30 Mayıs 2015 Cumartesi

“KÜRTÇE EĞİTİM” OLURSA NE OLUR


Türkiye’de uzun süredir; “Kürt sorunu”, “azınlık hakları”, “anadilde eğitim” gibi tanımlarla bir tartışma yaşanıyor. Sayıları az etkileri yüksek bir takım insanların, medya gücünü kullanarak başlattığı tartışma, bugün hükümet uygulamalarına dek gelmiş, somut uygulamalara dönüşmüştür. Buna karşın bilimden ve gerçeklerden uzak, sürekli yinelemelerle sürdürülen bu ilkel tutum gereken yanıtı yeterince almamış, halk aydınlatılamamıştır. Oysa, söylenen ve yapılanlar halkın yararına, özellikle de Kürt halkının yararına işler değildir; çıkışı olmayan yeni bir karmaşa ortamına gidiştir. Bunun görülmesi ve gösterilmesi gerekir. Yazıyı, gerçeği ve sonucu görmeye çalışan bir çalışma olduğu için yayınlıyoruz.

28 Mayıs 2015 Perşembe

MUSTAFA KEMAL’İN PARTİ GİRİŞİMİ


1919’da Anadolu’yu örgütlerken, bir generalin halkın içine girerek onları direnişe çağırması Türkiye’de nasıl ilk kez yaşanmışsa, “bir devlet başkanının başkentinden çıkıp” halkla yüzyüze konuşup tartışması da ilk kez yaşanıyordu. Bu tutumuyla, eski yöneticilerden ayrılıyor, “yönetenle yönetilenler arasında yeni ve dolaysız bir ilişki kurarak” çok eskiden beri kurmayı düşündüğü halk devleti yolunda ilerliyordu. Halkın gelişme isteğinin yönetim gücü durumuna getirilmesinin ancak örgütlenmeyle olanaklı olduğunu biliyordu. Halkçı bir ulus önderi olarak, girişeceği sivil savaşta “silah olarak”, halka dayanan “siyasi bir savaş makinası”, yani güçlü bir parti yaratmak zorundaydı. Başarılı olabilmesi için bu koşuldu.

25 Mayıs 2015 Pazartesi

AVRUPA BİRLİĞİ'NİN KÜRT KARARLARI


Avrupa Devletlerinin Türkiye politikası, kökleri eskiye giden ve çıkara dayanan saldırgan bir anlayışa dayanır. 20.yüzyıl başından bugüne dek çok şey değişmiş, ancak Avrupalıların Kürt politikası değişmemiştir. İngiltere’nin 1920’lerdeki Kürt politikasını ele alan Internationale Press gazetesi 5 Ağustos 1930 tarihli sayısında şunları yazıyordu: “Eğer bugün İngiliz ‘bilginleri’ dünya tarihinde önce Kürtlere karşı ‘adalet’ sağlanması gerektiğinden ve ‘gerçek Kürdistan’ın’ kurulmasına yardımın zorunlu olduğundan dem vuruyorsa, doğrusu bu ‘adalet’in fazlasıyla petrol ve kan koktuğunu söylemek gerekir.”

23 Mayıs 2015 Cumartesi

BATICILIĞIN YENİ BİÇİMLERİ : “İSLAMCILAR”, "KÜRTÇÜLER", “SOSYALİSTLER”


Türkiye’de 200 yıldır tartışılan Batılılaşma konusu, günümüzde ilginç bir duruma geldi. Birbirinden çok ayrımlı söylemi olan siyasi oluşumlar, Batıcılık düzleminde bir araya gelmiş durumdalar. “Liberaller” bir kenara bırakılırsa; dün Batının batıllığını ileri süren “İslamcılar” bugün Avrupa Birliği’ne girmeyi, ABD ile birlikte yürümeyi savunuyor. Kürtçüler, sözcülüğünü yaptıkları Batının demokrasi getireceğine, kendilerine bir ülke kazandıracağına inanıyor. “Sosyalistler”, işçi sınıfının küresel direnişinden, enternasyonalizmden, AB demokrasisinden söz ediyor. Tümünün söz etmediği tek konu, anti-emperyalist savaşım, bağımsızlık ve ulusal egemenlik. Siyasi birlikteliklerinin temelinde, Kemalizme ve yarattığı değerlere karşıtlık var. Bu nedenle, isteseler de istemeseler de nesnel olarak emperyalizmin işbirlikçisi konumuna düşüyorlar. Bunların tümünü Batıcı siyasetler içinde görmek, buna göre davranmak doğru bir yaklaşım olacaktır.

21 Mayıs 2015 Perşembe

KURTULUŞTAN DEMOKRATİK DEVRİME




Mustafa Kemal, Türk Ordusu’nun İzmir’e girip kurtuluşu gerçekleştirdiği günlerde; “Milli mücadelemizin ilk dönemi kapandı, şimdi ikinci dönemi açacağız… Sanılıyor ki bütün isteklerimizi elde ettik, her şey bitti. Oysa, yapacaklarımız asıl bundan sonra başlıyor, gerçek mücadele şimdi başlıyor” demişti. Kazanılan büyük zaferin coşkusu yaşanırken, ülke işgalden kurtarılmışken, “yeni bir mücadeleden”, “ikinci bir savaştan” sözetmek ne anlama geliyordu? Mustafa Kemal ne demek istiyordu? “Muzaffer bir ordunun başkomutanı”, özgür bir ulusun önderiydi. Emperyalizmi altetmiş, ezilen uluslardan coşkulu kutlamalar alıyordu. Savaş henüz bitmişken, neden yeni bir “savaştan” söz ediyordu? Bu “savaş”, kimler arasında, nasıl olacaktı?

18 Mayıs 2015 Pazartesi

KURTULUŞ SAVAŞI BAŞLARKEN


Tam bağımsızlığı amaçlayarak ülkeyi işgalden kurtarma düşünce ve eylemi; Adana’da başlattığı, İstanbul’da geliştirdiği ve Samsun’da uygulamaya soktuğu dokuz aylık bir hazırlık döneminden sonra, 19 Mayıs’ta yeni bir aşamaya ulaştı. Mondros Mütarekesi henüz imzalanmamışken, ülkenin işgal edilerek parçalanacağını önceden görmüş, hazırlıkları buna göre yapmıştı. Ulusun kurtuluşu, halkın örgütlenmesine dayalı silahlı savaşın ve ulusal bağımsızlık kararlılığının, toplumun ortak istenci durumuna getirilmesiyle olanaklıydı. “Türk ata yurduna ve Türk’ün bağımsızlığına saldıranlara” karşı, onların gücüne ve kim olduğuna bakmadan, “bütün ulusça ve silahlı olarak karşı çıkmak, onlarla savaşmak gerekiyordu.”. Şimdi bunu yapıyor ve sonuna dek gideceği, dönüşü olmayan bir yola çıkıyordu.

16 Mayıs 2015 Cumartesi

ULUSLARIN KADERLERİNİ TAYİN HAKKI, KÜRTÇÜLÜK VE SOSYALİSTLER


Türkiye’de, düşüngüsel (ideolojik) ayrılıklar ileri sürerek sürekli bölünen “sosyalist” kümelerin birleştikleri belki de tek ortak nokta, Cumhuriyet’e ve Kemalizme karşıtlıktır. Karşıtlığı ulusların kaderlerini tayin hakkını tanıma üzerine yoğunlaştırıyorlar ve Kürt kalkışmasını desteklemedikleri için, Kemalistleri faşistlikle suçluyorlar. Emperyalizmin Kürtlerle kurduğu ilişkinin niteliğini görmemeleri olanaksız. Sosyalist kuramcıların demokrasi ve ulusal sorun üzerine yazdıkları ortada. Buna karşın, bilim ve gerçekler sözcük kalabalığı içinde tersyüz ediliyor. Bunun bir nedeni olmalıdır. Kemalistlerin “işçi ve köylüleri ezdiği”, Atatürk’ün “burjuvazinin temsilcisi olduğu” ve “İngiliz emperyalizmiyle uzlaştığı”, “diktatör olduğu”, “Kürtlere soykırım uyguladığı” gibi sözler akıl tutulması değilse nedir? Bu düzeydeki düşünsel ilkellik hiçbir siyasi oluşuma yakışmaz ancak sosyalistlere hiç yakışmaz.

14 Mayıs 2015 Perşembe

TÜRKİYE’DE BORÇ SORUNU



Türkiye’de, çok particiliğe geçildiği 1946’dan beri bir borç sorunu yaşanıyor. Hazır para kolaycılığıyla girişilen ve süreç içinde ülkeyi tutsaklığa götüren borçlanmanın, gelişmiş-azgelişmiş ülke ilişkileri açısından ne anlama geldiği, neye hizmet ettiği ve nasıl işlediği bilince çıkarılmalıdır. Bu yapıldığında, Osmanlıyı yıkan Türkiye Cumhuriyeti’ni tutsaklığa götüren borç ilişkisinin boyut ve kapsamı kavranacak, bu ilişkinin büyük devlet politikalarında egemenlik aracı olarak kullanılan bir yöntem olduğu görülecektir.


11 Mayıs 2015 Pazartesi

YURTSEVERLERİ BEKLEYEN GÖREV


Türkiye, bugün 1938’in değil, 1919’un koşullarını yaşıyor. Gizli işgal’e dönüşen dışa bağımlılık, ulusal varlığı yok etmeye yönelen kalıcı sorunlar yaratıyor. Durumun ayırdına varanlar, henüz yeterince örgütlü değil. Gelinen noktanın sorumluluğunu taşıyanlar politikacılar, yadsımadıkları bu gerçeği, “küresel çağın zorunlu sonucu” ya da “karşılıklı bağımlılığın kaçınılmazlığı” olarak meşrulaştırmaya çalışıyor. Yoksullaşan örgütsüz halk, dostu düşmanı seçemiyor. Ekonomik çöküntüyle yaratılan kavram kargaşası ve yoksullaşma içinde Türkiye, göz göre göre parçalanmaya götürülüyor. Günümüzün somut gerçeği, ne yazık ki budur.

10 Mayıs 2015 Pazar

KENAN EVREN VE 12 EYLÜL


Kenan Evren ve 12 Eylül diyince akla; askerler, cezaevleri, idamlar ve aydınlara uygulanan yoğun kıyım geliyor. Bu doğrudur. Bunlar şiddet döneminin yaygın uygulamalarıdır ve o dönem insanlarının yaşadığı gerçeklerdir. Ancak, Kenan Evren ve 12 Eylül’ün niteliği ve gerçek amacı konusunda görülemeyen ya da yeterince görülemeyen bir yanı vardır. Önemli olan bunu görmektir. 12 Eylül, ulusal pazarın uluslararası şirketlere koşulsuz açılarak küresel işleyişin parçası durumuna getirilmesi girişimidir. 24 Ocak Kararları, bu girişimin en açık anlatımıdır. 24 Ocak, Türkiye’de ancak 12 Eylül gibi bir “demir yumruk” la uygulanabilirdi. Önceden desteklenerek yaygınlaştırılan ve uzun süre göz yumulan terörün “önlenmesi” ya da “kardeş kanının akmasını durdurmak” türünden söylemler, gerçeği gizlemeye çalışan bahanelerdir. 12 Eylül’le gerçek darbe; Türkiye’nin ekonomisine, siyasetine, aydınlarına yapılmıştır. 12 Eylül işçi sınıfının ve aydınların 24 Ocak Kararlarına tepki gösteremez duruma getirilmesi eylemidir. 

7 Mayıs 2015 Perşembe

“TÜRKİYE PARÇALANMAYA BAŞLADI”



“Kerkük’ün Kürt Devleti içinde kalması, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tepkisine yol açabilir. Askerlerde, ABD’ye duyulan güvensizlik daha da derinleşebilir ve Kürtler’in yanında yer almayı sürdüren ABD, TSK’nın güvenini tümüyle yitirebilir. Bu nedenle, ABD konuyla ilgili politikasını açıkça yürütmemelidir. Askerler, Kerkük’ün Kürtler’e verilmesini bir operasyon yaparak önleyebilecek durumda değil. Buna; hükümet, TÜSİAD ve TÜSİAD eksenli basın, AB’yi de yanlarına alarak şiddetle karşı çıkar. Askerin manevra alanı yalnızca ‘sinirlenmekle’ sınırlı kalabilir... Türkiye’nin tehlike algılaması artık homojen değil. Sistemin stratejik düşünme mekanizması zayıf ve giderek parçalanmaya başladı.”
Penagon-CIA-ABD Dışişleri Bakanlığı OrtakToplantı Kararı

 

4 Mayıs 2015 Pazartesi

ORDUNUN ANTİ-EMPERYALİST DURUŞU VE İŞBİRLİKÇİ SALDIRI


Mustafa Kemal, işgal altındaki İstanbul’da yayımlanan Hukuk Beşer gazetesinin, Türk Ordusuna ve onun komutanlarına “sefil” ve “haydutbaşı” diyerek hakaret etmesi üzerine 14 Mart 1919’da Harbiye Nezaretine yazdığı mektupta şunları söylüyordu: “Vatanı ve ulusu için temiz yürekle ve kusursuz olarak, her türlü yoksulluk ve zorluklar içinde namus görevlerini tam olarak yerine getiren Türk ordularını haydut; aynı yoksulluk ve zorluklarla karşı karşıya bulunan ve tek dayanakları namus ve şerefleri olan ordu komutanlarını sefil ve haydutbaşı diye nitelemek ne büyük bir ahlaksız ve sefil bir vicdansızlıktır. Türk ordularını, o orduların komutanlarını böyle gösterme cüreti ancak vatanın ve ulusun yok olmasını isteyen bir alçakta bulunabilir.”