18 Haziran 2015 Perşembe

ÖRGÜTLENME ÜZERİNE SÖYLEŞİ


Halkın örgütlenmesi, Türkiye’de adeta cezalandırılması gereken bir eylem durumuna getirilmiş, örgüt sözcüğü yıllarca; devlet karşıtlığının, yasa tanımazlığın ya da gizli işlerin göstergesi yapılmıştır. Oysa, halkın zaman yitirmeden örgütlenmesi ve gelecekte kaçınılmaz gibi görünen ulusal savunmaya hazırlanması gerekiyor. Halkı örgütlemek aydınların görevidir. Aydınlar, önce kendilerini sonra kitleleri örgütler. Örgütlenmenin okulu yoktur ya da bu işin okulu yaşamın kendisidir. Tarihsel gerçekler unutulduğu ve yaşamın gerçeklerinden kopulduğu için, herşey yaşanarak yeniden öğrenilecektir. Türkiye’de yeni bir ulusal uyanış başlamıştır ancak ne yazık ki bu uyanış örgütünü yaratmak için işe sıfırdan başlamak zorundadır.



Soru: Türkiye’nin ana sorunu sizce nedir. Halk nelerden kaygı duyuyor, neleri tartışıyor?

Metin Aydoğan: Türkiye, çoksorunlu bir ülke durumuna gelmiştir. Ana sorun, bana göre ulusaldır ve misakı milli sınırlarının korunup korunamaması düzeyine gelmiştir. Halkın tartıştığı konuya gelince; tartışmalar iki konuda yoğunlaşmış durumda. Gelir düşüklüğü, işsizlik ve yoksulluk ile ülkenin geleceğinden kaygı. Bunların dışında oldukça geniş bir kesim, koyu bir karanlık içinde televizyonların ve din tüccarlarının etkisi altında. Türk toplumu yoğun bir yoksullaşma ve yozlaşma içinde. Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde gördüğü en tasarlı, en yıkıcı saldırıyı yaşıyor.
Geçim güçlüğünden yakınanlar, ücret düşüklüğünden, işsizlikten sözederken; varsıl ya da yoksul, ülke sorunlarına duyarlı insanlar gelecekten kaygı duyarak; evlerde, kahvelerinde, arkadaş toplantılarında, okullarda aynı şeyi tartışıyor, aynı soruyu soruyor: “Ülkenin gidişi iyi değil, ne yapmak gerekir”...

Soru: Soruya yanıt verilebildi mi?

Metin Aydoğan: Somut bir sonuca henüz ulaşmasa da, soruna çözüm olabilecek sağlıklı yanıt, aynı noktada buluşmaya yönelmiş durumda. Şöyle özetlenebilir: “Düşünsel ya da inançsal ayrılıklar, kırgınlık ve kızgınlıklar bir kenara bırakılmalı, siyasi ayrım gözetmeden ulusal birlik anlayışıyla bir araya gelinmeli yani örgütlenmeli”.
Bu sonuç, birçoğumuza yanıtı tam olarak alınamayan soyut bir görüş gibi gelebilir. Daha elle tutulur bir yanıt bekliyor, varılan sonucun anlam ve önemi yeterince kavranmıyor olabilir. Ülkenin geleceği için kaygı duymasına karşın, ne yapılması gerektiğini bilmeyenler, gözleriyle görüp elleriyle tutabileceği bir çıkış yolunu bekleyip, kendilerini işin dışında tutuyor olabilir. Ulusal bilinç, yeterince gelişip toplumun her kesimine yayılmamış olabilir. Ülke gerçekten tehlikede olmasına karşın bu yükselme şimdilik güçlü bir ulusal örgüt yaratamamış olabilir. Ancak, çıplak gözün gördüğü bir gerçek var. Türkiye olağan olmayan bir süreçten geçiyor ve çatışma yüklü bu süreç niteliğine uygun koşulları yaratıyor. İnsanlar istese de istemese de koşulların gerekli kıldığı davranışlara yöneliyor ve toplumsal gerçeklik tarafından eğitiliyor. Türkiye, ulusal varlığın sözkonusu olduğu bir çatışmaya hazırlanıyor.

Soru: Çıkış yolu ne olmalıdır?

Metin Aydoğan: Toplumların bu tür geçiş dönemlerinde yaşayacağı karmaşa ve çatışmanın sonucunu belirleyecek ana etmen, kitlesel eylem ve bu eylemi yönetecek olan örgütlerdir. Toplumsal savaşımda, örgütsüz bir devinimin başarılı olduğu görülmemiştir. Örgütlü bir halkın yenilmesi de görülmemiştir.
Halkı örgütlemek ise aydınların görevidir. Bilinçli insan demek olan aydınlar, önce kendilerini sonra kitleleri örgütler. Kitle örgütlenmesinde ortaya çıkacak halk önderleri, sorunun gerçek sahipleri olarak, içinden çıktığı halkın tüm kesimlerine ulaşır ve savaşımı başarıya ulaştırır. Bunlar genel doğrulardır.
Türk aydını, Atatürk’ün ölümünden beri yetmiş yedi yıl boyunca, baskı altında yaşamıştır. Bu gerçek göz önünde tutulduğunda, bugün yaşanmakta olan aydın aymazlığını belki de olağan karşılamak gerekiyor. Ulusal bağımsızlığı amaç edinerek, örgütlenmeye çalışan ulusçu aydınlar, bu ülkede şiddetin hemen her türüyle karşılaşmış ve acı çekmiştir.
Halkın örgütlenmesi, Türkiye’de adeta cezalandırılması gereken bir eylem olmuş, örgüt sözcüğü yıllar boyu; devlet karşıtlığının, yasa tanımazlığın ya da gizli işlerin göstergesi yapılmıştır. Halka açık ya da dolaylı söylenen şuydu: Bu işlere karışma, yetkililer gereğini yapar, bunlarla uğraşırsan başın derde girer.

Soru: Örgütlenmeyle aydınlar arasındaki ilişkiyi biraz açar mısınız?

Metin Aydoğan: Türk insanının en yetenekli olduğu ve bugün en çok gereksinim duyduğu eylem örgütlenmektir. Devlet ve ordu kurmak, bunları yönetmek, toplumsal düzeni sağlamak, Türklerin neredeyse genlerine işlemiş bir özelliktir.
Ancak, sanki gizli bir el ülkemizde birlikte davranmayı önlemeye çalışmış, bunu büyük bir beceriyle başararak Türkiye’yi aydınsız ve örgütsüz bir ülke durumuna getirmiştir. Ülkenin yaşadığı çekinceli durum, bu olumsuz sürecin doğal sonucudur. Ülke, geçmişte ezilip susturulan aydınlarına muhtaç duruma geldi; uzun yıllar süren aydın kırımı nedeniyle ortada aydın bırakmadı. Türkiye, Atatürk’ün en tehlikeli sonuç olarak gördüğü duruma düştü ve iç cepheden çökertildi.
Aydın denen geniş bir kesim bugün, ulusal çıkarların değil, çok ayrı şeylerin peşindedir. Geçmişteki baskıyı bilen bir başka kesim, ürkek ve çekingendir. Konuya duyarlı genç kuşak ise, örgütsel deneyime ve yeterli bilgiye sahip değildir; ne yapması gerektiğine karar verememektedir.
Oysa, halkın zaman yitirmeden örgütlenmesi ve gelecekte kaçınılmaz gibi görünen ulusal savunmaya hazırlanması gerekiyor. Bu ise, başarılması güç bir iştir; bilinç kararlılık ve özdeksel güç gerektirir. Halkın bir araya gelme girişkenliği köreltilmiş, örgütlü davranmak neredeyse unutulmuştur.

Soru: Örgütlenme nasıl öğrenilecek, nasıl uygulanacak?

Metin Aydoğan: Ulusal eğitimdeki bozulmanın yarattığı bilinçsiz ortam, geçmişten özellikle yakın geçmişten ders çıkarılmasını olanaksız kılmaktadır. İnsana acı veren yalın gerçek, Kurtuluş Savaşı’nın ve dayandığı Müdafaa–i Hukuk örgütlenmesinin bilinmeyen bir konu durumuna gelmiş olmasıdır. Örgütlenmenin okulu yoktur ya da bu işin okulu yaşamın kendisidir. Tarihsel gerçekler unutulduğu için, herşey yaşanarak yeniden öğrenilecektir. Türkiye’de yeni bir ulusal uyanış başlamıştır ancak ne yazık ki bu uyanış örgütünü yaratmak için işe sıfırdan başlamak zorundadır.
Örgütlenme konusunda yararlanılabilir sonuçlar çıkarmak için, yalnızca bugünü değil, yakın geçmişi ve bu geçmiş içindeki siyasi gelişmeleri incelemek gerekir. Üstelik bu inceleme gerek Türkiye’yi gerekse dünyayı kapsamalı, iç ve dış gelişmeler birlikte irdelenmelidir. Yakın geçmiş ele alınırken, uzak geçmiş de incelenmelidir. Bugün nasıl yakın geçmişin sonucuysa, yakın geçmiş de uzak geçmişin sonucudur.

Soru: Örgütlenmenin sınırı nedir, bugün ne tür bir örgütlenme gereklidir?

Metin Aydoğan: Örgütlenmeden söz edildiğinde pekçok insanın usuna, yönetim savaşımı veren siyasi partiler gelmektedir. Partiler (iç ve dış egemenlerin kurdurdukları dışında), sayısız örgüt türü içinde en ileri ve etkili olan siyasi örgütlerdir. Günümüzde yapıldığı gibi, dernek kurar gibi üç beş kişinin biraraya gelerek kolayca oluşturulan etkisiz tabela örgütleri değildir. Kurulup yaşatılması için; bilinç, birikim ve inanç ister; halka ulaşmayı gerekli kılar.
Örgüt ve örgütlenme, yaşamın her alanında varlığını sürdüren, öncesiz ve sonrasız ilişkiler ağıdır. Tecimsel işletmelerden orduya, pazaryerlerinden spor etkinliklerine, okullardan sayrılarevine (hastahanelere) dek insana yönelik her oluşum birer örgüt, bu oluşumları ayakta tutan her girişim örgütsel ilişkidir. Bu anlamıyla, en az iki kişinin biraraya gelmesini örgütsel ilişki saymak gerekir.
Aile, en küçük toplumsal örgüttür. Örgütlenelim derken bunun içine kuşkusuz bu küçük birim de girmektedir. Örgütlenme kavramı aile için kullanılırsa, bunun anlamı; kendi içinde bütünlüğü olan, yaşam biçimi ve törel (ahlaki) yapısı oturmuş, düşünsel birliğe ulaşmış düzenli bir yapının oluşmasıdır.
Aile içinde yurtsever bir anlayışın egemen kılınması, bir eğitim sorunudur ve bu sorun ana ve babanın ödevidir. Çocuklar büyüyüp bilinç düzeyleri ana ve babayı aştığında bu ödev onlara geçer. Bu ödevi, eşe dosta, akrabalara dek genişletmek gerekir. İşte size, çoğu kez önemsenmeyen ancak başarılması gereken örgütsel bir ilişki. Görüşlerini yakın çevresine bile kabul ettiremeyen bir kişi, ülkenin esenliğine katkı koyamayan başarısız bir örgütçüdür.
Kent ya da köylerde, insanlar çeşitli ilişkiler içindedir. Mahalle esnafları, komşular, muhtar ya da kahvehane arkadaşları hergün ilişkide olunan insanlardır. Bu insanlarla, karşılıklı saygıya dayalı ilişkiler kurmak, ülke sorunlarına yönelik görüş alışverişinde bulunmak, bilgilendirmek ve düşünce birliğine ulaşmak örgütsel bir etkinliktir. Ya da örgütlenmenin ilk adımıdır.
Okullar, işletmeler ve fabrikalar insanların toplu olarak bulunduğu yerlerdir. Buralarda, kendini saydırmak ve güvene dayalı ilişkiler kurmak önemlidir. Her topluluğun doğal bir önderi vardır. Okul ya da fabrikalarda, yurtseverler doğal önder konumuna gelmelidirler. Bu gerçekleştirilirse, çok sayıda kişi sendika ya da parti gibi daha ileri örgütlenmelere götürülebilir.
Yaşadığımız ortam içinde, çocukluktan yaşlılığa dek zorunlu ve sürekli ilişkiler içindeyiz. Önemli olan, bu ilişkilerin bilinçli davranışlarla toplumsal yaşamın düzeyini yükseltecek insanca ilişkilerinin kurulup korunmasıdır. Bu öncesiz ve sonrasız sonsuz bir süreçtir. Toplumun kendisi örgütsel bir yapılanma, toplumsal ilişkiler ise örgütsel etkinliklerdir. Örgütlenmeliyiz denildiğinde, içinde yaşadığımız ve sürdürmekte olduğumuz bu denli geniş alandaki çok çeşitli ilişkilerden oluşan etkinliklerden söz ediyoruz demektir. Bu geniş alanda herkesin ülke yararına yapabileceği bir şey vardır. İki kişiyi biraraya getirmekten dernek ve partilere üye olmaya ya da kurmaya dek her türlü eylem örgütsel bir etkinliktir. Geleceğine egemen olmak isteyen her birey, kendine uygun örgütsel çalışmayı sürdürmeli ve bu yönde çalışmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder