1 Eylül 2015 Salı

MUSTAFA KEMAL’İ YARATAN KOŞULLAR-1


20.Yüzyıl başında, Yemen’den Arnavutluk’a, Kafkasya’dan Trablusgarp’a dek, çok geniş bir alanda savaşan subaylar, çatışmalar içinde pişerek kendilerini yetiştirdiler. Gittikleri hemen her yerde onları bekleyen; donanımsızlık, her türlü yoksulluk ve ihanet ayaklanmalarıydı. Maaşsız ve güvencesiz durmadan savaştılar. “Ülkenin bir ucundan bir ucuna koşuyor, eriyip gidiyorlardı”. Sivil ya da asker Türk aydını, canını dişine takarak, onur ve varlık mücadelesine girişmişti. Tarih, ülkesine tutkun bu kuşağı, savaşçı vatanseverler olmaya adeta mahkum etmişti. Mustafa Kemal, bu kuşağın insanıydı.


Acılı Kuşak

Osmanlı aydınları, 19.yüzyılın son çeyreğinde, kararlı bir atılganlıkla vatan savunmasına girişti. Sürekli çatışmalar, yoğun dış saldırı; iç siyasi baskı ve doğal olmayan ölümlerle iç içe yaşadılar. “Destanlarla büyümüş”, çok genç bir kuşaktılar. İmparatorluğun çöküşünü izlerken, öfke ve kızgınlık içinde bunalıyorlardı. Kişiselliği aşmış savaşkan ülkücülerdi. Vatan savunmasında sorumluluk yüklenip düşmanla boğuşmanın yanında; “tutuklanmalar, cezaevleri, hatta idam sehpalarıyla” uğraştılar. Anadolu’nun yoksul insanlarının, cephelerde tükenişi gibi, “koca bir imparatorluğun çöküşü, sanki onların kaderi olmuştu”.1

Osmanlı Yurtseverleri

Osmanlı İmparatorluğu’nda yurtsever aydınlar, yenilgiler sürecine tepki olarak, 19.yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktılar. Bu kuşak, yüzyıllarca süre gelen savaşların, yenilgilerin ve bir türlü bitmeyen göç acılarının ürünleriydiler. Kararlı ve özverili, savaşkan bir aydın kuşağı, özellikle subaylar, geç de olsa sonunda ortaya çıkıyordu.
Gözlerinin önünde yitip giden ülkenin acısını duyarak mücadeleye atıldılar. Savaşların sert ortamında yetişerek, olağanüstü bir direngenliğe ulaşmışlardı. Ancak soruna çözüm getirecek kalıcı bir kurtuluş yolu bulamıyor, Batıcılık-yurtseverlik ikilemi içinde bocalıyarak, dünya olaylarını yerli yerine oturtamıyorlardı. Çoğunluğu, ölümü göze alan katıksız yurtseverlerdi ama yeterince tanımadıkları Batı etkisinden kurtulamıyorlardı.
Harp Akademisi’nin genç kurmayları; Harbiye, Tıbbiye ve Mülkiye öğrencileri, büyük bir özveri ve inançla mücadeleye atıldılar. Namık Kemal (1840-1888), Ziya Paşa (1829-1880), Tevfik Fikret (1867-1915), Gaspralı İsmail (1851-1914), İsmail Akçura (1876-1935) bu kuşağın öncü düşünürleriydiler.
20.Yüzyıl başında, Yemen’den Arnavutluk’a, Kafkasya’dan Trablusgarp’a dek, çok geniş bir alanda savaşan subaylar, bu aydınlardan etkilenerek ve çatışmalar içinde pişerek kendilerini yetiştirdiler. Gittikleri hemen her yerde onları bekleyen; donanımsızlık, her türlü yoksulluk ve ihanet ayaklanmalarıydı. Maaşsız ve güvencesiz durmadan savaştılar. Okuyorlar ve tarihteki büyük başarıları öğrenmenin verdiği özgüvenle, kimliklerini, ruh ve inançlarındaki değerleri yitirmemeye çalışıyorlardı. “Ülkenin bir ucundan bir ucuna koşuyor, eriyip gidiyorlardı”.2
Sivil ya da asker Türk aydını, canını dişine takarak, onur ve varlık mücadelesine girişmişti. Tarih, ülkesine tutkun bu kuşağı, savaşçı vatanseverler olmaya adeta mahkum etmişti. Mustafa Kemal, bu kuşağın insanıydı.

Selanik


20.Yüzyılın başında Selanik, yalnızca Balkanlar’ın değil, tüm İmparatorluğun en varsıl, en gelişkin ve en eski kentlerinden biri, belki de birincisiydi. İstanbul’dan 79 yıl önce 1374’de ele geçirilmiş, yarım bin yıllık bir Türk kentiydi. Ekonomik ve kültürel canlılığın yarattığı yüksek yaşam düzeyiyle, nitelikli bir siyasi devingenlik içinde bulunan bir ordu merkezi, bir asker kentiydi. Siyasi ve kültürel örgütler, gazete ve dergileriyle aydınlar, askerler, subaylar, birlikler ve savaş araçları, kentin doğal dokusu gibiydi.
Devletin güçsüz düşmesini fırsat bilen ve Batının desteğini arkalarına alan küçük Balkan devletleri, gözlerini Selanik’e dikmişler, onu ele geçirmek için her yolu denemektedirler. Yıldırmanın (terörün) her türünü kullanan Bulgar ya da Yunan çetecilerin vahşeti, Müslüman Türk halkı üzerinde derin izler bırakmakta3, Selanik’in ve İmparatorluğun geleceğinden kaygı duyan aydınlar, bir araya gelerek tartışmakta ve örgütlenmektedirler. Kışlalar, okullar, aile ya da arkadaş toplantılarının değişmeyen konusu, ülkenin içinde bulunduğu kötü durum ve geleceğe yönelik yapılması gerekenlerdir. Türk halkının yaşadığı ve yaşayacağı olumsuzlukları herkes görmekte, ancak atılacak adım konusunda kimse; çoğunluğun katılacağı, açık ve uygulanabilir bir öneri getirememektedir.

Beyaz Kule Gazinosu

Böyle bir Selanik’te büyüyen Mustafa Kemal, 1907 yılında kıdemli yüzbaşıdır. O yılın bir yaz akşamında, arkadaşlarıyla sıkça buluştukları Selanik’in ünlü Beyaz Kule Gazinosu’nda bir araya gelmişlerdir. Konuşmaların ana konusu, doğal olarak, ülkenin içinde bulunduğu sorunlar ve yapılması gerekenlerdir.
Değişik ve ileri düşünceleri nedeniyle, daha çok o konuşmakta, arkadaşları yeni bir bakış açısı ve değişik bilgilerle karşılaşmanın çekiciliğiyle ona sorular sormaktadırlar. Ülkenin durumu ve geleceğiyle ilgili değerlendirmelerde bulunurken, “tam yetkili olsan sen ne yaparsın” sorusuyla karşılaşır. Verdiği yanıt 26 yaşında bir kurmay subay için çok şaşırtıcıdır.
Önce, ülkenin ekonomik-siyasi yapısını, ordunun genel durumunu ortaya koyar. Siyasi ve idari düzen değiştirilecek, saltanata son verilecektir. Ordu yeniden yapılandırılacak, savunması olanaksız topraklardan çekilinecek ve “çekirdek savunma cephesi” adını verdiği yeni bir anlayışla, Türkler’in yaşadığı yerler kesin biçimde savunulacaktır. Savaş çıkması kaçınılmaz görünen Balkanlar’da ilk darbe Bulgaristan’a vurulacak, Balkan devletlerinin bir araya gelmesi önlenecektir. Ancak bütün bu işler, “kağşamış (eskiyip çürümüş y.n.) orduyla” değil, kurulacak yeni bir orduyla yapılacaktır.4
Düşündüğü atılımları gerçekleştirmek için, masada bulunan arkadaşlarına vereceği görevleri tek tek açıklar. Kimini Başbakan ya da Bakan, kimini Genelkurmay Başkanı yapmaktadır. Masadakiler şaşkınlık içindedirler, ama o çok ciddidir. “Bunları yapmak için sen ne olacaksın, yoksa padişah mı?” sorusuna verdiği yanıt, konumunun çok ötesindeki amaçlarını ve o yaşta sahip olduğu özgüven duygusunu ortaya koyar: “Hayır, ondan da büyük”.5
Benzer görüşleri daha sonra da dile getirir. Harbiye’yi bitirdiği gün, ailesine yazdığı coşkulu mektupta, özenle seçilmiş sözcüklerle, amaçlarının yüksekliğinden ve yöneldiği ülkülerden söz eder.6 1904 yılında, Harp Akademisi’ndeki arkadaşlarına, “yıkılmakta olan İmparatorluk’tan, yeni bir Türk devleti çıkarmalıyız” der.7 Kurmay stajını yaptığı Şam’dan gizlice geldiği Selanik’te, güvendiği arkadaşlarını “köhnemiş olan bu çürük yönetimi yıkmak, milleti hakim kılmak ve vatanı kurtarmak için, sizi göreve davet ediyorum”8 diyerek örgütlenmeye çağırır.
Mustafa Kemal’i tanıyıp anlamak, mücadelesinden ve başardığı işlerden yararlanmak için, bu sözlerin içerdiği derinliği sürekli akılda tutmak gerekir. Söylendiği günlerde, inanılması olanaksız gençlik düşleri gibi görünen bu görüşler, tüm gücüyle inandığı amaca yönelen bir insanın, neler yapabileceğini gösteren çok çarpıcı bir örnektir. Beyaz Kule Gazinosu’nda söylediklerinin hemen tümünü, üstelik her aşamada düş görüyor yargılarıyla karşılaşarak gerçekleştirmesini bilmiştir.
Çanakkale’de, Doğu Cephesi’nde, Samsun’a giderken ya da devrimleri gerçekleştirirken yapılanlar, herkese düş gibi geliyordu. 1938’de sonsuzluğa giderken; saltanatı kaldırmış, “padişah’tan da daha büyük”, Cumhurbaşkanı olmuş, arkadaşlarını bakan ve başbakan yapmış, “çekirdek savunma cephesi”ni Misak-ı Milli’yle gerçekleştirmiş, elde tutulamayacak topraklar için sonuçsuz serüvenlere girişmemiş, yeni bir devlet ve yeni bir ordu kurmuş, Bulgaristan’a karşı, diğer Balkan ülkeleriyle birlikte Balkan Antant’ını imzalamıştı.

Kendini Geleceğe Hazırlamak

Seçtiği amaç için, kendisini her yönüyle yetiştirmesini bilmiştir. Askeri Lise’de, Harp Okulu’nda, Akademi’de ve görev yaptığı birliklerde, yurt sevgisinin biçim verdiği düşüncelerini, araştırma ve incelemeye dayalı, dikkatli bir çabayla sürekli geliştirdi. Duygularının, bilimin önüne geçmesine asla izin vermedi. “Ulusun başına gelen bütün felaketlerin sorumlusu sanki kendisiymiş ve devleti kurtarmak sanki yalnızca onun göreviymiş gibi”9 sorumluluk duyuyor, geceleri uyuyamıyordu. Harp Okulu’nda arkadaşlarına, “ben sizler gibi sakin uyuyamıyorum. Sabahlara kadar gözüm açıktır” diyordu.10
Ülkesine karşı duyduğu sorumluluğu taşıyabilmek ve amacına ulaşabilmek için, iyi bir eğitime sahip olmak ve yapacağı işe inanmak gerektiğini genç yaşta kavramıştı. Ancak, inancı ve geleceğe yönelik amaçlarıyla, okulda verilen eğitim arasında, kapatılması güç bir düzey farkı vardı.
Dünyadaki gelişmeleri, düşünce akımlarını öğrenmek, her konuda bilgili olmak istiyordu; ama o dönem okullarında, bilgi ve bilinç yaratmayan, son derece yetersiz, kimi zaman bilimden uzak bir eğitim veriliyordu. Teknik ve düşünsel yenilikler; felsefe, sosyal bilimler ve özellikle tarih, bilimsel boyutuyla öğretilmek bir yana, neredeyse yasaktı. Yöneticiler için tarih, “uzak durulması gereken bir baş belası, huzur kaçıran bir kabustu”.11 Askeri okullarda, sürgünü göze alan “vatansever komutan ve subaylar, padişahçı komutanlarla çatışarak” öğrencilerine birşeyler öğretmeye çalışıyor12, ama sınırlı kalmak zorunda kalan bu bilgiler, ona yetmiyordu.
Okul eğitiminden ayrı olarak, kendini yetiştirmek için yoğun ve sürekli bir çaba içine girdi. İlerde, “başarı, başarılı olacağım; zafer, zafer benimdir diyenlerindir”13 sözleriyle dile getirdiği anlayışını, kendine karşı o günlerde uyguluyordu. Bilginin bilinç, bilincin direnme gücü yaratacağını bilerek, gelecekteki mücadele günlerine hazırlanıyor, sürekli araştırıyor, herşeyi sorguluyordu. Yönünü kesin olarak belirlemişti. Kendisini ülkesine adayacak, çizdiği yolda sonuna dek gidecekti.
Yurtseverliği, duygulu ve içtendi. “Ey! Vatan toprağı, sana herşey feda, kutlu olan sensin, hepimiz senin fedaileriniz...”14 diyen yazılar yazıyordu. Ancak, duygululuğunun duygusallığa dönüşmesine izin vermiyor; ülke sevgisinin, akıl ve bilime dayalı, güçlü bir ulusal bilinçle donatılması gerektiğine inanıyordu.
Ülke sorunlarına gösterdiği duyarlılığı, kişisel ilişkilerine de yansıtır. Dostluk ve dayanışmaya önem verir, her zaman yardıma hazırdır. Kendisine saygı ve bağlılık gösteren geniş bir çevresi, her dönemde vardır. İkili görüşmelerde, özellikle ülke sorunlarıyla ilgili olanlarda; az konuşur, daha çok dinler, görüştüğü kişiyi anlamaya çalışır. Nitelikli bir örgütleyici ve etkili bir konuşmacıdır. Bilgi aktarmada, düşüncelerini kabul ettirmede çok yeteneklidir.15

Manastır

1895-1898 yıllarında eğitim gördüğü Manastır Askeri Lisesi’nde, matematik başta olmak üzere fen derslerinde başarılıydı. Düzenli çalışıyor, ancak bu derslerdeki başarının kendisi için yeterli olmayacağını hissediyordu. Mesleğinde başarılı olmak isteyen bir askerin; genel tarih, harp tarihi, toplumbilim (sosyoloji), genel kültür ve dil öğrenimini geliştirmesi gerektiğini görmeye başlamıştı. Yönelişinde, daha sonra “minnet borcum vardır, bana yeni ufuklar açmıştır” dediği, tarih öğretmeni Kıdemli Yüzbaşı Mehmet Tevfik Bey’in büyük etkisi vardı.16 Bir yandan derslerine çalışıyor, bir yandan okuyup inceleyeceği kitap ve kaynak arıyordu.
1897’de patlak veren Türk-Yunan savaşında, yengi elde edilmesine karşın, masa başında yitiklerle dolu bir anlaşmaya imza atılmıştı. Büyük devletlerin karışmasıyla, ordunun Atina’ya ilerlemesi durdurulmuş, Teselya Yunanistan’a bırakılmış; Girit’de, Rumlar’a yeni haklar tanınmıştı. Bu olay, o dönem aydınlarını olduğu gibi, 16 yaşındaki Mustafa Kemal’i de derinden etkiledi. “Savaşa katılmak için” okuldan kaçmayı bile düşünmüştü.17 Düşündüğünü gerçekleştirip askeri zaferin onuruna erişse bile, yenilmiş gibi geri dönecekti. Tüm benliğinde acısını duyduğu bu gerçek, onu, genç yaşına karşın yanılgıya değil, tam tersi kararlı bir direngenliğe götürdü.

DİPNOTLAR

  1. İttihat ve Terakki” Taylan Sorgun, Kum Saaati Yay., 2.Bas, İst-2003, sf.13
  2. Tek Adam” Ş.Süreyya Aydemir, 1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas, İst-1983, sf.6
  3. Atatürk ve Devrim” Ord.Prof. E. Ziya Karal, Zir. Ban.Yay., 1980, sf.5
4 “Tek Adam” Ş. S.Aydemir, 1.Cilt., Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.115
5 a.g.e. 1.Cilt, sf.116
6 “Tek Adam” Ş. S.Aydemir, 1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.77
7 “Atatürk ve Devrim”, Prof. E.Ziya Karal, Zir. Ban.Yay., 1980, sf.31
8 “Türk Ordusu ve Milli Egemenlik” Albay (E) Cemil Denk, Türksolu, 03.05.2004, Sayı 55, sf.2
9 “Atatürk ve Devrim” Ord. Prof. E.Ziya Karal, Zir. Ban.Yay., 1980, sf.6
10 “Atatürk’ün Yaşamı” U.İldemir, T T.K. Bas, 2. Bas, Ank-1988, sf.15
11 “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İstanbul-1998, sf.14
12 “İttihat ve Terakki” T. Sorgun, Kum Saati Yay., 2.Bas., İst.-2003, sf.13
13 “Atatürk ve Dervrim” Prof.E.Ziya Karal, Zir. Ban.Yay., 1980, sf.18-19
14 a.g.e. sf.20
15 “Atatürk’ün Yaşamı” U.İldemir, T. T. K. Yay., 2.Bas., Ank.-1988, sf.7
16 “Sınıf Arkadaşım Atatürk” A.Fuat Cebesoy, Temel Yay., İst-2000, sf.27
17 “Tek Adam” Ş.Süreyya Aydemir, 1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bs, İst-1983, sf.71


1 yorum:

  1. The Final Question: Is it the devil or the Jews?
    It is the Jews, and it is genetic. They have been poisoning human mind for thousands of years with their dogma of being the chosen people. They are poisoning our food, water, and air by fooling us into believing that we need junk food, fluoridated water, and air sprayed with toxic chemicals. They have been outsmarting all of us exponentially by keeping secret science and knowledge to enslave humanity. They have never abandoned their dream of being the chosen people. Every time people realize their manipulation tactics, and decide to get rid of them.
    It is not the United States of America or evil Europeans. It is the Jews. Jews perform the U.S. bashing instead of telling you the truth and their agenda. They tell you all evil comes from the U.S. when the truth is all evil comes from Jews. They are against God, and his creation. Why would anyone mass with God, and his creation, that I do not know, but I can imagine what would happen if you do.
    This time they have gone so far with their attempt to dumb down, degenerate, poison, and enslave American people, while at the same time destroying, and colonizing Middle East with their ISIS tool. They are actively weakening European nations as well, while at the same time going after powerful anti-Zionist super nations like China, Russia, and Iran. The plan is of course to make them fight each other, kill each other while putting all these nations in debt by using FED system. It is a magical system where Zionist bankers pose as they have gold and they lend it to American people to print dollars and to keep it for themselves. It is created as a debt to American people. It should be created as American people's money instead. The financial enslavement and the scheme they are running turning Americans into slaves controlled by money. They are cheating, stealing, killing, fooling, colonizing, making fun out of it, and enjoying the stupidity of human kind.
    You know the drill. You know Bernie. You listen to Donald all day long. Donald has been given coverage and attention to make sure he will run against Bernie. You know the plan to take the Middle East from Muslims. You know Jews control and manipulate the U.S. population, they are in control, and they outsmart their surrounding one to ten at least, one to one hundred most of the time, and one to thousand in many cases. They know what insurance you have, what doctor you will see, where you will go under surgery, what will you buy when you stop by the market, they give you a discount to make sure you get that one, they call you when you have a financial problem, they make sure you get bad mood, bad food, poisoned water, toxic air, earth, culture, knowledge, perception, understanding, society, law, legal environment, police force, FBI, DEA, DOJ, CIA, NSA, Hollywood, Wall Street, Harvard, Law Schools, Colleges and Universities, villages, towns, cities, states, countries, continents, creeks, rivers, lakes, seas, oceans, farms, forests, jungles, plants, animals, birds, fish, soaps, shampoos, toothpastes, organic butternut and spaghetti squashes.


    YanıtlaSil