16 Mart 2015 Pazartesi

JÖN TÜRKLER


Jön Türkler, savaşımları ve politik etkileriyle değil, aldıkları adla tanındılar. İkinci sınıf liberal meşrutiyetçi görüşler ileri sürdüler ve her etnik kökenden insanı içlerinde barındırdılar ancak her nedense Jön Türkler olarak tanımlandılar. Kendilerine özgü sağlam bir dünya görüşleri yoktu ve güçlü bir siyasi akım olamadılar ancak adları dünya siyaset sözlüğüne girdi. Jön Türkler sözcüğü ilginç bir biçimde, çeşitli dillerde kullanılan evrensel bir tanım oldu. Değişik ülkelerde, düzen karşıtı siyasi sürgünlere onlardan sonra, Jön Türkler denmeye başlandı; Meksika Jön Türkleri, İran Jön Türkleri gibi.


Nitelik

19.yüzyılın son çeyreğinde kimi Osmanlı aydınları, o güne dek pek görülmeyen biçimde padişaha karşı örgütlü bir savaşım başlattı. 1876’da başlayan, 1895’ten sonra canlanan ve 1908’e dek süren bu savaşıma katılanlar, Türkiye ve dünyada Jön Türkler adıyla tanımlandı.
Önemli bir siyasi savaşıma girişmişlerdi ancak örgütlenme olarak giriştikleri savaşımı kaldırabilecek donanıma sahip değillerdi. Sayıları az ve etkisizdiler; bilinç düzeyleri giriştikleri eylem için yeterli değildi; halkla ilişki kurmuyor, ona güvenmiyor ve bir seçkinler kadrosu oluşturmaya çalışıyorlardı.
Hemen tümü yurt dışına kaçmış, orada siyasi sürgün olarak yaşıyordu. Batıyı tam olarak tanımıyor, toplumsal ilişkilerini bilmiyor ancak gördüklerinden etkilenerek Batıya öykünüyorlardı (taklit ediyorlardı). Kuramsal yetersizlikleri nedeniyle olay ve ilişkileri kavrayamıyor, edindikleri yetersiz bilgileri sürekli yineleyerek, bunları Türkiye için geçerli görüşler olarak öneriyorlardı.
Dar bir sürgün kümesi olarak kaldılar ve Türkiye’de siyasi bir güç durumuna gelemediler. Savaşımları ve politik etkileriyle değil, aldıkları adla tanındılar. İkinci sınıf liberal meşrutiyetçi görüşler ileri sürdüler ve her etnik kökenden insanı içlerinde barındırdılar ancak her nedense Jön Türkler olarak tanımlandılar.1
Kendilerine özgü sağlam bir dünya görüşleri yoktu ve güçlü bir siyasi akım haline gelemediler ancak adları dünya siyaset sözlüğüne girdi. Jön Türkler sözcüğü ilginç bir biçimde, çeşitli dillerde kullanılan evrensel bir tanım oldu. Değişik ülkelerde, düzen karşıtı siyasi sürgünlere onlardan sonra, Jön Türkler denmeye başlandı; Meksika Jöntürkleri, İran Jöntürkleri gibi.2

Düşünsel Karmaşa

Jön Türkler, görüşleri netleşmiş, ilkeli birlikteliklere sahip, bağdaşık (homojen) bir siyasi örgüt ya da küme olamadılar. En temel konularda bile ayrı düşünüyor, düşünceleri içinde uzlaşmaz karşıtlıklar varlığını sürdürebiliyordu. Sıradan üyeler bir yana, örgütün tepesinde yer alan önder konumdaki insanlar bile, birbirinden çok değişik görüşler ileri sürebiliyor, dengesiz davranışlarda bulunabiliyordu.
Türkiye’nin o dönemdeki düşünsel düzeyi için, ileri ve olumlu sayılabilecek görüşlerle, bilimsel bir değeri olmayan öznel savlar iç içe girmişti. Uzun süren durağanlık ve eylemsizlik dönemlerinden sonra, bireysel şiddete dayanan birkaç eylem yapıyor, ardından yeniden sessizliğe gömülüyorlardı.

Jön Türkler Dönemi

Kimi tarihçiler Jön Türk deviniminin (hareketinin), I.Meşrutiyet’in ilanı olan 1876’dan, İttihat ve Terakki’nin kendisini dağıttığı (feshettiği), 1918’e dek geçen dönemi kapsadığını kabul eder. Bu kabul, II.Meşrutiyet’in ilanı olan 1908’den hemen önce başlayan, İttihatçıların etkin olduğu son on yılın ayrımlı olduğunu kabullenmek koşuluyla, geçerli olabilir.
Örneğin, Askeri Tıbbıye öğrencilerinin 1889’da kurduğu İttihadı Osmani örgütü, İttihat ve Terakki’nin başlangıcı sayılır. Ancak, 1876-1908 ile 1908-1918 arasındaki dönemler, siyasi içerik ve somut erekler (hedefler) açısından ayrı özelliklere ve ayrı yönelişlere sahiptir. Bu nedenle, Jön Türk deviniminin tümünü tek bir süreç gibi ele almak yanılgılara yol açabilir.

İlk Dönem

İttihadı Osmani’nin kuruluşu, uzunca bir süre durgunluk içindeki Jön Türk devinimine göreceli bir canlılık kazandırdı. Önceleri yalnızca yüksek okul öğrencilerini kapsayan bu örgüt, daha sonra değişik kesimden insanları içine almaya başladı ve 1895’teki Ermeni olaylarından sonra çeşitli eylemler gerçekleştirdi.
Paris’te bulunan ve Jön Türkler’in önderi konumundaki Ahmet Rıza Bey’le (1859-1930) ilişki kuruldu; Paris’te bir merkez, İsviçre ve Mısır’da şubeler oluşturuldu. Meşveret adlı örgüt gazetesi Paris’te, Osmanlı ve Mizan gazeteleri Cenevre’de, Kanunisani ve Halk gazeteleri ise Kahire’de yayımlanmaya başlandı.3

Eylemsizlik

Jön Türkler’in değişik yönlere dağıldıkları 1877 ile 1889 yılları arasında, örgütsel eylem sayılabilecek tek bir olaya rastlanır. Bu, “Jön Türkler’in düşledikleri padişah” V.Murad’ı yeniden tahta geçirmek amacıyla eyleme geçen Ali Suavi olayıdır.4
O dönemin aydınlarından biri olan Ali Suavi’nin (1839-1878), 1878 yılında gerçekleştirdiği ve tarihe Çırağan Vakası olarak geçen darbe girişimi, dengesiz Jön Türk eylemlerinin en belirgin örneklerinden biridir. Suavi, Abdülhamit’in Meşrutiyet’e son vermesine ve Rus yenilgisine tepki olarak kişisel olanaklarıyla sıradışı bir eyleme girişti. “V.Murat’ı yeniden tahta geçirmek” ve “galip Rus kuvvetlerine karşı Balkanlar’da bir direniş başlatmak üzere”5, silahlandırdığı Filibe göçmenleriyle Çırağan Sarayı’nı bastı.
Sonuç, “eylemin” kendisi kadar sıradışıydı; Yedisekiz Hasan Paşa, Ali Suavi’nin başına bir sopayla vurup onu öldürmüş ve toplumda sayıları zaten az olan bir aydın daha yok olup gitmişti. Ali Suavi, Yıldız Sarayı yakınında belirsiz bir yere gömülmüştü.

Önderler

Jön Türk deviniminde Ahmet Rıza Bey, Murat Bey (Mizancı Murat), Prens Sabahattin ilgi çeken ve önder konumunda olan kişilerdir. Jön Türkler’in genel özelliklerini taşırlar ya da bir başka deyişle bu özelliklerin oluşmasında birinci derecede etkilidirler. Bilinç düzeylerine ve sürgün yaşamının güç koşullarına bağlı olarak, karmaşık duygu ve davranışlar içindedirler.
Jön Türk önderlerinin hemen tümü, değişik düzeylerde devletle ilişkisi olan üst sınıftan insanlardı. Ahmet Rıza, Bursa Maarif Müdürü ve Osmanlı Devleti’nin Fransız Devrimi’nin 100.yılı nedeniyle Paris’e gönderdiği kurulun üyesiydi. Mizancı Murat (1854-1917), Hariciye Matbuat Kalemi görevlisiydi ve Mülkiye’de, öğretmen okullarında öğretmenlik yapmıştı. Prens Sabahattin (1878-1948) Abdülhamit’in kızkardeşinin oğluydu.

Ahmet Rıza

Ahmet Rıza, Fransız düşünürü Auguste Comte’un etkisi altındadır. Kimi görüşleri, etkiden de öte Türkçe’ye çevrilmiş yinelemeler durumundadır; “Toplumların, doğa yasaları gibi kurallara bağlı” olduğunu, bu nedenle yönetimde görev alacak insanların, “doğa yasalarını öğrenip kavramış” olması, yani “eğitilmesi” gerektiğini söyler. Toplumu yönetenler ona göre, “iyi eğitim almış bir uzmanlar zümresi” olmalıdır.6 “Emeğini alnının teriyle kazanan, çıkarını kilisenin zararında aramayan adam, kimseden, hiçbir hükümetten korkmaz.. Millette böyle duygular ancak eğitim ile uyanır” der.7 Bu görüşler, Auguste Comte’un sözlerinin hemen aynısıdır.
Auguste Comte Olguluculuğu’nun (pozitivizm) otoriter yanı, Osmanlı toplumu için görüş geliştirmeğe çalışan Ahmet Rıza ve Meşveret yazarlarını, ister istemez halktan uzaklaştırır ve onları seçkinciliğe götürür. Meşveret’teki yazılarda, “kitlelere güven duyulamayacağı için başlarına yönetici bir ‘elit’ in geçmesi gerektiği”, “yönetimde bulunma” ve “ yönetme” nin “elit” için, başta gelen doğal bir hak olduğu ileri sürülür.8
1 Aralık 1902 tarihli yayında şunlar yazılıdır: “Elit, yetenekleri sıradan olanların kendisine egemen olmasına izin verirse, işte o zaman acınacak duruma düşer... Sıradanlık, ‘elit’i az bir zaman içinde yok edecek ve ondaki büyük ışığı karartacaktır. Varolabilmek için ‘elit’in istila edici ve fethedici olması şarttır.”9

Mizancı Murat

Çıkardığı gazetenin adı nedeniyle Mizancı olarak anılan Murat Bey, Ahmet Rıza Bey’in hem örgütsel rakibi, hem de Jön Türk deviniminin bir başka kuramcısıydı. Düşünce yapısı, nitelik olarak ayrımlı değildi ancak davranış biçimi olarak kendine özgü ve oldukça sıradışı özellikleri vardı.
Jön Türkler’in hemen tümü gibi, Batı kültürüyle kaynaşılması gerektiğine inanıyordu. Devlet işlerinin düzeltilmesini savunuyor ve Türklük konusunu ortaya atarak milli kültürün korunması gerektiğini ileri sürüyordu. Ancak, İslam birliğini (panislamist) de savunabiliyordu.10
Araplar’ın her türlü gelenek ve göreneğini değerlendirelim ancak Türk olduğumuzu unutmayalım”11 diyor, ardından Türk tarihini küçülten onunla alay eden yazılar yazıyordu. 31 Mart gerici ayaklanmasında, ayaklanmayı destekleyen Serbesti, Sabah, Volkan gibi gazetelere bu yönde çelişkili yazılar yazıyordu.12 Kimi zaman, Türk tarihini karalayan öyle görüşler ileri sürüyordu ki, tarihçiler ona “kendi milletini kötüleyen yazar” adını takmıştı.13
Mizancı Murat Türkiye’de bulunurken kapitülasyonlara karşı çıkmış14, Avrupalı devletlere verilen ayrıcalıkları eleştirmiş15, yabancıların “mülkiye memurlarının görevlerine” karışmasını kınamış16 ve “Osmanlıları sömüren yabancı tüccarlara” karşı yazılar yazmıştı. Ancak, Avrupa’ya kaçtıktan sonra bu tür görüşleri pek ileri sürmedi. Tam tersi, Batının Osmanlı Devleti’ne yardım etmesi gerektiği yönünde görüşler geliştirdi. Avrupa’dan yapılacak yardımın, Osmanlı Devleti’nin “ıslahı” için şart olduğunu söylemeye başladı.17
Mizancı’nın etkilendiği Batılı düşünür, Rousseau’dur. Ahmet Rıza’nın Comte’un görüşleri için yaptıklarını, o Rousseau’nun “sosyal sözleşme” anlayışı için yapar. Diğer Jön-Türk aydınları arasında da etkisi olan bu anlayışı, Türk toplumuna uygulamaya çalışır. Bu davranış, Türk devlet geleneğinin gerçek boyutunu kavrayamamaktan kaynaklanan, doğruyla yanlışın iç içe girdiği bir yabancılaşma eğilimi durumuna gelir.

Prens Sebahattin

Jön-Türk devinimi içinde yer alan üçüncü kuramcı, ülkemizde ve dışarda üzerinde en çok durulmuş olan Prens Sabahattin’dir. Sabahattin’in yüz yılı aşkın bir süre önce ileri sürdüğü görüşler, Türkiye’de dış etkinin artmaya başladığı İkinci Dünya Savaşı sonrası politikalarla örtüşünce kendisine gösterilen ilgi artmış, düşüncelerinin ayrıntılı olarak incelenmesine büyük destek verilmiştir.18
Gösterilen ilginin temelinde, Prens Sabahattin’in düşünceleriyle, 1945’ten sonra uygulamaya konulan Yeni Dünya Düzeni ideolojisi arasındaki örtüşme yatmaktadır. Kurtuluş Savaşı’ndan ve on beş yıllık bağımsızlık döneminden sonra, Türkiye’ye verilmek istenen ve verilmekte olan “yeni” biçimle, emperyalist istekleri temsil eden Prens’in düşünceleri arasındaki uyum, Sabahattin’in güncelleştirilmesinin ana nedenidir.
Prens Sabahattin’in görüşleri, diğer Jön Türk önderlerinde olduğu gibi; yüzeysel araştırmalara, bilimsel değeri olmayan incelemelere ve aydın olgunluğundan yoksun savlara dayanır. O dönemde Türkiye’de pek bilinmeyen ve Batıda azgelişmiş ülkeler için geliştirilen sömürge liberalizmine yönelik yapay önermeler, hiç değiştirilmeden yinelenmiştir.
Kuramsal tez gibi ileri sürülen görüşlerde, ne Türk toplumu ne de tam olarak Batı toplumları ele alınıp incelenmiştir. Veriye dayanmayan ve söylem düzeyinde kalan dayanaksız savlar, son derece sert ve kimi zaman Türk toplumunu aşağılar niteliktedir.
Prens Sabahattin, Türkiye’ye uygulamak istediği ve toplama görüşlerden oluşan seçmeci (eklektik) düşüncelerini, koyu bir Katolik olan Frederic Le Play’ın Paris’te kurduğu “Science Sociale” okulunda, Edmond Demolins’den öğrendi. Toplum ve siyaset hakkında burada öğrendiklerini, hemen hiçbir yorum katmadan yinelemekten başka bir şey yapmadı. Batı Avrupa ve Amerika’da gelişen sanayinin gereksinimlerine yanıt vermek amacıyla, azgelişmiş ülkelere önerilen aşırı liberalizm ve özendirilen devletsizleştirme, Le Play okulunun ele aldığı konulardı.
Prens Sabahattin’in “teşebbüsi şahsi” (özel girişimcilik) ve “ademi merkeziyetçilik” (yerinden yönetim) gibi Türkçe tanımlarla ileri sürdüğü görüşler, bu “okul” un öğrencilerine verdiği eğitimin temel anlayışıydı. Bu konuların Türkiye için ne anlama geldiğinin, Osmanlı toplumunda bilinmemesi, basit bir “aktarıcı” olan Prensi “kuramcı” gibi görülmesini sağlamıştı.

Ademi Merkeziyetçilik (Yerinden Yönetim)

Koyu bir Batı yanlısı olan Prens Sabahattin bu yanlılığı o denli ileri götürüyordu ki, 1902’de Paris’te yapılan Birinci Jön Türk Kurultayı’nda “İngilizler’in yardımıyla Abdülhamit’e karşı askeri darbe düzenlenmesi”ni19 ısrarla savundu, Kurultay’ın bu yönde karar alması için yoğun çaba harcadı ve Kurultay’a Rum, Ermeni, Arap azınlıklar adına katılan delegelerin desteğini alarak bu kararı çıkardı.20
Batının yüz yıl önce Prens Sabahattin aracılığıyla gündeme getirdiği “ademi merkeziyetçilik” günümüzde, “kamu yönetimi reformu” adıyla yine gündemdedir. Atatürk’ün ulusal bağımsızlık döneminde önlenen bu girişim, dün de bugün de aynı amaca yöneliktir. Sabahattin; yönetim yetkisinin merkezden alınarak yerel yönetimlere devredilmesini, bunun için etnik kökenine bakılmaksızın tüm yurttaşları kapsayan belediye ve il genel meclislerinin oluşturulmasını ve bu meclislerde, azınlıkların nüfusu oranında yer almasını istiyordu.
Ona göre, merkezi yönetim yalnızca vali, kaymakam (mutasarrıf), defterdar ve mahkeme başkanını atayabilmeli, bunlar dışındaki eğitim, sağlık, kültür alanlarında görev alacak kişiler yerel unsurlardan oluşmalı, merkezi hükümet bunların çalışma ve atamalarına karışmamalıydı. Yerel yönetimler kendi denetimlerini kendileri yapmalı, Osmanlı uyruklular arasında ayrıcalıklı etnik küme (Türkler kastediliyor) bulunmamalı, jandarma örgütünde her azınlık kümesi yer almalıydı.21

Kilisenin Desteği

Prens Sabahattin, büyük ülke yetkililerince olduğu kadar, belki de ondan daha çok Katolik Kilisesi tarafından desteklendi. Kendisi de o çevrelere çok yakındı. Bir Katolik papazı 1906’da yazdığı Constantinople aux Derniers Jours d’Abdul Hamid adlı kitapta, Abdülhamit’i yeriyor, Sabahattin’i ise yüceltiyordu.22
Prens, 2 Eylül 1908’de İstanbul’a geldiğinde, Hıristiyan topluluklar tarafından coşkuyla karşılanmıştı. “Özellikle Rumlar onu bir kahraman olarak kabul ediyor ve desteğini kaybetmemek için büyük çaba harcıyordu.”23
4 Eylül’de, yani ülkeye dönüşünden yalnızca iki gün sonra, Fener Rum Patrikhanesi’nin iki temsilcisi onu ziyaret etmiş ve Patrik Joachim Efendi’nin iyi dileklerini iletmişti.24
Prens Sabahattin’in Batıcılıktaki aşırılığı ve Hıristiyanlara yakınlığı, Türk yazarlarınca olduğu kadar Avrupalı yazarlarca da ele alınıp işlenmiş bir konudur. Ernest Ramsauer, Prens’in Kilise tarafından kullanıldığını ileri sürer.25 Türk yazar Bahattin Şakir Bey, yaptığı eleştiride, Sabahattin’in Hıristiyan azınlıklara verdiği aşırı değeri konu eder ve şunları söyler: “Sabahattin Bey, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Hıristiyan unsurları o kadar dev aynasında görüyor ki, yazdıklarını okurken insan Tatavla’yı Paris, Kumkapı’yı Londra sanıyor (Tatavla ve Kumkapı, o dönemde Hıristiyanlar’ın yoğun olarak yaşadığı İstanbul semtleri y. n.).26

Devlete Karşıtlık

Devlet’e ve devlet yöneticilerine karşı sert eleştirilerde bulunmak, Jön Türkler’in ortak özelliğidir. Ancak Prens Sabahattin’in bu konudaki yargıları, eleştiriden çok aşağılama niteliğindedir.
Ahmet Rıza Bey, “devlet işlerinin, tembel Osmanlı görevlilerinden alınarak uzmanlara verilmesini” istemişti.
Mizancı Murat, “asalak saray bürokrasisinden” söz ederek27, devletin bunlardan arındırılmasını istemişti.
Prens ise şunları söylüyordu: “Yönetim gücünü elinde bulunduran o arsızlar kafilesi, kişinin ortaya çıkardığı her yüce değere hayvanca saldırıyor, ta ki despotluğun zulmü altında hiçbir baş kalmasın, milletin bütün fertleri aynı düzeyde olsun.”28

İhanet Eylemleri

Prens Sabahattinciler, Kürt ve Arap bölgeleri başta olmak üzere örgütlenebildikleri yerlerde çalışmalar yaptılar ve halkı ayaklanmaya çağırdılar. 1906’da Kastamonu’da gösteriler düzenlediler, Trabzon ve çevresinde İngiliz hayranlığını yaydılar.
Buradaki çalışmaları Kurtuluş Savaşı sonuna dek sürdürdüler. Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti, Erzurum Kongresi’ne katılan Trabzon, Sürmene, Giresun ve Tirebolu delegeleri aracılığıyla 22 maddelik bir rapor sundu. Bu raporda; “Türk ırkının, yaradılış olarak en kolay kabul edeceği uygarlığın Anglo-Sakson uygarlığı” olduğu söyleniyor ve “Doğu Anadolu illerinde, bu uygarlığı temsil eden milletlerin yol göstericiliği ve yardımı” isteniyordu.29
1906-1908 döneminde, özellikle Doğu Anadolu’da ortaya çıkan ayaklanmaları Sabahattinciler’in düzenlediğine yönelik savlar vardır. E.Ramsauer, 1907 Erzurum ayaklanmasıyla “Sabahattinci örgütlerin ilişkisi olduğunu” ileri sürer.30
Teşebbüsi Şahsi Ademi Merkeziyet Cemiyeti’nin Erzurum Şubesi’ni açan Hüseyin Tosun Bey, “söylemden eyleme (nazariyattan fiiliyata) geçmek için”, Prens Sabahattin’in onayını alarak, Kafkasya üzerinden Erzurum’a gelmiş ve “hayvan vergisini gerekçe yaparak” karışıklıklar çıkarmış, silahlı eylemlerde bulunmuştu.31

Ermenilere Destek

Prens Sabahattinciler’in Erzurum’da ayaklanma çıkarabilecek güce ulaşması nedensiz değildir. Merkezi yönetim işleyişini yadsıyarak yerel yönetimcilik’i savunan bu küme, azınlıklar içinde en büyük desteği Ermeniler’den alıyordu ve yöre Ermeni nüfusun bol olduğu bir bölgeydi.
Anadolu’da Ermeni guruplarla birlikte propaganda hareketine girişen topluluk, propagandasında, cemiyetin 1907 kongresinde karara bağlanan programına dayanıyor ve yörede gittikçe artan bir başarı...” sağlıyordu.32
Avrupa’da yayın yapan bazı Jön Türk gazeteleri, 1907 yılında Erzurum ve Van yöresinde silahlanan Ermeniler’in hükümetçe tutuklanması üzerine olaya tepki gösteriyor ve “silahlanmanın tutuklamalar için bahane” olduğunu, tutuklamaların yörede “yerel ve temsili düzen isteyen Ermenilere” yöneldiğini ileri sürüyordu.33
Sabahattincilerin, 31 Mart 1909 gerici ayaklanmasıyla da ilişkileri vardır. Ş.S.Aydemir, “İngiliz yanlısı Prens Sabahattin’in ayaklanmadan, önceden haberi olduğu”nu34, Ecvet Güresin, İngilizler’in Derviş Vahdeti ve Volkan gazetesine yardım ettiğini söyler.35 İttihatçılar’ın en ünlü üç isminden biri olan Cemal Paşa, “Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi ve İttihat ve Terakki’ye komplolar hazırlanmasında”, “İlgiltere’nin İstanbul Büyükelçiliği baş çevirmeni Fritz Maurice ve Ateşe Tyrell’in parmakları olduğunu” bunun hükümet soruşturmaları sırasında açığa çıktığını açıklar.36

Jön Türklerin Yazgısı

Jön Türkler, dağılma sürecine giren İmparatorluğun “varlığını ve bütünlüğünü sürdürmek amacıyla”37 ortaya çıkan insanlardı. Amaçlarına, anayasaya dayalı meclislerle ve Batılılaşarak ulaşacaklarına inanıyor ve inançlarının doğal sonucu, Abdülhamit yönetimine karşı çıkıyorlardı. Abdülhamit’e karşıtlık, onların varlık nedeniydi.
Giriştikleri savaşımın kapsamına uygun bilgi ve bilinçle donanmadıkları için, kimi zaman amaçlarıyla çelişen durumlara düştüler. Devleti kurtaralım derken devlete daha çok zarar verdiler. Abdülhamit’e her koşulda karşıtlık onları, devlete karşıtlıkla bütünleşen ve ister istemez büyük devlet politikalarının dümen suyuna götüren acıklı bir duruma düşürdü; en azından bir bölümünü, nesnel ya da öznel olarak, büyük devletlerin işbirlikçisi durumuna getirdi.

Gerçeği Yaşayarak Görmek

Jön Türkler, özellikle 20.yüzyıl başlarında, bilinç yoluyla göremedikleri kimi gerçekleri, yaşayarak öğrendiler. Bir bölümü el yordamıyla da olsa İmparatorluğun, bütünleşmek istenilen Batı tarafından yıkılmakta olduğunu artık görmeye başlamış.
Batı karşıtı söylemler ve Türk ulusçuluğu, acılı olaylar ve toprak yitikleri yaşanan bu dönemde ortaya çıktı. Ancak, yine bilinç eksikliğinin yol açtığı, bir başka yanlışa düşüldü. Soyut bir kavram olarak Batı’dan yana olmak yerine bu kez, emperyalist bir çatışmaya hazırlanan büyük devletler arasında seçim arayışına gidilerek, bu devletlerden birine yanaşılması gerektiği söylendi.
Bu kez, “Avrupalı devlerin” neyi paylaşamadıklarını ve çatışma nedeninin ne olduğunu bilmiyorlardı. Sömürgecilik ve kapitalist emperyalizm, ekonomik ve tarihsel dayanaklarıyla incelenmemiş, uluslararası ilişkilerin gerçek niteliği kavranamamıştı.

DİPNOTLAR

  1. Jön Türkler ve Araplar” Hasan Kayalı, Tar.Vak.Yurt Yay., 2.Bas.-2003, sf.4
  2. Büyük Larousse, Gelişim Yay. 10.Cilt, sf.6114
  3. a.g.e. sf.6114
  4. Ali Suavi ve Çırağan Sarayı Vak’ası”, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Belleten, VIII (1944) sf.71 ve 111; ak. Prof Şerif Mardin, “Jön Türkler’in Siyasi Fikirleri” İletişim Yay., 9.Baskı-2002, sf.32
  5. Büyük Larousse, Gelişim Yay. 1.Cilt, sf.387
  6. Layiha” Ahmet Rıza, sf. 7; ak. Şerif Mardin, “Jön Türklerin Siyasi Fikirleri” İletişim Yay., 9.Baskı-2002, sf.181, 213
  7. Mukaddime” Meşveret, Ahmet Rıza, 13 Cemaziyulahir 1313, sf.1; ak. a.g.e. sf.190-191
  8. La Constitution et le Peuple Ottoman” Halil Ganem, Mechveret, 15.09.1889, sf.4; ak. a.g.e. sf.212
  9. L’Inaction des Jeunes Turces” Ahmet Rıza, Mechveret, 01.12.1902, sf.1, a.g.e. sf.213
  10. The Young Turks” Ramsauer sf.38; ak. a.g.e. sf.117
  11. Mebahis-i Edebiye” Mizan, 13.Sefer 1304; ak. a.g.e. sf.114
  12. Jön Türklerin Siyasi Fikirleri” Prof. Şerif Mardin, İletişim Yay., 9. Bas.-2002, sf.109
  13. a.g.e. sf.132
  14. Müdahatât-ı Ecnebiyeyi Men İçin En Kısa Tarik” Mizan, 18 Ramazan 1304; ak. s.g.e. sf.111
  15. İmtiyazât-ı Ecnebiye” Mizan, 10 Recep 1305; ak. a.g.e. sf.111
  16. Avrupa’dan İlk Sadalar” Mizan, 12 Ramazan 1305; ak. a.g.e. sf.111
  17. Jön Türklerin Siyasi Fikirleri” Prof. Şerif Mardin, İletişim Yay., 9. Basım-2002, sf.111-112
  18. Jön Türklerin Siyasi Fikirleri” Prof. Ş.Mardin, İletişim Yay., 9. Bas.-2002, sf. 287
  19. Büyük Larousse, Gelişim yay., 15.Cilt, sf.9562
  20. a.g.e. 10.Cilt, sf.6114
  21. a.g.e. 1.Cilt, sf.96
  22. The Young Turks” Ramsauer sf. 88; ak. Prof.Ş.Mardin “Jön Türkler’in Siyasi Fikirleri” İletişim Yay., 9.Basım-2002, sf.289
  23. Prince Sabaheddin” The Times 05.09.1908, sf. 5; ak. Aykut Kansu “1908 Devrimi” İletişim Yay., İstanbul-1995, sf.262
  24. Prince Sabaheddine” The Levant Herald and Eastern Express, 05.09.1908, sf.1; ak. a.g.e. sf.262
  25. The Young Turks” Ernest Ramsauer, sf. 88; ak. Prof.Şerif Mardin “Jön Türklerin Siyasi Fikirleri” İletişim Yay., 9.Bas.-2002, sf.288
  26. Sabahattin Bey’e Cevap” Şurayı Ümmet, 01.06.1907, sf. 2; ak. a.g.e. sf.289
  27. Jön Türklerin Siyasi Fikirleri” Prof.Ş.Mardin İletişim Yay., 9.Bas.-2002, sf.292
  28. Terbiye-i Milliye” Prens Sabahattin, Terakki, Haz. 1908, sf.3; ak a.g.e. sf.292
  29. Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, İst.Mat., 1. Cilt, İst.-1974, sf.214
  30. 1908 Devrimi’nin Halk Dinamiği” H.Zafer Kars, Kaynak Yay., 2.Bas.-1997
  31. a.g.e. sf.49
  32. Jön Türkler ve 1908 İhtilali” E. Ramseur, İst.-1972, sf.150; ak. a.g.e. sf.45
  33. Mechveret”, 1 Mart 1908 no: 197, sf. 3; ak. a.g.e. sf.45
  34. Enver Paşa” Ş.S.Aydemir, Remzi Kitabevi, 2.Cilt, sf.254; ak. a.g.e. sf.60
  35. Ecvet Güresin, Cumhuriyet 29.04.1968, a.g.e. sf.60
  36. Cemal Paşa Hatıraları” Cemal Paşa, sf.112; ak. a.g.e. sf.60
  37. Jön Türk Modernizmi ve Alman Ruhu” Mustafa Gencer, İletişim Yay.-2003, sf.45

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder