattın Güneyinde kalan tüm Güneybatı Anadolu ve Onikiada, İtalyan nüfuz bölgesi oluyordu (Ek Protokol).
Yunanistan; İzmir’le birlikte Batı Anadolu’yu, Edirne ve Gelibolu dahil, tüm Trakya’yı ve Ege adalarını alıyordu (84-87.Madde). İstanbul, Marmara Denizi ve Çanakkale, Türk askerinden arındırılıyor, Anlaşma (İtilaf) Devletleri’nin denetimine veriliyordu.9

Ordu Dağıtılıyor

Anlaşma Devletleri, Türklere, “ekonomik değeri ve gelişme olasılığı bulunmayan”10 topraklar olarak kabul ettikleri, Orta Anadolu’da 120 bin kilometrekarelik bir bölgeyi bırakıyordu. Ordu dağıtılıyor, yerine 50 700 kişiyle sınırlandırılan ve subay kadrosu içinde 1500 yabancı denetmenin (müfettişin) görev yapacağı bir jandarma örgütü kuruluyordu.
Askerlik yükümlülüğü kaldırılarak, ordunun silah donanımı Anlaşma Devletleri’ne devrediliyor; silah üretim ve dışalımı yasaklanıyor; deniz birliklerindeki gemi sayısı, 6 torpido ve 7 hücumbot ile sınırlanıyordu.11
Bu maddelerin kabul edilmesinden sonra, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Türkler’in artık askerlik yapamayacağını söylüyor ve alaylı bir dille; “Türkler için, askerlik mesleği tümüyle kapanmıştır. Kuşkusuz, Türkler askerlik yapmak isterlerse, başka bir yere gidebilirler. Fransız lejyonu onları kabul edecektir. Ancak, İngiltere buna bile karşıdır. Çünkü Türkler öteki düşmanlarımızdan farklıdır, başka bir yerde bile askerlik yapmaları iyi değildir. Türkiye’ye dönüp yeni bir askeri dönem başlatabilirler” diyordu.12

Ekonomik Tutsaklık

Ekonomik, siyasal ve hukuksal ayrıcalıklardan oluşan kapitülasyonlar, sınırları genişletilerek yeniden kuruluyor, ayrıca “Garanti Sistemi” adıyla yeni ayrıcalıklar getiriliyordu (261.Madde). Demiryolları, limanlar, su yolları, gümrükler ve ormanlarla özel ve devlet okulları, uluslararası komisyonların denetimi altına alınıyordu. (Madde 328 -360).13 Devlet bütçesi ise; İngiltere, Fransa ve İtalya’dan oluşan bir kurul tarafından düzenlenecekti. Kurula katılan Türk temsilcinin oy hakkı bulunmayacak, yalnızca danışma niteliğinde görüş bildirecekti. Türk Hükümeti, kurulun onaylamadığı herhangi bir akçalı (mali) düzenlemede bulunmayacak, Gümrükler Genel Müdürü, yalnızca bu kurul tarafından atanacak ya da görevden alınacaktır.
Türk Devleti’nin para politikası, Osmanlı Bankası ve Düyunu Umumiye İdaresi ile birlikte çalışacak Mali Komisyon tarafından belirlenecekti. Komisyon, devletin gelirleri ile; önce işgal güçlerinin giderlerini ve savaş ödencesini (tazminatı) ödeyecek, sonra geri dönen azınlıkların giderlerini karşılayacak, kalanını Türk halkının gereksinimleri için kullanacaktı (Madde 231-266).14
Büyük devletlere tanınmış olan kapitülasyon ayrıcalıklarından, Yunanistan ve kurulacak olan Ermenistan yurttaşları da yararlanacak, herhangi bir ticari kısıtlamaya bağlı olmadan ülkenin her yerinde çalışabileceklerdi. Yabancı kargo ve posta kuruluşları yeniden açılacaktı. Konsolosluk Mahkemeleri, gelişkin yetkilerle yeniden kurulacak, Türk Mahkemeleri yabancıları yargılayamayacaktı.15

Azınlıklar Egemenliği

Sevr; azınlıklar, dinsel özgürlükler ve demokratik haklar konusunda, özellikle Rum ve Ermeniler’e, Türkler’in yararlanamayacağı geniş haklar getiriyordu. Savaş nedeniyle yerlerinden ayrılan azınlıklar, hiçbir koşula bağlı olmaksızın geri dönebilecekler ve komisyona bildirdikleri maddi zararları, Türk maliyesinden alabileceklerdi.
Azınlıklar; okul, kimsesizler yurdu, hastane, kilise, havra gibi toplumsal ve dinsel kuruluş açmada, mülk edinmede tümüyle özgür olacaklar, hiçbir denetime bağlı kalmayacaklardı.16

Utanç Belgesi”

Anadolu’daki Türk egemenliğini kesin biçimde sona erdiren Sevr, onu imzalayanlar için “sonsuz bir utanç belgesiydi”17 En küçük ayrıntıya dek yüzlerce maddeyle belirlenen parçalama girişimi, birkaç tümceyle özetlenirse, ortaya çıkan somut gerçek şuydu: “Osmanlı Padişahı ve bütün İslamların Halifesi olan Sultan Mehmet Vahdettin”18, dedelerinin Selçuklular’dan devralarak büyük bir imparatorluğun ana yurdu yaptığı Anadolu’yu, hiç direnmeden, üstelik direnenlere karşı direnerek elden çıkarıyordu.
İşin acı yanı, “mahvolmak istemeyen ve Anavatanı’nı her türlü fedakarlığa katlanarak savunmaya karar veren Türk milletine, tutsaklık ve utanç zincirini takmak için, büyük devletler ve Yunanlılarla birlikte saldırıyor, bu saldırıda silah dahil, her şeyi kullanıyordu.”19

Büyük Üzüntü

Mustafa Kemal, Sevr’in imzalanma haberi geldiğinde, Ziraat Mektebi’ndeki karargahında çalışıyordu. Batılıların Anadolu’ya vermek istediği yeni biçimin ne olacağını ve İstanbul Hükümeti’nin her isteği yerine getireceğini biliyordu. Yapılacak anlaşmayı, hiçbir koşulda kabul etmeyecek, ölümü göze alarak sonuna dek savaşacaktı. Gelen haber, onun için beklenmeyen bir sonuç değildi. Ancak bütün bunlara karşın, “orada bulunanların belleklerinden sonsuza dek silinmeyecek bir iz bırakacak kadar”20 derin bir üzüntü ve acı duydu.
Albay Arif Bey, o anı şöyle anlatır: “Hava karardı ve odayı yavaş yavaş gölgeler doldurmaya başladı. Mustafa Kemal boz kaputuna sarınmış, gri astragan kalpağıyla başı önüne eğilmiş, hatları gergin, yüzü kül rengi, boş bakışlarla öylece koltukta oturuyordu... Dışarda karanlık basmış, akşam olmuştu. Odadakiler alçak sesle konuşuyorlar, düşüncelerini dağıtmak korkusuyla, lambayı yakmaya cesaret edemiyorlardı. Pencereden, bir akasya ağacı kümesinin arkasında, dağların kara gölgesi üstünde kabaran soğuk avluda, Paşa’nın iri kurt köpeği uzun uzun uluyordu. Birden ürperdi ve daldığı düşüncelerden silkindi. Bir sinir buhranı geçirir gibi sarsıldı. Çevresine dalgın bakışlarla baktı, sonra kendi kendine söylenmeye başladı. Evet, Ankara’nın Bozkurt’u, öfke ve acıyla adeta inliyordu. Bir an sonra doğruldu ve silkinerek ayağa kalktı. Emirerini çağırdı, pencereyi kapatmasını söyledi. Bir diğerini çağırdı, ona da ışık getirmesini, odayı saran gölgeleri kovacak kadar bol ışık getirmesini emretti. Beni, İsmet’i, Kurmay Başkanını çağırdı, geç kalmış gibi çabuk çabuk; genelgeler yazdırmak için, ülkenin her yerine buyruklar iletmek için, birlikleri toplamak için, mücadele ateşini körüklemek için sanki harekete geçiyordu. Savaşacağını, sonuna kadar mücadele edeceğini ve Türkiye’yi mutlaka kurtaracağını, onu büyük ve özgür bir ülke yapacağını söylüyordu. Odadakiler, söz ve davranışlarından şaşırmış, allak bullak olmuş bir halde onu dinliyorlardı. Elinde ne ordu, ne de iktidar gücü vardı. Böyle eli boş anında bile, zaferi kazanacağından emin bir eda ile konuşuyordu.”21

Halkın Sezgi Gücü

Türk halkı, içine düşürüldüğü felaketin gerçek boyutunu, Sevr maddelerini tam olarak bilmemesine karşın anladı. İzmir’in işgalinden, Ermeni saldırılarından ve İstanbul’un askeri yönetim altına alınmasından sonra ve bunlardan daha sarsıcı olmak üzere, Sevr’in imzalanmasıyla “derin bir öfke seline” kapılmıştı. Norbert Bischoff’un söylemiyle, “düştüğü felaketin derinliklerinde ve yalnız kalmanın dehşeti içinde, kendine gelmeye başladı ve silahlı mücadelenin doğuracağı hiçbir zararın, kendisine giydirilen Sevr kefeninden daha kötü olamayacağını” açık biçimde gördü.22
Durumu kavradıktan sonra, “Mustafa Kemal’in çağrısına sessiz kalması”23 olanaksızdı. Türk halkı, giderek yükselen bir direnme gücüyle silaha sarıldı. Ulusal bilinç ve savaşkanlık ruhu, en gelişkin kitle çalışmasının bile, yıllarca başaramayacağı kadar yükselerek, tüm ülkeye yayıldı.
Bischoff, Sevr Anlaşması’ndan sonraki gelişmeler için şunları söyler: “Türkler zaman yitirmeden Kemalistler’in saflarına geçtiler, Padişah’ın buyruklarına uymaktan vazgeçtiler. Mustafa Kemal’e her yandan yardım yağmaya başladı. Anadolu, duygusal olduğu kadar içten, gerçek bir halk ayaklanmasına tanık oldu. Her yaştan binlerce kadın ve erkek, Meclis Hükümeti’nin emrine girmek için Ankara’ya geldiler. Erkekler kurulmakta olan orduya katılıyor, köylü kadınlar cephane taşıyor, hali vakti yerinde aile kızları yaralılara bakıyor ya da askeri elbise dikiyordu... İstanbul Meclisi’nin tutuklanmaktan kurtulan milletvekilleri, her rütbeden subaylar, memurlar, öğrenciler, mühendis ve doktorlar, İngiliz hatlarını gizlice aşarak Ankara’ya geliyor; zengin-fakir herkes vatan hizmetine koşuyordu.”24

Sevr ve Mustafa Kemal

Sevr’in imzalanmasından bir hafta sonra, işgal güçlerinin karşısında, gerçekten bambaşka bir Türkiye vardı. Kitleler, seçimini milli mücadeleden yana yapmış ve “ulusu koruma duygusu, hanedana bağlılık alışkanlıklarına üstün gelmişti.”25
İşgalcilerin istekleri yönünde davranan Padişah, maddi manevi tüm gücünü yitirmiş, işbirlikçi olarak bile bir değeri kalmamıştı.
Yaşamı ve bağımsızlığı için fedakarlık yapan bir millet başarısız olamaz, yenilgi demek milletin ölümü demektir”26 diyen Mustafa Kemal, bir kez daha haklı çıkmıştı. ‘Millet ölmemişti’.
En olumsuz koşullarda bile millete inanmış, inancında da yanılmamıştı. Benliğinin tümünü saran bu inanç, “her sözüne, her emrine ve her hareketine”27 yansıyordu. “Ya kazanacağız ya yok olacağız” diyor, “halkın mücadele ruhunu yepyeni bir şevkle ayaklandırıyordu.”28
Güvenine ve direnme çağrısına şimdi, eskiye göre çok daha etkili yanıt alıyor, “helal süt emmiş her Türk, kızgınlıkları unutarak safları sıklaştırıyor ve Mustafa Kemal’in peşine düşüyordu.”29
Bin yıldır Anadolu’nun egemen halkıydılar. Tarihlerinin hiçbir döneminde tutsak olmamışlardı. Yüzyıllardır özlemini çektikleri bir öndere kavuşmuşlar, ülkelerini ve geleceklerini kurtarmak için, onurlu bir mücadele içine girmişlerdi.

Sevr’i Yırtmak

Önce, ülke iç savaş felaketinden kurtarıldı. Sayıları çok olan iç hainlerin halk üzerindeki etkisi tümüyle kırıldı. Daha sonra, Yunan saldırılarına karşı, Doğu cephesini sağlama almak ve Sovyetler Birliği’yle ilişkiyi sağlayan Kafkas Seddi’ni açık tutmak için; Ermeni saldırıları durduruldu ve bölgeden tümüyle uzaklaştırıldı. Gümrü Anlaşması’yla Ermeniler hem Türkiye’nin doğusundaki savlarından, hem de işgal ettikleri Kars, Ardahan ve Artvin’den vazgeçmek zorunda kaldılar.
Türk yenilgisinden sonra arta kalan Ermeni birliklerini çeken Sovyetler Birliği’yle Moskova Antlaşması yapıldı. Güney cephesinde Fransızlar durduruldu, Maraş ve Urfa kurtarıldı. Ayaklanmacı Kürt aşiretleri denetim altına alındı. Konya’dan İtalyanlar, Eskişehir’den İngilizler “denize dek geri sürüldüler.”30
İşgalci orduların ele geçen subayları tutuklandı ve Malta sürgünlerine karşı takas aracı olarak tutuldular. Bu gelişmeler, Batı başkentlerinde büyük kaygı yarattı. Ön Asya’da, akıldan bile geçmeyen “birşeyler” oluyordu. Anadolu’dan kovulmak istenen, kendi deyimleriyle, “yırtık pırtık giysiler içindeki bir avuç yoksul Türk, muzaffer müttefikleri Anadolu’dan kovalıyordu.”31

Emperyalizmi Altetmek

Oysa, kısa bir süre önce azametli tavırları ve diplomat ordularıyla, “dünyanın geleceğini kararlaştırmak için” bir araya gelen mağrur galipler, ağır ve bencil kararlarını, “sanki birer tanrıymışlar gibi”32 dünyaya bildirmişlerdi.
Amerikalı Woodrow Wilson, İngiliz Lloyd George ve Fransız George Clemenceau; daha birkaç hafta önce, altı parçaya böldükleri Anadolu’nun yeni sahiplerini, Sévres’de, “beş yüz gazetecinin önünde” dünyaya açıklamışlardı.33 Aldıkları kararların kendilerine sağlayacağı yararlardan ve Türkler’in bu kararlara karşı bir şey yapamayacağından son derece emindiler.
Oysa şimdi, Anadolu’dan kaygı verici haberler geliyor, dünyaya yeni bir biçim vermeye girişen ‘egemenlerin’ huzuru kaçıyordu. Hükümet yetkilileri, istihbarat elemanlarına tedirginlik içinde “neler oluyor?” diye soruyorlardı. “Türkiye Dünya Savaşı’nda gücünün tümünü yitirip bitmemiş miydi?”, Anadolu, artık bir “yetimler ve dullar ülkesi” değil miydi?

Yunanlıları Kullanma

Tıkanıklığı aşmak” ve Sevr’i uygulayarak “Anadolu sorununu çözmek için”, Batı Anadolu’da bulunan ve istenildiğinde asker sayısını 200 bine çıkarabileceğini söyleyen Yunanistan, bir fırsattı. Silah ve para Avrupa’dan, asker Yunanistan’dan sağlanacak, Anadolu’daki ulusal direniş bastırılacaktı. “Sahte bir saflık ve ‘iyi çocuk’ görünüşü altında, Giritli atalarına yakışır bir zeka kıvraklığı ve cinlik saklayan”35 Venizelos, bu iş için biçilmiş kaftandı.
Onun tüm yaşamını adadığı bir tek amacı vardı: “Yunanistan’ı, Anadolu’nun zengin sahil şeridini kapsayan ve başkenti Konstantinopolis olan bir imparatorluğa dönüştürmek.”36 Bunu, madem İtilaf Devletleri yapamıyor, silah ve para verilirse o yapabilirdi. Yunanistan, “Türkiye’nin, Asya ve Avrupa topraklarından daha fazla pay almak” gibi akılcı bir öneriye karşılık, ordusunun tümünü “müttefiklerin kullanımına” vermeye hazırdı. Eğer kabul edilirse, derhal Anadolu içlerine ilerlenecek, Türkler’e Sevr koşulları kabul ettirilecekti.
Wilson, Lloyd George ve Clemenceau; Venizelos’un önerisini düşünmeksizin onayladı ve Anadolu’da yaygın bir saldırıya karar verildi. Anadolu’nun içlerine doğru geniş bir askeri eylemce (harekat) başlatıldı.

DİPNOTLAR


  1. Woodrew Wilson, Dünya Savaşı, Versailles Barışı” R.S.Becker, sf.96; ak. A.M. Şamsutdinov, “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.39
  2. Sevr Entrikaları” Paul C.Helmreich, Sabah Kit., İst.-1996, sf.3-6
  3. Ana Britannica, 27.Cilt, Ana Yay. A.Ş. İstanbul-1994, sf.361
  4. Milli Mücadele’de İç İsyanlar” Abdullah Kehale, Çağdaş Yaşam Derneği Yayınları, İstanbul-1997, sf.17
  5. La Signature du Traité Turc” sf.255; ak. Paul C.Helmreich “Sevr Entrikaları”, Sabah Kitapları, İstanbul-1996, sf.241
  6. Sevr Entrikaları” P. C.Helmreich, Sabah Kit., İstanbul-1996, sf.22
  7. a.g.e. Kapak Yazısı
  8. a.g.e. Kapak Yazısı
  9. Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.192
  10. a.g.e. sf.192
  11. Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.241
  12. Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt, İst.Bas., İst.-1974, sf.106
  13. Kurt ve Pars” Benoit Méchin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.156-157
  14. Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.195-196
  15. Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.242
  16. Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, sf.10403
  17. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.64
  18. a.g.e. sf.65
  19. a.g.e. sf.65
  20. Kurt ve Pars” Benoit Méchin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.156
  21. Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., 1997, sf.194, a.g.e. sf.156-158
  22. Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.195
  23. Kurt ve Pars” B.Méchin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.158
  24. Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.196
  25. a.g.e. sf.196
  26. Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.105
  27. a.g.e. sf.105
  28. a.g.e. sf.105
  29. a.g.e. sf.108
  30. a.g.e. sf.105
  31. a.g.e. sf.109
  32. a.g.e. sf.107
  33. a.g.e. sf.107
  34. Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.199
  35. a.g.e. sf.201
  36. Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.110


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder