8 Haziran 2015 Pazartesi

TÜRK–KÜRT İLİŞKİLERİ -1


Türk-Kürt ilişkilerinin kökeni, Abbasi Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider. Gazneli Mahmut’tan (988-1030), Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Tuğrul Bey’e, (990-1063), Alparslan’dan (1029-1072), Anadolu Selçuklularına ve Osmanlı döneminden geçerek günümüze dek gelir. Türk-Kürt birlikteliği, devlet görevlerinde yer almayla sınırlı kalmayan ve toplum düzeninin her alanına yayılmış kalıcı bir kaynaşmaya ulaşmıştır. Bu iki halkın insanları, etnik kökenine bakılmaksızın; tarımdan hayvancılığa, zanaatçılıktan tecime (ticarete), kent yaşamından göçerliğe dek yaşamın her alanında, eşit biçimde yer aldılar; benzer değer yargıları, ortak yönelişler ve aynı dinsel inanış içinde, çok uzun süre birlikte yaşadılar.


Gönüllü Birliktelik

Türk-Kürt ilişkileri; çok uzun süre birlikte yaşamanın, iç içe geçerek güce dayanmayan özümlemenin (asimilasyon), gönüllü bütünleşmenin ve ortak değerlere sahip olmanın tarihi gibidir. Halklar arasındaki her ilişki özgündür ancak her özgünlüğün aynı zamanda başkalarıyla benzerlikleri de vardır. Türk-Kürt birlikteliği kadar benzeri olmayan bir özgünlüğe, dünya halkları arasında herhalde rastlanamayacaktır.
Bilinmezliklerle dolu, binlerce yıllık ortak geçmişe sahip Türkler ve Kürtler, çok uzun dönemler boyunca, barışçı bir ortam içinde birlikte yaşayarak birbirleriyle kaynaşmışlardır. Türkleşen Kürtler, Kürtleşen Türkler vardır, pek çok konuda yaşam ve duygu birliği içindedirler. Çatışmasız geçen Osmanlı döneminden sonra, bugün aynı devletin eşit haklara sahip yurttaşlarıdırlar.
Türk-Kürt ilişkilerinde halka inen bir çatışma ve gerilim yaşanmamıştır. 12.yüzyıldaki birkaç çatışma sayılmazsa, 19.yüzyıla dek, yani dış kışkırtmanın başlatılmasına dek, 700 yıl barış içinde yaşamışlardır.
Bugün, hala tam olarak çözülmemiş olan ve çok eskiye giden, etnik köken birliktelikleri ya da ayrılıkları ne olursa olsun, Kürtler ve Türkler son bin yılı birlikte yaşamış ve aynı devletin yönetimi altında bütünleşmiştir. Anadolu’da yaşayan bu iki halk, birlikte yaşamak zorunda kalan iki yabancı unsur değil, aynı ulusu oluşturan iki iç unsur haline gelmişlerdir. Tarihin ve günümüzün yaşanan gerçeği budur.

Yöneten-Yönetilen

Türk-Kürt ilişkilerini; ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan inceleyip, bu ilişkileri tarihsel boyutuyla ortaya koymak, konunun uzmanlarınca yapılması gereken ve herhalde yapılacak olan bir iştir. Konu, yüzeysel de olsa, yönetim işleyişi açısından ele alınırsa, karşılaşılacak olan ilk gerçek; son bin yıl içinde, Türkler’in yöneten, Kürtler’in ise yönetilen konumda olmalarıdır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda merkezi yönetiminin tanıdığı özerklik hakkına bağlı olarak, Kürtler iç işlerinde serbest bırakılmıştır. Cumhuriyet döneminde ise, özerklik aşılarak yönetimin tümü herhangi bir sınır konmaksızın başka etnik kökenliler gibi Kürtlere de açılmıştır.

Kürtlerin Tarihi


Kürtler günümüzde, Türkiye, Irak, İran ve daha az olmak üzere Suriye ve eski Sovyetler Birliği topraklarında yaşayan bir halktır. Etnik kökenleri aynı olmasına karşın ekonomik ve kültürel olarak en gelişkin olanları, Cumhuriyet yönetiminin sağladığı olanaklar nedeniyle, Türkiye’de yaşayanlardır.
Kürtlerin tarihleriyle ilgili görüş birliği yoktur. M.Ö.1000 yıllarında Türklerle birlikte Orta Asya’dan geldikleri, Hint-Avrupa dil kümesine bağlı oldukları ya da yaşadıkları bölgenin yerleşik halkı olduklarını ileri süren görüşler bulunmaktadır.
Yöreden yöreye hatta köyden köye ayrılıklar gösteren dilleri; Arapça, Farsça, Türkçe ve Latin kökenli dillerin etkisi altında kalarak oluşan toplama bir dildir. Karmaşık bir dağılım içindedir. Kuzey lehçesi Kırmançi, İran ve Doğu Irak’ta konuşulan Sorani, bir İran ağzı olan Zazaca, Iraklı Kakaylar’ın Goranisi, Türkmenistan ve Azerbeycan Kürtçesi, Irak’ın Süleymanisi, Mikrisi, Kuzey Irak’ın Badinan’ı değişik ve çoğu kez birbirini anlamayan Kürt lehçeleridir. Çoğunluğunu Türkiye’de yaşayanların oluşturduğu bir kısım Kürt, fonetik Latin abecesini kabul ederken, Irak ve İran Kürtleri Arap harflerini, eski Sovyetler Birliği’ndeki Kürtler de Kiril abecesini benimsemiştir.

Kürt Dili

Kürt dilindeki çeşitliliğin nedeni, toplumsal düzenin uzun dönemler boyunca, ulusal duygunun gelişmediği aşiret ilişkilerine dayanması ve Kürt yaşam biçiminin bu ilişkilerce belirlenmiş olmasıdır. Dil birliğinin sağlanamaması, Kürt topluluklarının bir araya gelmesini ve Kürtler’in uluslaşmasını önlemiştir.
Alman toplumbilimci Prof.Max Weber (1864-1920), Kürtçe’nin kökenbilim (etimoloji) açısından; “birliği olmayan”, “daha çok Farsî kurallara yatkın”, “sözcük karışımı” bir dil olduğunu söyler. Prof.Fritz Neumark ise, Kürtçe’de fiilin ve fiil çekimlerinin bile oluşmadığını ileri sürer. Ona göre Kürtçede fiiller, daha çok isim olarak kullanılmıştır.1
Max Weber, Kürtler adlı yapıtında, Kürtçe için, “Kürt dili, bir diller karışımı değil, belki bir sözcükler karışımıdır. Bir millet dili olmaktan çok, göçlerin ve istilaların etkisi altında zaman içinde oluşmuş bir dildir” der.2
Petersburg Akademisi’nin 20.yüzyıl başında yayımladığı ve Ortadoğu dillerini içeren sözcüklerle derlenen 8307 sözcükten; 3080’i kök olarak Türkçe, 2000’i yeni Arapça, 1030’u yeni Farsça, 1240’ı eski Farsça (Zend), 370’i Pehlevi, 220’si Ermeni ve 108’i Keldani iken, yalnızca 30’u asıl ve eski Kürtçe’dir.3

Etnik Köken

Kürtler’in etnik kökenleri konusunda, tarihçiler arasında görüş birliği yoktur. Kürt adı Sümer yazıtlarındaki “kar-da-ka”, Asur tarihindeki (M.Ö.1000) “Kur-ti-e” gibi aşiret adlarıyla ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Antik Ege uygarlığındaki “Korduene”, Roma dönemindeki “Gordoya” gibi bölge adlarıyla bağlantılama çabaları da vardır. Kimi tarihçiler, Kürtlerin Karduklular’dan geldiğini söylemektedir.
Doğu bilimci Minorski, Kürtlerin İran asıllı olduklarını ve Urmiye Gölü çevresinden Güneye göç ettiklerini ileri sürmüş, bir başka Doğu bilimci N.J.Marr, Kürtler’in kökenini Gürcülere bağlamıştır. Bir küme tarihçi ise, Kürtler’in Orta Asya’dan Batıya göç etmiş bir Türk boyu olduğu görüşündedir.4
Kökenleriyle ilgili ayrımlı görüşlere koşut olarak, Kürtlerin tarihlerinin başlangıcına ilişkin çok az bilgi vardır. Son zamanlarda, emperyalist merkezlerin destek ve denetimi altında bulunan kimi “Kürt milliyetçileri”, Kürt tarihi konusunda abartılı ve dayanıksız görüşler ileri sürmektedirler. Çok sayıda basılıp halka ulaştırılan kitap ya da broşürlerde, “Kürtlerin acılı tarihi” Sümerler’e dek götürülmekte, Hurriler, Lulubiler, Urartular, Mitanniler hatta Med’ler bile, Kürtler’in ataları sayılmaktadır.5

Yazılı Tarih

Kürtler’e ait bilgiler, Arapların bölgeyi ele geçirdikleri 10.yüzyılda belirginleşmektedir. Mesudi, İstahri gibi yazarlar, Kürt aşiretleri, bunların yaşadıkları yerler ve yaşam biçimlerine ilişkin bilgi vermişlerdir.
7-10.yüzyıllar arasında genellikle karıştıkları olaylar nedeniyle adlarını duyuran Kürtler, o dönemde Mervaniler, Hasanveyhiler gibi derebeylikler oluşturmuşlardı. 11.yüzyıl göçleri sırasında Türkler, bu beylikleri ortadan kaldırdılar; onların yerini Türk hanedanlar aldı. Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmen devletlerinden sonra bölgede, kısa bir süre Safeviler (Şah İsmail) ve arkasından Osmanlılar (I.Selim-Yavuz) egemen oldu.6
Kürtler, Çaldıran Savaşı’ndan sonra (1514) ve kendi istekleriyle, Türklerle birlikte yaşamayı kabul etti. Kürt kökenli Osmanlı devlet adamı olan İdris Bitlisi’nin (?-1520) girişimleri sonucu bir araya gelen 25 büyük aşiret reisi, Osmanlı buyruğu altına girmeye karar verdi. Bitlisi, I.Selim’in (Yavuz) isteği doğrultusunda 40 bin Alevi öldürerek bölgeyi Türkmenlerden arındırdı, buna karşılık Padişah, yönetimi altına giren Kürt aşiretlerine, geniş haklar içeren özerklik verdi. Türk-Kürt ilişkileri, bu olaydan sonra yaklaşık 300 yıl süren, çatışmasız bir döneme girdi.

Erime Eritme

Türkler’le Kürtler arasında, uzun geçmişe dayanan ilişkiler, 11.yüzyıldan sonra yoğunlaşmaya başladı. 12. yüzyılda, yeni bir göç dalgasıyla Anadolu’ya yönelen Türkmenler, büyük kümeler halinde Musul, Rakka ve Urfa’ya yerleşmeye başladılar. Önlenemeyen göç ve yerleşimler, Anadolu Selçukluları’nı olduğu kadar, yörede yaşayan Kürtleri de rahatsız etti.
C.Cahen’in “genişleme içinde bunalım”7 adını verdiği bu gelişme nedeniyle, Türkmen-Selçuklu çatışması yanında, oldukça yeğin bir Türkmen-Kürt çatışması daha ortaya çıktı. Prof.Faruk Sümer’in, “kartallarla leyleklerin savaşı”na8 benzettiği çatışma (1185), kısa bir süre içinde, Musul ve Cizre’den Suriye, Malatya, hatta Azarbeycan’a dek yayıldı ve Kürtler’in yenilgisiyle sonuçlandı. Adlarını önderlerinin adından alan Rüstem Türkmenleri ile Kürtler arasındaki bu çatışma, ilk ve o boyuttaki tek büyük Türk-Kürt çatışmasıdır.

Tarihsel Köken

Türk-Kürt ilişkilerinin kökeni, Abbasi Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider. Bu devletin yönetiminde, özellikle ordusunda belirleyici güç durumuna gelen Türkler, Doğan Avcıoğlu’na göre, “Türkler gibi savaşkanlıklarıyla tanınan”9 Kürtler’le, çok önceden tanışmışlar ve onlara “iyi askerler” olarak “İslam ordularında” görev vermişlerdi.
Gazneli Mahmut (988-1030) ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Tuğrul Bey (990-1063), ordularında “Kürt askerler kullanmıştı”. Alparslan (1029-1072), Anadolu’nun fethinde büyük önem taşıyan Malazgirt Savaşında “Kürtler’den önemli destek görmüştü.” Alparslan’dan sonra başa geçen Melik Şah (1055-1092), amcası Kavurd’la giriştiği yönetim savaşımında, Kürt askerlerin desteğini alarak başarıya ulaşmıştı. Selçuklu hükümdarlarının hizmetinde paralı askerlik yapan ve bir Kürt aileden gelen Selahaddin Eyyübi’nin (1137-1193) ordusu, Türkler’den oluşuyordu ancak bu orduda, önemli sayıda Kürt askeri de vardı.10
Büyük Selçuklular ve Karakoyunlular döneminde, yöredeki Kürt aşiretleri, bu iki Türk Devleti’yle uyumlu birliktelikler oluşturdular. Selçuklu ordusunda paralı asker olan ve Suriye’ye vali atanan Kürt kökenli Eyyüp bin Şadi (12.yüzyıl) (Selahaddin Eyyübi’nin babası), 3.Haçlı Seferinin başlamasıyla Haçlılar’a karşı Suriye’nin birliğini sağladı ve Eyyübi Devleti’ni kurdu.
Eyyüp bin Şadi, Selçuklu hükümdarlarının hizmetinde bulunmayı gelenek haline getiren bir Kürt ailedendi ve kurduğu devletin asker ve bürokrasisinin hemen tümü, Türkler’den oluşuyordu. Karakoyunlular; Câkirlu, Ayinlu, Süleymanî, Zırkî ve Mahmudî gibi Kürt aşiretlerini, toplumun asal unsuru saymış, devlet kadrolarını onlara açık tutmuştu. Aynı tutumu, Anadolu Selçukluları, Osmanlılar ve ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti de sürdürmüş; Türk-Kürt kaynaşmasını pekiştiren bu uygulama, sekiz yüz yıl süren bir gelenek halinde, devlet işleyişine yerleşmiştir.

Kalıcı Kaynaşma

Türk-Kürt birlikteliği, devlet görevlerinde yer almayla sınırlı kalmayan ve toplum düzeninin her alanına yayılmış kalıcı bir kaynaşmaya ulaşmıştır. Bu iki halkın insanları, etnik kökenine bakılmaksızın; tarımdan hayvancılığa, zanaatçılıktan tecime (ticarete), kent yaşamından göçerliğe dek yaşamın her alanında, eşit biçimde yer aldılar; benzer değer yargıları, ortak yönelişler ve aynı dinsel alışkanlıklar içinde, çok uzun süre birlikte yaşadılar.
Geçmişte, birçok Türk beyi, Kürtler’in çoğunlukta olduğu bölgelerde beylikler kurarak yöreyi Türkleştirdi. İlerki dönemlerde kimi Türkmen boyları Osmanlı baskısından kurtulmak için, Kürtçe öğrenip kendilerini Kürt gösterdiler. 11. ve 12.yüzyıllarda başlayan karşılıklı etkileşim, Anadolu’nun Türkleşme sürecine zarar vermedi, Kürtler’in rahatsız olacağı bir sonuç yaratmadı. Bugüne dek gelen uzun süreç içinde, Türkler’le Kürtler, bin yıllık beraberliğin yarattığı kaynaşma ile iç içe geçerek barışçı bir ortam içinde yaşadılar.

Kaynaşmanın Boyutu

Türk-Kürt kaynaşmasını gösteren çok sayıda örnek vardır. Üzerinde yeterince çalışılmamış olan bu konu, tarihçilerin ilgisini bekleyen işlenmemiş bir alan durumundadır. Türk-Kürt kaynaşmasına örnek olabilecek gelişmeler, yalnızca başlık olarak yazılsa bile, karşımıza uzun bir liste çıkar. Burada, okuyucuya konuyla ilgili genel bir yaklaşım sağlayacak birkaç örnek vermekle yetinilecektir.
Revadi Kürtleri’nden Tebriz egemeni Ahmedil, Selçuklu emiridir. Ölünce yerine özgürlüğünü geri verdiği (azatlığı) Türk kölesi Aksungur geçmiş ve oğullarıyla birlikte onun hanedanlığını sürdürmüştür.11 Türkmen boylarından Saluroğulları, Kıfcakoğulları, Berçemoğulları ve Avşar Şumlaoğulları Kürtler’in yaşadığı bölgelerde beylik kuran Türk boylarıdır.
Türkmen Sungurluların Atabeyler Devleti, Kürtler ve Kürtler’e yakın Lur, Şul, Şabankare topluluklarıyla iç içedir. Erbil’de, Türk Beğ-tigin boyu, ünlü Gökbörü’nün hükümdarlığında güçlü bir beylik kurar. Bu beylik yerel halkla o denli bütünleşir ki, kimi Kürt tarihçileri, kesinlikle Türk olan Beğ-tigin beyliğini, aynı Berçemoğulları gibi Kürt sayarlar. Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da başka Türk beylikleri de kurulur. Mardin’de Hınıs-ı keyfa, Silvan’da Artukoğulları, Diyarbakır’da İnaloğulları, Harput ve Muş’ta Çubukoğulları, Bitlis’te Togan-Arslanoğulları ve Erzurum’da Saltukoğulları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da o dönemde kurulmuş Türk beylikleridir.12
Kürt tarihi Şerefname’ye göre (Şerefname’yi, Osmanlı Devleti’nin Bitlis emiri yaptığı, annesi Türk olan ve Safevi sarayında yetiştirilen Şeref Han (1543-1604) yazmıştır)13, Melkışî adı verilen Çemişkezek Kürt beyleri, Türk olan Erzurum Saltuklular’ın soyundandır. Bölgedeki Türk-Kürt kaynaşmasıyla ilgili çok sayıda örnek verilen Şerefname’de, Çemişkezek konusunda şunlar yazılıdır. “Çemişkezek beylerinin adları, onların Türkler’in çocuklarından ve torunlarından olduklarının bir başka kanıtıdır. Çünkü bu adların hiçbirinin Kürt ya da Arap adıyla bir ilgisi yoktur.”14 Yine Şerefname’ye göre, Buldukanî diye anılan Eğil Kürt beyleri, Türk Emir Bulduk soyundan gelir. Palu ve Çermuk Kürt beyleri de Türk’tür. Gelbaği beyleri, bir Kürt reisine “damat olup onun yerine geçen”, Ustaçlu Türkleri’nden Abbas Aka’nın soyundan gelir.15

Selçuklular ve “Kürdistan” Tanımı

Türk kökenli Kürt beylikleri konusunda araştırmalar yapan Rus tarihçi B.NikitinKürtler” adlı yapıtında; “Kürt yıllıkları karıştırıldığında, kullanılmış olan Türk ad ve unvanlarının sayısının çokluğu hayretle görülür” der.16 “Kürtlerin yurdu” ya da “kürdistan” olarak anılan bir bölge adı, Selçuklu Sultanı Sancar’a dek, hiçbir kaynakta geçmez. Sancar, yeğeni Süleyman Şah için Hamedan bölgesinde bir eyalet oluşturur ve buraya “kürdistan” adını verir; ilk kez Sancar’ın getirdiği bu tanım, o günden sonra kullanılmaya başlanır.17
Arap tarihçiler; Kürtler için Ekrâd, Türkler için ise Etrâk sözcüklerini kullanırlar. Her iki sözcüğün de Araplar için anlamı, etnik köken anlatımından daha çok, göçebeliğe dayanan yaşam biçiminin tanımlanmasıdır. Sözcükler arasındaki benzerlik, aynı zamanda, etnik ayrılığı örten bir yakınlığı ifade eder. Arap düşününde Türk-Kürt ilişkisi konu edildiğinde, bu ilişki, sözcük benzerliğinin ötesine geçer.

Birlikteliğin Getirdikleri

Toplumlararası ilişkilerde karşılıklı etkileşim, tarihin her döneminde olduğu gibi günümüzde de süren ve yalnızca göçebe ilişkilerinde değil, tümüyle yerleşik duruma gelen toplumlarda da görülen, yadsınmaz bir gerçekliktir. İlişki içindeki toplumlar arasında, ilişkinin niteliğine uygun olarak, karışmalar, kaynaşmalar ve birbiri içinde erimeler in oluşması kaçınılmazdır. İlişkiler süreci içinde daha az gelişkin topluluklar, gelişkin olanın içinde erimeye başlar. Bu eriyiş, aynı zamanda bir eritiş sürecidir. Bu karmaşık süreç içinde, bir topluluk eski kimliğini tümüyle yitirse bile, eridiği topluma birçok yeni öğe katar.
Kendiliğinden oluşan bu kaynaşma, bir doğal özümleme (asimilasyon) olgusudur; zora dayanmadığı sürece, uygarlığın gelişim göstergesidir. Toplumlar bu gelişime bağlı olarak ve sürekli bir değişkenlik içinde, yenileşip olgunlaşırlar. Toplumsal birliğin çağdaş karşılığı olan uluslaşma, tarihsel dayanaklarını, ruh ve anlayış birlikteliği oluşturan bu olgunlaşma içinde bulur. Ulusa adını vererek üst kimliği, toplumsal kaynaşma içinde daha gelişkin ve güçlü olan unsur verir. Ancak bu biçimde oluşan ulus birliği; kan, ırk ya da din birliğinin öne çıktığı bir toplum biçimi değil; dil, toprak, kültür ve ekonomik çıkar birlikteliğine dayanan demokratik bir yapıdır.

Ulus Devlet Birlikteliği

Kürt-Türk birliği, günümüzde, somut karşılığını ulus-devlet örgütlenmesinde bulan, ileri bir düzeye ulaşmıştır. Ulus oluşumunda üst kimliği, doğal ve zorunlu olarak Türkler oluşturmuştur ancak bu oluşum, belki de başka hiçbir toplumda görülemeyecek denli, uzun geçmişli gönüllü birlikteliklere dayalıdır.
Birlikte yaşamanın yarattığı ortak duygu ve çıkar birliktelikleri, toplumsal alışkanlıklar, kalıcı bağdaşıklıklar ve akrabalık ilişkileriyle, Türk ve Kürt unsurlar, bugün o denli iç içe girmiştir ki; Batının büyük para ve çaba harcayarak sürdürdüğü yüz elli yıllık bölünme girişimi, bu birlikteliği hala çözebilmiş değildir.
Mustafa Kemal Atatürk, Türk-Kürt kaynaşması konusunda, değişik konuşma ve yazışmalarında görüşlerini açıklamıştır. Bu açıklamaların birinde, 16 Ocak 1923 tarihinde İzmit’te halka yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Bilindiği gibi, milli sınırlarımız içinde yaşayan Kürt unsurlar, o biçimde yerleşmişlerdir ki, pek az yerde çoğunluktadırlar. Çoğunluklarını yitire yitire ve Türk unsurunun içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir. Sözgelimi, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a (Elazığ y.n.) kadar giden bir sınır aramak gerekir... Türkiye’nin halkı konu edilirken onları (Kürtleri y.n.) da ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine sorun yaratmaları daima mümkündür. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtler’in hem de Türkler’in yetki sahibi milletvekillerinden oluşmuştur ve bu iki unsur bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmiştir...”18

DİPNOTLAR

1 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1981, 3.Cilt, sf.213
2 a.g.e. sf.213
3 a.g.e. sf.213
4 Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş. 20.Cilt, sf.132
5 “Kürt Kökeni, Büyük Boylar” Welatê Torî-Nergıza Torî, Koral Yay., 1991
6 Büyük Larousse, Gelişim Yay., 12.Cilt, sf.7285
7 “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 5.Kitap, Tekin Yay., 1996, sf.1966
8 a.g.e. sf.1966
9 a.g.e. sf.2030
10 a.g.e. sf.2030
11 a.g.e. sf.2030
12 a.g.e. sf.2031
13 Büyük Larousse, Gelişim Yay., 18.Cilt, sf.11052
14 “Şerefname” Bozarslan çevirisi, sf.208; ak. Doğan Avcıoğlu, “Türkler’in Tarihi” Tekin Yay., 1996, 5.Kitap, sf.2031
15 a.g.e. sf.2031
16 “Les Kurdes” B.Nikitine, sf. 183; ak. Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2032
17 “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2032
18 “Mustafa Kemal Eskişehir-İzmit Konuşmaları” Kaynak Yay., 1993, sf.105

1 yorum:

  1. Sayın hocam elinize sağlık paylaşımınız için lakin yazınızın bazı bölümlerinde, delil ve kanıt eksikliği bulunmaktadır.Mesela malazgirtten girmiş abbasilerden çıkmış, yazınızın bir bölümünde "karakoyunluları" kürt aşireti olarak göstermiş, bir diğerinde Türk devleti olarak göstermişsiniz. Bu paylaşımda çok büyük kanıt eksikliği var ayrıca,
    Karakoyunlular ya da Karakoyunlu Devleti, (Azerice: Qaraqoyunlu dövləti, Farsça: قره قویونلي) başkenti Tebriz olan ve 1380-1469 yılları arasında bugünkü Doğu Anadolu, Güney Kafkasya, Azerbaycan ve Kuzey Irak topraklarında egemenlik sürmüş Oğuz Türklerinin kurmuş olduğu bir devlet.
    Umarım yorumumu yayınlarsınız.

    YanıtlaSil