23 Nisan 2015 Perşembe

23 Nisan 1920: "İSTİKLAL MECLİSİ"


Birinci Meclis, ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen, tutsaklığın her türüne karşı çıkan Müdafaa-i Hukuk anlayışının doğal sonucuydu. Ulusun yazgısına yön vererek toplumun her kesimini etkiliyor, güç aldığı halkı tam anlamıyla temsil ediyordu. Bağımsızlık savaşı yürütürken devlet kurmaya girişilmişti ve meşruiyetini ulusal varlığın korunmasından alıyordu. Dünya siyasi tarihinde örneği olmayan, gerçekten demokratik, savaşkan bir yönetim organı, benzersiz bir temsil kurumuydu. Yetkisini ve yaptırım gücünü, kabul ettiği anayasadan değil, millet istencini (iradesini) yansıtan, yazılı olmayan ve kökleri eskiye giden özgürlük tutkusundan alıyordu.


Ulusa Bildirim

Mustafa Kemal, 21 Nisan 1920’de, Heyeti Temsiliye adına; tüm valiliklere, sancaklara, belediye başkanlıklarına ve kolordu komutanlıklarına, “çok aceledir” uyarısıyla gönderdiği genelgeyle 23 Nisan Cuma günü Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılacağını bildirdi.
21 Nisan genelgesi, ulusal direnişi temsil eden halk eyleminin, yeni ve ileri bir aşamaya geldiğini gösterir. Nutuk’ta, “o günün hissiyat anlayışına ne derece uyulmak mecburiyetinde bulunulduğunu gösteren bir belge”1 olarak tanımlanan genelge, vatan ve din duygularına seslenen uhrevi bir anlatımla kaleme alınmıştır. Ancak, öz olarak, “milletin kendi iistencine kendisinin egemen olması için”2 girişilen, köklü ve büyük bir siyasi değişimin devimselliğine (dinamizmine) sahiptir.
Ulusal direniş, artık yalnızca halk devinimi (hareketi) olmaktan çıkacak ve bir halk devleti kurmayı amaçlayan toplumsal devrim niteliğini kazanacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bağımsızlığın sağlanmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu yönelişin gelişip olgunlaşan doğal ürünleri olacaktır.3

Benzeri Olmayan Girişim

Amasya Genelgesi’nde açıklanan, Erzurum ve Sivas Kongreleriyle meşruiyet kazanan ulusal eylem, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni ortaya çıkardı. Mustafa Kemal’in “Selahiyeti fevkaladeyi haiz (olağanüstü yetkili)4 dediği ve İstanbul Meclisi’nin kapatılmasından yalnızca 34 gün sonra toplanan bu Meclis, ulusun gerçek ve tek temsil gücünü oluşturuyordu. Ankara Meclisi; yasama, yürütme ve yargı erkini dolaysız kendi elinde toplayarak, büyük bir devrim gerçekleştiren, benzersiz bir yönetim organı, gerçek bir halk meclisiydi.

Seçimler

Meclisi oluşturacak milletvekillerinin seçimlerinde; ulusun tüm kesimlerini kapsayan, ulusal bilince sahip, savaşım azmi yüksek, kararlı ve direngen halk temsilcilerinin seçilmesine, özel dikkat ve önem verilmişti.
Mustafa Kemal, İstanbul Meclisi’nin kapatılmasından üç gün sonra, 19 Mart 1920’de tüm valiliklere, sancaklara ve kolordu kamutanlıklarına çektiği telgrafla; ulusal bağımsızlık savaşımını “yürütmek ve denetlemek için” Ankara’da “olağanüstü yetkili bir meclisin” toplanacağını, bunun için yapılacak seçimlerde “her sancak bölgesinin bir seçim bölgesi” olacağını, “her sancaktan beş temsilci” seçileceğini ve seçim sürecinde “yasal koşullara uyulacağı” nı bildirmişti.
Seçimlere, her yerde en yüksek sivil yöneticinin başkanlık edeceğini başkanın, seçimin “doğru ve yasaya uygun yapılmasından” sorumlu olacağını belirtmiş; meclis üyeliğine “her parti, dernek ve toplulukça aday gösterilebileceğini” ve “bu kutsal savaşa eylemli olarak katılmak için bağımsız adayların istediği yerden” aday olabileceğini açıklamıştı.

Güçler Birliği”

Üç buçuk yıllık Kurtuluş Savaşı dönemini kapsayan Birinci Meclis, bağımsızlığı gerçekleştiren ve sonraki anayasal ve siyasal gelişmelere temel oluşturan önemli ve özgün bir girişimdir. Anayasa hukuku bakımından dikkat çeken temel özelliği, güçler ayrılığı değil, güçler birliği ilkesinin benimsenmesidir.
Yasama, yürütme ve gerek gördüğünde yargı yetkisini (İstiklal Mahkemeleri) elinde toplamıştı. 1921’de kabul edilen Teşkilatı Esasiye Kanunu (Anayasa), meclisin yalnızca bir yasama organı değil, onunla birlikte bir kurucu organ olduğunu ve egemenliğin kayıtsız koşulsuz milletin olduğunu kabul ediyordu.5

Katılımcılık

Birinci Meclis, ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen, tutsaklığın her türüne karşı çıkan Müdafaa-i Hukuk anlayışının doğal sonucuydu. Ulusun yazgısına yön vererek toplumun her kesimini etkiliyor, güç aldığı halkı, tam anlamıyla temsil ediyordu. Bağımsızlık savaşı yürütürken devlet kurmaya girişilmişti ve meşruiyetini ulusal varlığın korunmasından alıyordu. Dünya siyasi tarihinde örneği olmayan, gerçekten demokratik, savaşkan bir yönetim organı, benzersiz bir temsil kurumuydu.
Yetkisini ve yaptırım gücünü, kabul ettiği anayasadan değil, ulusun istencini yansıtan, yazılı olmayan ve kökleri eskiye giden özgürlük tutkusundan alıyordu. Türk toplumunun ulusal çekince karşısında kendiliğinden devreye giren birlik ve dayanışma anlayışı, gereksinim duyduğu direnme örgütünü yaratmıştı. Özdeksel (maddi) varsıllığa ya da teknolojik gelişmeye değil, inanca ve kararlılığa dayanıyordu.

Halk Örgütü

Birinci Meclis, bir Batı parlamentarizmi ya da ona benzemeğe çalışan ve sınıfsal üstünlüklere dayanan göstermelik bir kurum değildi. Ortaya çıkışını, niteliğini ve amaçlarını; toplum üzerinde egemenlik kuran sınıflar ya da sınıflar bağlaşmasının (ittifakının) temsilcileri değil, doğrudan ve gerçek anlamda halkın temsilcileri belirliyordu.
Milletvekilleri; kılıkları, giysileri, yaşları, kültürleri, düşünsel düzeyleri ve görgüleriyle, başka başka ve çok değişik çevrelerin insanlarıydılar. Beyaz sarıklı, aksakallı, cüppeli, eli tesbihli hocalarla, üniformalı genç subaylar; yazma ya da şal sarıklı aşiret beyleri, külahlı ağalar ve kavuklu çelebiler; Avrupa’daki yüksek öğrenimlerini bitirip yeni dönmüş, Batı kültürüyle yetişmiş nokta bıyıklı aydınlar; Kuvayı Milliye kalpaklı yurtsever gençler yan yana oturuyordu.6 Alışkanlıklarından eğlencelerine, özel toplantılardan resmi davetlere, tartışma biçimlerinden inançlarına dek, ayrımlı değer yargılarına sahiptiler. Birbirleriyle sert tartışmalara, yumruklaşmalara, hatta silah çekmeye varan çatışmalara girebiliyorlardı. Buna karşın, ulusal haklar, halkın geleceği ve ulusal savaşımın yararları sözkonusu olduğunda derhal birleşiyor, “birbirlerinin üzerine yürümüş olan bu insanlar”, bir başarı haberinde, “çocuklar gibi gözyaşlarıyla kucaklaşabiliyordu.”7
Milletvekili sayısı 115’le başlayan, daha sonraki katılımlarla 380’e çıkan Birinci Meclis’te; 115 memur ve emekli, 61 sarıklı hoca, 51 asker, 46 çiftçi, 37 tüccar, 29 avukat, 15 doktor, 10 aşiret reisi, 8 tarikat şeyhi, 6 gazeteci ve 2 mühendis bulunuyordu.8

Özveri Girişimi

Meclis’e katılarak girişilecek eylem, kişisel çıkar sağlanacak bir uğraş değil, ölümü ve yargılanmayı göze alan ve yalnızca ulusal varlığını korumayı amaçlayan bir özveri girişimiydi. Batı parlamentoları gibi ayrıcalıklı sınıfların çıkarlarını değil, doğrudan halkın ve ulusun haklarını savunuyordu. Bu meclis, geldikleri yörede sayılıp sevilen ve varlıklarını toplumun geleceğine adamış önder konumdaki kişilerin, yurt savunması için oluşturduğu bir halk meclisiydi.
Milletvekillerinin çoğunluğu Ankara’ya, atları, bir bölümü kağnılarıyla gelmişti. Meclis önündeki parmaklıklar, “atların bağlandığı bir tavla” gibiydi. Von Mikush, Mustafa Kemal adlı kitabında, 1920 Ankara Meclisi’nin önündeki görüntüleri, Kuzey Amerikalı çiftçilerin Bağımsızlık Bildirisi’nden sonra yaptıkları toplantılara benzetmişti.9

Yüksek Temsil, Özgür Tartışma

Okul-medrese, yenilik-tutuculuk, cumhuriyetçilik-meşrutiyetçilik, Türkçülük-saltanatçılık, ırkçılık-ümmetçilik gibi siyasi tartışmanın hemen her türü; Birinci Meclis’te, üstelik yoğun ve sert biçimde yaşandı. Sertliğin giderilmesinde, ulusal davada kararlı milletvekilleri kadar, Meclis’in Mustafa Kemal gibi bir başkan tarafından yönetilmesinin de önemli etkisi vardı.
Düşünsel çatışmalarla dolu, ölümüne savaşım veren ve “yetkilerinde çok kıskanç” bir meclisin başkanı olarak, “çoğu zaman insana hayret veren bir sukûnet ve olgunlukla, uzun, sinirli ve ağır tartışmaları” yönetmiş, kendisine ve hükümete yönelik eleştirileri “ciddiyetle yanıtlamış”, oturum yönetirken yansız davranmış, “gensoru sonuçlarını soğukkanlılıkla uygulamıştı.”10

Dayanışma ve Paylaşım

Gelecek umutlarını, üzüntülerini, sevinçlerini ve yazgılarını birleştiren milletvekilleri, hemen her şeylerini kardeşçe paylaşıyordu. Taşıdıkları ağır sorumluluğa karşın, umut ve neşelerini hiç yitirmiyor, Türkler’e özgü iyimser bir kararlılık içinde görevlerini eksiksiz yerine getiriyorlardı.
Her şeyi göze almışlar, “Muallim Mektebi”nin yatakhanesinde, “yastıklarının altında silahlarıyla uyuyorlardı”11 Yemeklerini kendileri yapıyor, çamaşırlarını kendileri yıkıyor ve herhangi bir maaş almıyorlardı. Daha sonra, Hazine’ye para girince, ailelerine para gönderebilmeleri için yüzer lira aylık almışlar, ancak yemek masraflarını kendileri karşılamayı sürdürmüşlerdi.12

Yoksunluk ve “Yalın Yaşam”

Ankara’ya, bu devrim merkezine gelenler, olumsuzluklara aldırmayarak, her zaman yaptıkları olağan bir işle uğraşıyormuşçasına, yoksunluklara katlandılar; yakınmadan, inançla mücadele ettiler. Kuvayı Milliyecinin bir tanımı da buydu zaten. “Karaoğlan Çarşısı’nın bir sokağına açılan Hükümet Binası’nın birer odasına sığınan ‘Bakanlıklar’da, masa yoktu. Memurlar yazılarını gaz sandıklarının üzerinde yazıyor, mürekkep hokkası yerine fincan kullanıyorlardı. Devlet kayıtları, resmi defter yerine okul defterine yazılıyordu.”13 
Binasızlık nedeniyle, Bakanlık olarak kullanılan yerler, son derece küçük ve yetersizdi. Bu sorunu aşmak için, odalar, tavana doğru ahşapla ortadan ikiye bölünmüştü. Böylece kat yüksekliği az da olsa, “ikinci katına tahta bir merdivenle” çıkılan iki oda elde edilmiş oluyordu. Bunlardan birinde, örneğin alt bölüm Ordu Dairesi, üst bölüm Levazım Dairesi’ydi. Bir yerlerden bulunmuş bir tahta masanın, dört yanında dört memur birlikte çalışırdı.14

Destansı Direniş

Kurtuluş Savaşı’nı yürüten Birinci Meclis’in, hükümet ve ordunun görev yaptığı koşullar, bugün birçok insana inanılmaz gibi gelebilir. Türk Kurtuluş Savaşı; inancın güce, kararlılığın teknolojiye ve ulusal direncin emperyalizme üstün geleceğini gösteren somut bir gerçek, destansı bir direniştir. Kazanılmış olan ilk anti-emperyalist savaştır. Bu savaş; yapımı henüz bitmemiş, değişik yerlerden toplanmış kırık dökük eşyalarla donatılmış, memur olarak lise öğrencilerinin çalıştığı ve milletvekili sıralarının Ankara Lisesi’nden getirildiği bir binadan yönetilmiştir.15 
Meclis tutanaklarının basılacağı kağıt yoktu, tutanaklar dilekçe kağıtlarına, mektup kağıtlarına, hatta kese kağıtlarına basılıyordu. Birçok akşam, “bir kahveden ödünç alınan”16 petrol lambalarına gaz bulunamadığı için Meclis mum ışığında çalışıyor, milletvekilleri sabahlara dek süren “ateşli tartışmaları”, birbirlerini tam olarak görmeden yapıyordu.17

Tartışma ve Danışma

Birinci Meclis’teki kürsünün hemen arkasında, Hz. Muhammet’in Arapça yazılmış bir hadisi vardı. “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur” tümcesiyle örtüşen bu hadiste “işlerinizde meşveret ediniz” yani “biribirinize danışarak karar veriniz” deniliyordu.18 Milletvekilleri, bu uyarıya sadık kaldılar ve düşüncelerini özgürce açıklayıp tartıştılar; “birbirlerine danışarak” kararlar aldılar.
Mecliste yapılan konuşmalar, o dönemde ulus bağımsızlığı için savaşıma atılan insanların düşüncelerini yansıtan, inançla örgütlenildiği takdirde nelerin başarılabileceğini ortaya koyan, yol gösterici belgelerdir. Günümüzde yararlanılması gereken, çok değerli ulusal birikimlerdir.

Özveri ve İstenç

Birinci Meclis’e katılanlar; yaşlarına, olanaksızlıklarına ve toplumsal konumlarına bakmadan, “yurdun tehlikede olduğunu” görerek, sonuçlarını göze alıp ailesini ve işini bırakarak Ankara’ya koşan yurtseverlerdi. Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşmamış olsaydı, hepsinin yazgısı aynı olacak, birer birer yakalanıp ya öldürülecekler ya da “Padişah’a isyan” suçundan tutuklanacaklardı. Eğitim, yaş ve görüş ayrılıklarına bakmadan bir araya geldiler ve yurdun kurtuluşu için sıkı bir dostluk, anlayış ve ülkü birliği içinde birbirlerine kenetlendiler.
Hiçbiri kişisel çıkar peşinde değildi. Birçoğu, kurtuluştan sonra devlet görevlerinde yer almadı. Sıradışı bir alçak gönüllülükle yaşadıkları yerlere döndüler ve kendileri için hiçbir şey istemediler. Bir bölümü, yeni bir devlet, yeni bir toplum kurmak için, kendilerine verilen görevleri yüklendiler, aynı azim ve kararlılıkla, yeterli olsalar da olmasalar da, bu görevlerin gereklerini yerine getirmeye çalıştılar.

Bağımsızlık Kürsüsü

Birinci Meclis’te yapılan konuşmaların ortak özelliği, kararlı bir anti-emperyalist duruş göstermesidir. Sözde bırakılmayıp uygulamaya geçirilen konuşmalar, yalnızca o günlerde değil, günümüzde de geçerli olan ve tam bağımsızlığı amaçlayan tarihsel belgelerdir. Sinop Milletvekili Şeref Bey’in en yaşlı üye olarak 23 Nisan 1920’de, Meclis’i açarken yaptığı konuşma ile Mustafa Kemal’in yaptığı konuşmalar çok anlamlıdır.
Meclis Binası önündeki törenlerin ardından milletvekilleri yerlerini almıştı. Küçük toplantı salonuna giden koridor ve merdivenler, yer kalmamacasına doludur. Meclis’in önündeki duyarlı kalabalık dağılmamıştır. Şerif Bey, “vakarlı ve yaşına göre çok dik bir yürüyüşle ağır ağır kürsüye çıkar”.19
Yaşlı ve titrek sesiyle yaptığı sakin konuşma, çok etkileyicidir. Birçok milletvekilinin gözyaşlarını tutamadığı, duygu ve kararlılık yüklü bu ortamda, Şerif Bey şunları söyler: “Tam bağımsız olarak yaşama konusunda kesin kararlı olan ve çok eskiden beri özgür ve bağımsız yaşayan milletimiz, tutsaklığı şiddetle ve kesin olarak reddetmiş; millet, vekillerini hemen toplayarak meclisini oluşturmuştur. Bu büyük meclisin, içte ve dışta tam bağımsızlık içinde kaderini bizzat ele aldığını ve ülkeyi yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum. İşgal altında ve türlü baskı ve işkence içinde, maddi ve manevi olarak insafsızca yok edilmekte olan, zulüm görmüş bütün illerimizin kurtarılmasında, yüce Tanrı’nın bizi başarılı kılmasını dilerim.”20

Mustafa Kemal’in Konuşması

Mustafa Kemal, aynı gün Meclis’in oluşumu hakkında kısa bir konuşma yapar, temel görüşlerini ertesi gün, yani 24 Nisan’da açıklar. Nitelikli hukuksal yorumlarıyla, kürsüde 39 yaşında bir general değil, sanki bir hukuk ya da toplumbilim kuramcısı vardır. “Oldukça zayıf ve yorgun”21, ancak bilince dayalı bir kararlılık içindedir. Yaptığı açıklamalar; tarih, siyaset, uluslararası ilişkiler, ekonomi ve askerlik alanlarında iyi yetişmiş bir yurtseverin ve devrimci bir kişiliğin tüm özelliklerini yansıtmaktadır.
Üç uzun konuşmayla, ülkenin durumuyla ilgili olarak geçmişten gelen ve o günü ilgilendiren hemen tüm konuları ele alır... Siyasi ve hukuksal değerlendirmeler, anayasa hukuku açısından derinliği olan görüş ve yorumlar içerir. Yönetimle ilgili önermeleri ve kullandığı hukuk dili, son derece ileridir.
Konuşmasının başında Samsun’dan Meclis’in açılışına dek geçen olay ve gelişmeleri anlatır. Kendisini, “milletin bağrındaki savaşçılardan biri olarak”22 tanımlayıp, savaşıma atılma nedenlerini açıklar. “Yaşam ve kişiliğim, yüce milletin malıdır; benim için artık en kutsal görev, milli iradeye boyun eğmeyi her şeyin üzerinde görmektir” der ve konuşmasını şöyle sürdürür: “Geçirmekte olduğumuz şu hayat ve ölüm günlerinde, büyük umut ve çabalarla, sağlanmaya çalışılan milli istiklalimiz uğrunda, bütün varlığımla çalışacağımı, millet önünde açıklarım. Bu kutsal amaç uğrunda, milletle beraber, sonuna kadar mücadele edeceğime bütün kutsal inançlarım adına söz veriyorum.”23
Başkan seçildiği oturumdaki dört saatlik24 konuşmasının sonraki bölümlerini, yönetim biçimiyle ilgili hukuksal-siyasal konulara ayırır ve özet olarak şunları söyler: “Gerek anayasa hukuku kurallarına, gerek tarihteki birçok örneğine ve gerekse günümüzde aynı acı koşullar içinde yıkımla karşılaşmış olan milletlerin oluşturduğu ibret dersine göre, ülkeyi parçalanma ve dağılmadan kurtarmak için, bütün milli kuvvetlerin derhal, köklü bir kurum içinde birleştirilmesinden başka çare yoktur. Bunun biçimi ne olmalıdır? İşte sorun budur. Yüce meclisinizin varlığı da, herşeyden önce, meşruiyet ve yetkisinin milletçe gerekli görüldüğüne en büyük kanıttır. Bu nedenle, yüce meclisinizde toplanan yüksek milli iradeye dayanarak meşruiyet ve yasallık kazanan ve saygıdeğer kurulunuzda ortaya çıkan millet vicdanının yargısına bağlı kalmak bakımından, sorumluluğu belirlenen bir gücün işleri yönetmesi zorunludur. Bu gücün doğal biçimi ise hükümettir... Yüce meclisiniz, milletin yargısına karar vermenin sorumluluğunu, yalnızca yasa yapma ve yasa koyma ile görevli olarak değil, milletin yazgısıyla doğrudan uğraşarak taşıyacaktır... Ülkemizin şimdiye kadar geçirdiği bunalımlara, felaketlere; kimi zaman Avrupa’yı taklit etmek, kimi devlet işlerinin yönetimini kişisel görüşlere göre düzenlemek, kimi zaman da anayasayı bile kişisel duygulara oyuncak etmek gibi, acı sonuçlarını yaşadığımız basiretsizlikler neden olmuştur. Şu anda oluşan ulusal uyanışı dile getirdiğimize inanarak, içinde bulunduğumuz zor ve bunalımlı tarihi dönemin mücadelesini, bu yolla düzene koyma yanlısıyız... Ulusun yazgısını kayıtsız ve koşulsuz elinde tutan Türkiye Büyük Millet Meclisi, hızla yeni bir devlet kurmaktadır. Bu işi yaparken en karışık hukuk ve toplumbilim kuramları ile anlatılan sistemleri, değerlerini tam vererek gözden geçirmektedir. İki düşünce derhal kendini göstermiştir: Yeni bir hükümet oluşturmak ve Meclis’in komisyonları aracılığıyla ülkeyi bizzat yönetmek...”25

Milletin Vekilleri

Birinci Meclis’te yer alan milletvekilleri, toplumun hangi kesim ve yöresinden gelmiş olurlarsa olsunlar, sömürüye dayanan büyük devlet politikalarına kararlı bir karşıtlık içindeydiler. Uluslararası ilişkilere yön veren emperyalist işleyişi, ekonomik temelleriyle birlikte tam olarak çözümlemiş olmasalar da, direniş içinde kendiliğinden yükselen bir bilinçlenme süreci yaşamaktadırlar. Balkan savaşlarından beri aralıksız süren kanlı çatışmalar, her çeşit acıyı yaşayan bu insanlara, dünyayı ve ona egemen olmak isteyen büyük devletlerin ne olduğunu öğretmiştir.
Milletvekillerinin Birinci Meclis’te yaptığı konuşmalar, Kurtuluş Savaşı’nın hangi ruhla kazanıldığının açık göstergeleridir. Bizlere, bir yandan mücadeleye atılan bu insanların niteliği konusunda bir fikir verirken, diğer yandan ulusal varlığa yönelen tehdit karşısında, Türk insanının birlik ve dayanışma becerisini göstermektedir. Türk toplumunu tam olarak tanıyabilmek için bu konuşmaların okunup incelenmesi gerekir.
H.V.Velidedeoğlu’nun deyimiyle; Birinci Meclis, “Ulusal egemenlik çağını başlatan” ve dünya tarihinde “tutsak ulusların emperyalist saldırganlara karşı başkaldırma çağını açan” tam bir “ihtilal meclisi”, bu meclisin üyeleri de “gerçek devrimcilerdir”.

Gelecek Kuşaklara Bırakılan Miras

Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Nisan 1923’te, milletvekillerinin yenilenmesi için seçim kararı alarak kendisini feshetti. 120 milletvekilinin imzaladığı önergede; “ülkeyi savunma amacıyla toplanan” Büyük Millet Meclisi’nin, üç yıllık bir uğraşla amacına ulaştığı; bu nedenle, “tarihsel bir övünç kazanarak gelecek kuşakların takdirini hak ettiği”, artık ülkenin önünde, “barış sorunlarını çözmek ve ekonomik ilerlemeyi sağlamak” gibi, iki “önemli ve mukaddes” amacın bulunduğu belirtiliyor, bu aşamada yeniden halkın oyuna başvurmanın “milletin geleceğinde daha büyük gelişmeler sağlayacağı” söyleniyordu.26
Önergeyi kabul eden milletvekilleri, başarmış oldukları işin büyüklüğünden olacak, son derece olgun ve özverilidirler. Pek çoğu, kazanılan zaferin ve milletin kurtuluşunda pay sahibi olmanın iç huzuruyla, kent ya da köylerine dönüp yaşamlarını sessizce sürdürmeye, kendi yerlerine gelecek gençlerin yapacağı işleri izleyerek, “vatan yeni bir görev isteyene kadar” işleriyle uğraşacaklardı.

Alçakgönüllülük

Birinci Meclis’te görev alan milletvekillerinin önemli bir bölümü bir daha aday olmadı ve yaşadıkları yerlere geri döndüler. Kendilerine, ne bir ayrıcalık ne de devlet görevi istediler. Başka gelirleri olmadığı için almak zorunda kaldıkları milletvekili maaşlarını, Kurtuluş’tan sonra devlete geri vermek isteyenler bile vardı. Yöresinin Kuvayı Milliye önderi ve Uşak Milletvekili Hoca İbrahim Efendi (Tahtakılıç) bunlardan biriydi.
Birinci Meclis’teki görevi sona erince köyüne (Uşak-Bozkuş) geri döndü, çocuklarına, aldığı milletvekili aylıklarını geri ödemelerini vasiyet etti. Kendisini ziyarete gelen Şevket Süreyya Aydemir’e şunları söylemişti: “Çocuklarım adına bir ahdım (yeminim y. n.) var. Büyüsünler adam olsunlar, son santime kadar hesabını çıkarıp, şu fakir milletten mebus maaşı diye aldığım paraları devlet hazinesine geri versinler. Böylece bizim de bir hizmetimiz geçmişse, bari hak yolunda hizmet sayılsın.”27

Tarihteki Onurlu Yer

Ulusal Kurtuluş Meclisi” niteliğindeki Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, savaş ve çatışmalarla dolu üç buçuk yıllık çalışma dönemine kendisi son verdi ve yerini “devrim meclisi” niteliğindeki İkinci Büyük Millet Meclisi’ne bırakarak28 Türk tarihindeki onurlu yerine çekildi. Kurtuluş Savaşı başarılmış, saltanat kaldırılmış ve Sevr yok edilerek bağımsız ve özgür bir ülke yaratılmıştı. “Yoksul” ve “bitkin” Anadolu insanı, Birinci Meclis öncülüğünde, elindeki son olanakları kullanarak tarihte az görülen bir dayanışma örneği, benzersiz bir direnç göstermiş, Anadolu’nun ortasında tam anlamıyla bir halk iktidarı kurmuştu. Bu, gerçek bir demokratik halk devinimiydi; bir “rüya” gerçeğe dönüştürülmüştü.
Mustafa Kemal, Meclis’in kendini yenileme kararı aldığı 1 Nisan 1923 günü, oylamadan hemen sonra kürsüye geldi ve dakikalarca alkışlanan şu konuşmayı yaptı: “Burada, büyük bir tarihin içindeki ibret verici gezintimizi sona erdiriyoruz. Beynimiz ve kalbimiz, yakın geçmişin bu muhteşem ve yüksek örneği karşısında saygı ve hayranlıkla doludur. Tarihte her zaman özgür ve bağımsız yaşamış bir milletin, dıştan ve daha çok içten gelen yıkıcı darbelerle boğaz boğaza çarpışarak, büyük bir düşmanlık alemini yenen kudreti karşısında diz çökelim. Temiz ve açık vatanseverliğin, sağduyunun, yüzyıllarca süren acıların, haysiyet ve şerefin ve özgür millet içinde özgür insanın temsilcisi olan Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun şimdi bir kısmı sonsuzluğa göçmüş olan üyeleri; torunlarımız için, tarihin sisleri arkasında gittikçe devleşen, efsane insanlardır. Bu insanların anıları, Türk milletinin karanlık, endişeli, bunalımlı günlerinde birer umut ve hayat ışığı olarak parlayacaktır. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, yüzyıllarca sonra da görev başında olacaktır. O, kuvayı milliye ruhunun kendisidir. Kuvayı milliye ruhuna muhtaç olduğumuz her zaman, onu karşımızda ve başımızda göreceğiz.”29

DİPNOTLAR

  1. Nutuk” M.K.Atatürk, I.Cilt, T. T. K. Yay., 4.Bas., 1989, sf.475
  2. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.252
  3. a.g.e. sf.259
  4. TBBB Zabıt Ceridesi Devre I, Cilt I, sf.8-3
  5. Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 19.Cilt, sf.11 873
  6. İlk Meclis” Prof.H. Veldet Velidedeoğlu, Çağdaş Yay., 2.Bas., sf.15
  7. Kuvayı Milliye Ruhu” S.Ağaoğlu, Kül.Bak. Yay., Ank.-1981, sf.15-16
  8. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.339
  9. Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12. Bas., İst.-1994, sf.262
  10. Kuvayı Milliye Ruhu” S.Ağaoğlu, Kül.Bak. Yay., Ank.-1981, sf.246
  11. Atatürk” L. Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.262
  12. a.g.e. sf.266
  13. Atatürkçü Olmak” C.A. Kansu, Bilgi Yay., 3.Bas., Ank.-1996, sf.139
  14. Mustafa Kemal ve Milli Mücadelenin İç Alemi” E.B.Şapolyo, İnkilap ve Aka Kit., İstanbul-1967, sf.104
  15. İlk Meclis” Prof.H.Veldet Velidedeoğlu, Çağdaş Yay., 2.Bas., sf.15
  16. Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.262
  17. İlk Meclis” Prof.H.V.Velidedeoğlu, Çağdaş Yay., 2.Bas., sf.12-13-15
  18. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.262
  19. İlk Meclis” Prof.H.Veldet Velidedeoğlu, Çağdaş Yay., 2.Bas., sf.17
  20. Kuvayı Milliye Ruhu” S.Ağaoğlu, Kültür Bak. Yay., Ank.-1981, sf.31 ve “İlk Meclis” sf.18
  21. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.262
  22. a.g.e. sf.262
  23. a.g.e. sf.262-263
  24. a.g.e. sf.263
  25. Atatürk’ün Bütün Eserleri” 8.Cilt, Kaynak Yay., İstanbul-2002, sf.72 ve “Kuvayı Milliye Ruhu” sf.32-40
  26. Kuvayı Milliye Ruhu” S.Ağaoğlu, Kül.Bak. Yay., 1981, sf.286
  27. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt., Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.166
  28. İlk Meclis” Prof.H.V. Velidedeoğlu, Çağdaş Yay., 2.Bas., sf.241
  29. Kuvayı Milliye Ruhu” S.Ağaoğlu, Kül. Bak. Yay., Ank.-1981, sf.292

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder