26 Kasım 2014 Çarşamba

MUSTAFA KEMAL’İN İSTANBUL GÜNLERİ VE KURTULUŞ SAVAŞI'NA HAZIRLIK


İstanbul’da bulunduğu altı ay boyunca, durmadan çalıştı. Hemen “her kapıyı çaldı.” Güvenilir bulduğu yetki sahiplerine, “askeri birlikleri terhis etmemelerini” ve işgal güçlerine olabildiğince, “örtülü engeller çıkarmalarını” söylüyordu. Dost bildiklerinden başka; düşman saydığı kişiler, düzeysiz ve yetersiz görevliler, hoşlanmadığı insanlar ve yabancılarla bile konuştu. İstanbul’da kaldığı süre içinde, Vahdettin’le dokuz, Sadrazam Damat Ferit’le iki, Harbiye Nazırları Şakir ve Abdullah Paşalarla birer ve Mehmet Ali Bey’le bir kez görüştü. Sir W.Birdwood, Kont Sforza ve Rahip Frew’la bir araya geldi. “Türk milletini kurtarmak için giriştiği işte hiçbir şeyi gayrimeşru saymıyordu.” Ülkeyi esenliğe çıkarmada o denli kararlıydı ki, herşeyi göze almıştı. Gerçek düşüncelerini büyük bir sabırla saklı tutuyor, amacına katkı koyması koşuluyla herkesle, ilişki kurmaktan çekinmiyordu.


Yorgun Ancak Dirençli

Mustafa Kemal İstanbul’a ağır sorumluluklar ve yıpratıcı savaşlar içinden geçerek 13 Kasım 1918’de geldi. “Zayıflamış, avurtları çökmüş, soluk aldırmayan böbrek sancılarının acısıyla kıvranıyordu.”1 “Sıtma’nın ne zaman yoklayacağı” belli olmuyordu.2 Kulaklarından rahatsızdı.3 Şişli’deki evinde “hafif bir mide humması” geçirmişti. 4
Bedensel yorgunluğuna karşın, yüksek bir istence (iradeye), şaşılacak bir kararlılığa sahipti. Bu, ona, büyük bir direnme gücü veriyordu. İstenç gücü her zaman olguğu gibi beden gücünün önündeydi. En yorgun ve hasta anlarında bile, giriştiği işten kopmuyor, olayların üzerine gitmekten çekinmiyordu. Bu tutumu, İstanbul’da da sürdürdü ve gelir gelmez çalışmaya başladı.
İstanbul’a gelişinin ertesi günü (14 Kasım 1918), Sadrazamlıktan yeni ayrılmış olan Ahmet İzzet Paşa’yla görüşmeye gitti. Aynı gün Rauf (Orbay) Bey ve İngiliz gazeteci Ward Price ile görüştü. Ertesi gün, 15 Kasım’da, Padişah Vahdettin, 16 Kasım’da da, “Çanakkale’deki kahramanlıkları nedeniyle” kendisiyle tanışmak isteyen İngiliz General William Birdwood (1938’de ilerlemiş yaşına karşın Atatürk’ün cenaze törenine katılmak için Türkiye’ye gelecektir) ile görüştü.5 İlişki ve görüşmeleri İstanbul’da kaldığı 6 ay boyunca sürdü.

Görüş ve Amaç

Mondros’un bilinçli belirsizliklerine dayanılarak Türkiye’nin işgal edileceğini önceden görmüş, savaşıma (mücadeleye) karar vermiş, yöntemini belirleyerek ön girişimleri yapmıştı. “İşler ancak devrim yoluna gidilmekle düzelebilir” diyordu.6 Yıkılmasını kaçınılmaz gördüğü Osmanlı’nın yerine, yeni bir devlet kuracaktı. İşgalci devletler dahil hiçbir güçle, amacına uygun düşmeyen bir uzlaşma içinde olmayacaktı. “Yabancı yardımı olmadan Türkiye kendini kurtaramaz” düşüncesini onursuzluk sayıyor ve yenilginin kendisi kadar acı verici buluyordu. İşgalcilerle uzlaşma ya da manda öneren en küçük düşünce bile, “dişlerini gıcırdatmasına neden oluyordu.”7
Örneğin İngilizler için, “Onlar, o İngilizler, gücümüzün ne olduğunu yakında görecekler, bize eşitleri gibi davranacaklardır. Onlara asla boyun eğmeyeceğiz. Uygarlıklarını başlarına geçirene dek, son ferdimize kadar, onlara karşı koyacağız” diyordu.8
Ulaşabildiği, etkili olacağını düşündüğü hemen her yere ulaşmaya çalıştı. Var olan durumu ve gelecekte ülkeyi bekleyen tehlikeleri, kanıtlarıyla ortaya koyuyor, uzun ve sabırlı görüşmelerle, insanları uyarıp uyandırmaya çalışıyordu. Kurduğu her ilişki, kurtuluş için girişeceği eyleme katkı sağlamaya yönelikti. Amacı çok açık ve yalındı. Anadolu’ya geçecek, halk gücüne dayanarak bir kurtuluş ordusu örgütleyecek ve yeni bir devlet, bir halk devleti kuracaktı. Buna, İstanbul’da değil, Halep ve Adana’da karar vermişti. İstanbul’da yaptığı; amacına uygun araçlar sağlamak, subaylar başta olmak üzere insan kazanmak, örgütlenmek ve yetki elde etmekti. İstanbul’a bu nedenle gelmişti.

Yoğun Görüşme

Altı ay boyunca, durmadan çalıştı. Hemen “her kapıyı çaldı.”9 Güvenilir bulduğu yetki sahiplerine, “askeri birlikleri terhis etmemelerini” ve işgal güçlerine olabildiğince, “örtülü engeller çıkarmalarını” söylüyordu.10 Dost bildiklerinden başka; düşman saydığı kişiler, düzeysiz ve yetersiz görevliler, hoşlanmadığı insanlar ve yabancılarla bile konuştu.
İstanbul’da kaldığı süre içinde, Vahdettin’le dokuz, Sadrazam Damat Ferit’le iki, Harbiye Nazırları Şakir ve Abdullah Paşalarla birer ve Mehmet Ali Bey’le bir kez görüştü. Sir W.Birdwood, Kont Sforza ve Rahip Frew’la bir araya geldi. “Türk milletini kurtarmak için giriştiği işte hiçbir şeyi gayrimeşru saymıyordu.”11
Ülkeyi esenliğe çıkarmada o denli kararlıydı ki, herşeyi göze almıştı. Gerçek düşüncelerini büyük bir sabırla saklı tutuyor, amacına katkı koyması koşuluyla herkesle, ilişki kurmaktan çekinmiyordu.12
Güvenip görüştüğü insanların büyük çoğunluğu, yapmayı düşündüğü işlerin çok azını açıklamasına karşın; ona, olmayacak şeyler düşünen, gerçeklerden habersiz, düş peşinde bir insanmış gibi bakıyordu.
İstanbul’a geldiği ilk günlerde, çalışılabilir gördüğü Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’yı, istifasını geri alması için ikna etmeğe çalıştı. Onun hükümetinde Harbiye Nazırı olmak istiyordu. Bu orundan (makamdan), hazırlanmakta olduğu silahlı savaşım için yararlanacak, elde ettiği yetkiyi adam ve silah sağlamakta kullanacaktı. Düşündüklerini yapabilmesi için, Tevfik Paşa kabinesinin Meclis’te güvenoyu almaması gerekiyordu.
Milletvekillerinin çoğunluğu, bu yönde davranacakları ve Tevfik Paşa’ya güvensizlik oyu verecekleri konusunda söz verdiler ancak hemen hiçbiri sözünde durmadı. Çabaları süresince, bir asker olarak hiç alışık olmadığı, kaypaklık ve yalancılıklarla karşılaştı. Tiksintiyle karşıladığı bu olaydan, Cumhuriyet devletini kurarken yararlanacağı sonuçlar çıkardı ve çıkarcı politikacılara karşı önlem almayı devlet politikası haline getirdi. Halkı bu tür insanlara karşı sürekli uyardı. Dokuz yıl sonra, Nutuk’ta, “saygıdeğer ulusuma şunu öğütlerim ki; bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz mayayı (cevheri asli) çok iyi incelemeye dikkat etmekten, hiçbir zaman vazgeçmesin.”13

Subaylar ve Kararlar

Şişli’de kiraladığı evde pek çok insanla görüştü. Ali Fuat (Cebesoy), Kazım (Karabekir), Rauf (Orbay), İsmet (İnönü), Refet (Bele) ve Kazım (Dirik) bu evde görüştüğü ve ilerde birlikte savaşım vereceği güvendiği komutanlardı. Erzurum’da 15.Kolordu Komutanlığına atanan Kazım (Karabekir) Paşa, bu atamadan, “Kolordu’da organize bir birlik bırakılmadığı” gerekçesiyle hoşnut değildi. Oysa bu Kolordu, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın komutasındaki 20.Kolordu’yla birlikte, elde kalan iki askeri güçten biriydi.
Kazım (Karabekir) Paşa’ya atandığı görevin kurtuluş savaşımı açısından önemini anlatarak görevi kabul etmesini istedi. “Orada örgütlü bir kuvvet bırakılmamış olabilir. Ancak bizim bundan sonra iş görebilmemiz için gerekli olan asal unsur millettir, halktır. Ben size Erzuruma gitmenizi özellikle öneririm. Gidiniz ve orada bir halk örgütü kurunuz. Yakında benim de size katılmam kesindir” diyerek onu ikna etti.14
Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile yaptığı görüşmede; sorunların ancak Anadolu’da çözülebileceğini, bu nedenle 20.Kolordu Karargahı’nın, “direniş hareketi için merkezi konumda olan” Ankara’ya taşınmasını istedi.15 7.Orduda olduğu gibi onu hala komutanı sayan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, bu öneriyi kabul etti ve birlikte davranma konusunda anlaştılar. Anadolu’daki dağınık direniş örgütleri, Doğu’da Kazım (Karabekir) Paşa’nın 15, Batı’da Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın 20.Kolordusunun yönetimi altına alınacak, bu iki güç Mustafa Kemal’e bağlanarak tek bir merkezde toplanacaktı.16
Şişli görüşmeleri, onun Adana’dayken geliştirdiği düşüncelerin, karar ve ilke olarak ortaya konmasıyla sonuçlandı. Halk örgütlenmesinin temel alındığı ilkeler, özet olarak şöyleydi: “Çıkışı olan tek kurtuluş yolu bir milli direniş hareketi yaratmaktır. Ordu’yla millet elele vermeli, beraber hareket etmelidir. Asker’in terhisi derhal durdurulmalı, hiçbir silah, cephane ya da techizat düşmana verilmemelidir. Genç ve yetenekli komutanlar birliklerinin başında tutulmalı ve Anadolu’ya gönderilmelidir. Ulusal direnişten yana devlet yöneticileri yerlerinde bırakılmalı, illerde particilik adına yürütülen kardeş kavgasına son verilmeli ve halkın gönülgücü(morali) yükseltilmelidir.”17

Yılgınlar

İstanbul’da görüştüklerinin tümü, silah arkadaşları gibi ülkenin kurtarılmasına duyarlı, direnme eğiliminde insanlar değildi. Önemli bölümünün, ulusçu duyguları körelmiş, kişisel kaygılar içinde, bilinçsiz ve dirençsiz olduğunu gördü. Bunlarla, ülke savunması konusunda birlikte olmak ve sonuç getirecek bir ilişki geliştirmek olası değildi. İşgalci baskısından korkuyorlar, sürekli olanaksızlıklardan söz ederek, ülkenin yazgısını (kaderini) büyük devletlerin kararına bırakan bir tutum sergiliyorlardı; bunların sayısı ve yaygınlığı beklediğinden çoktu.
Genel söylem; işgale karşı direnç göstermenin çılgınlık olduğu, başarı olasılığı bulunmayan böyle bir tutumun, görüşmeler yoluyla bulunabilecek çözümleri ortadan kaldıracağı, bunun da devletin sonu olacağı biçimindeydi. Giderek yayılmakta olan, “bizim için herşey bitti” düşüncesi, onun, “bizim için savaş şimdi başlıyor”18 anlayışıyla temelden çelişiyor; bu çelişki, düşmanlığa varan bir ayrılığa neden oluyordu.
Devlet yöneticilerini de içine alan “Türk olarak adeta tükenmiş”19 önemli bir kitle, tam bir boyuneğiş içinde ve “içlerinde hiçbir direnme ve savaşma isteği kalmamacasına yenik düşmüş” tü.20 Oysa o, Anadolu’daki Türk varlığının artık görüşme ve anlaşmalarla değil, ancak silahla korunabileceğini görüyor 21, hazırlıklarını buna göre yapıyordu. Bu iki anlayışın bir araya gelmesi gerçekten olanaksızdı.

Durum Saptaması

Yaptığı çalışmalar sonucu, ordudaki silah arkadaşlarından dar ancak etkili bir kesimi, halka ve kendi gücüne dayanarak “Türkiye’yi parçalanmaktan kurtarmanın mümkün olduğuna” inandırdı. Anadolu’daki Türk varlığı, ciddi bir çekinceyle (tehlikeyle) karşı karşıyaydı; halk bitkin, olanaklar sınırlıydı.
Ancak, çatışma durumunda kalınacak büyük devletler de rahat değildi. Dört yıl süren savaş, insan kaynaklarını zorlamış, güçlerini kırmıştı. Ordularını büyük oranda terhis etmişler, ülkelerinde yayılmakta olan savaş karşıtı eğilimler ve sınıfsal çatışmaya dönüşen toplumsal çalkantılarla uğraşıyorlardı. Türkler’i “tükenmiş” görüyorlardı ancak kendileri de iyi durumda değildi. Silahlı çatışmadan kaçınmak için, danışmanları Lloyd George’a, “Türkiye, devlet olarak çözülmüştür, biraz bekleyelim, kendiliğinden parçalanacaktır, parçaları daha sonra bölüşürüz” diyordu.22
O, öneriye yansıyan gerçeği görmüş ve güçlü bir görüntü vermeye çalışan büyük devletlerin, aslında savaşamayacak durumda olduğunu anlamıştı. İleri sürdüğü görüş ve öneriler, düşünülmeden söylenmiş duygusal çıkışlar değil, dünya ve ülke koşullarına dayanan gerçekçi belirlemelerdi.

Gizlilik

İlişki ve çalışmalarını genellikle gizli yürütüyordu. Dışardan bakıldığında, “yenilgiyi kabullenmiş ve Padişah’la Damat Ferit’in politikalarına razı olmuş” gibi görünüyordu.23 İşlerini o denli ustalıkla yürütüyordu ki, İngilizler kuşkulanmış, onu “Malta ’ya sürülecekler listesi” ne almışlardı.24 Ancak, “açık vermediği için” bir şey yapamıyorlardı. Örneğin, millicilerin tutuklanıp kapatıldığı Bekirağa Tutukevi’nin basılarak, tutukluların kurtarılması için bir eylem düzenlemiş, eylemin ihbar edilmesine karşın, önceden aldığı önlemler nedeniyle İngilizler bir şey kanıtlayamamışltı"25
İstanbul’da kurulan hemen tüm gizli direniş örgütleriyle ilişkisi vardı. Bunların kurulmasını sağlıyor, yönlendirip yönetiyor ancak üye ya da yönetici olarak görünmüyordu. “Özgür ölünecek, ancak asla tutsak ve aşağılanmış olarak yaşanmayacaktır”26 diyen ve gizli çalışan Karakol örgütüyle, kuruluş döneminde ilişkisi vardı. Örgüt yöneticileri Ali Rıza ve İsmail (Canbulat) Beylerle ilişkiyi, çok güvendiği yaveri Cevat Abbas (Gürer) aracılığıyla sürdürüyordu.27
Ankara’ya gidince, yeraltı örgütlerinin tümünü denetim altına almış, kapanan ya da çalışmasını durdurduğu örgütlerin yerine yenilerini kurdurmuştu... Teşkilatı Mahsusa’nın süreklilik gösteren ardılları, “Ankara’nın doğrudan buyruğu altındaydı.” Teşkilatı Mahsusa’nın Müdürü Hüsamettin Bey’i, 1920 sonunda, Genel Kurmay İstihbarat Birimi’nin başına geçmek üzere, Ankara’ya getirmişti.28
İstanbul’daki gizli direniş örgütleri, düşman denetimi altındaki depoları basarak silah ve cephanelere el koyuyor, sokağa egemen Rum ve Ermeni çetelerle çatışıyor ve bilgi topluyordu. Gizli evler tutuluyor, az sayıda insanın bildiği toplantı ve buluşma noktaları oluşturuluyordu. Subaylar ve millici memurlar, girişimlere gizli destek veriyor29, ulusal savaşıma kadro buluyorlardı.

Gizli Örgütler

Millici direniş, insan gücünü, başta ordu olmak üzere; dağılmış olan Teşkilatı Mahsusa’nın kendini koruyan birimlerinden, zanaatçı ve imalatçı loncalarından, esnaf derneklerinden, Kızılay’dan ve kadın örgütlerinden sağlıyordu. 1918’de, İstanbul’da 18 kadın derneği vardı.30 İlk yeraltı örgütü Karakol’u, Ankara’da Meclis kurulduktan sonra Müdafaa-i Milliye (M.M.), Felâh, Mukavemet’i Bahriye ve İmalat’ı Harbiye gizli örgütleri izledi. İstanbul’un her yaş ve cinsten Müslüman Türk halkı, bu örgütler aracılığıyla ulusal savaşıma katıldılar.
Başlangıçta yorgun, yılgın ve dağınıklık içinde bulunan milliciler, 1918-1923 arasındaki beş yılda ve giderek artan biçimde, etkili bir direniş yaratmayı başardılar. Gerçekleştirilen çok yönlü ve etkili eylem, bir mucize değil, ustaca tasarlanmış dizgeli (sistemli) ve örgütlü bir eylemin doğal sonucuydu. Bilgi toplamadan cephane baskınlarına, Anadolu’ya adam göndermeden silah saklamaya, yaymacadan (propagandadan) para bulmaya dek her tür eylem yapılıyordu. İstanbul camilerinin pek çoğunun bodrumları, savaş malzemesi deposu durumuna getirilmişti.31 Ankara’ya kaçışın ilk durağı Üsküdar sırtlarındaki Özbek Tekkesi’ydi.32

Mim Mim ve Silah Edinme

Ankara’nın gereksinim duyduğu silahların önemli bir bölümü, işgalci güçlerin İstanbul’da depoladığı silahlara el konularak sağlandı. Mustafa Kemal, kurdurup yönlendirdiği Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin askeri kanadını, başlangıçta İstanbul’un Müslüman halkını, Rum ve Ermeniler’in saldırılarından korumakla görevlendirdi.
Kısa adı M.M. (Mim Mim) olan bu örgütü, daha sonra Ankara’ya silah ve adam taşıma işine verdi. Mim Mim’in başkanlığına, Çanakkale’de yanında onbaşı olarak savaşan Topkapılı Mehmet Bey’i (Cambaz Mehmet) getirdi. M.M. İstanbul’da kendisini korudu ve Rum saldırılarına karşı koymak için, hemen her semtte örgütlendi.33 Ankara’ya geçtikten sonra, örgüt içinde, doğrudan kendisine bağlı sekiz kişilik bir komite oluşturdu. Bu komite, belirlediği kişileri Ankara’ya kaçırıyor, yol giderlerini ve gerekli belgeleri sağlıyordu.34
Mim Mim, baskınlarla ele geçirdiği 38 bin ton silah, cephane ve donanımı, elinde hiçbir motorlu araç olmamasına karşın, kağnılarla, at, deve ya da katırlarla Ankara’ya taşıdı.35 Bu yükün karşılığı; 56 bin süngü, 320 makineli tüfek, 1500 tüfek, bir batarya, 3 bin sandık cephane, 10 bin üniforma, 100 bin nal, 15 bin matara, bin değişik askeri donanımdı.36
Karakollardan, kışlalardan, askeri depolardan silah ve malzeme “çalınıyor!” du. 1921 Martı’nda Davutpaşa Kışlası’ndan el bombaları ve makinelı tüfekler çalınmıştı. “Bir muhbirin ihbarıyla” İngilizler, Sarıyer Karakolu’nda Anadolu’ya gönderilmeyi bekleyen 374 tüfek, 7 makinalı tüfek 25 el bombası ve 35 kasa cephane bulmuştu.
Ermeni yetimlerin yerleştirilmesi” gerekçesiyle okullarından çıkarılan Kuleli Askeri Lisesi’nin 800 öğrencisi, götürüldükleri Maçka Kışlası’nın cephanesini neredeyse boşaltıp M.M.’e teslim etmişti. Aynı işi Beylerbeyi Jandarma Okulu öğrencileri de yapmıştı. Yeşilköy Çobançeşme cephaneliğinden 250 bin mermi, Haliç’teki Karaağaç silah deposundan 500 sandık cephane ‘kaybolmuştu’.37

İstihbarat Başarısı

Mustafa Kemal, İstanbul direnişini örgütlerken her sınıf ve kesimden çok değişik insanla dolaylı ya da doğrudan ilişki kurdu. İngilizler’in ünlü istihbaratçıları, onun Saray’dan Sirkeci kayıkçıklarına, kadın örgütlerinden yurt dışı yapılanmalarına uzanan haber alma ağıyla baş edemiyordu. İşgal güçlerinin koyduğu idam cezasına karşın, milliciler; “büyük bir ustalıkla her yere sızıyor, Saray’dan girip elçiliklerden çıkıyor ve İngilizler’in haber alma servisleriyle adeta alay ediyorlardı.”38 Hemen her karşı girişimi önceden öğrendiler, önlem alarak başarısız kıldılar. Kendilerini, tümden davaya adamışlardı. Milli direnişe katılanlar, “Bizim vücudumuz millete aittir, biz milli direniş hareketinin bir parçasıyız” diyordu.39
Berthe Georges-Gaulis, bu insanları şöyle değerlendirmiştir: “Türklerin en sert ve acı tepkileri bile, görünürde bir kayıtsızlık perdesi arkasında gizliydi. Sokakta, size bakmadan geçen bu insanları, herhangi bir direniş yapamayacak durumda sanırdınız. Ama birdenbire ortaya çıkan sert olayları, nedeni anlaşılamayan bu yangınları kimler çıkarıyor? Silah sesleri nereden geliyor? Yönetim makinesinin çarkları arasında kayabilen bu kum taneleri nereden çıkıyor? Avrupalılar, sorumluları gözle görülemeyen ve kavranamayan bu olaylara akıl erdiremiyor. Onların kaba kuvveti, burada iş göremiyor...”40
Halkın direncini kıramayan işgal yönetimi, yalnızca millicileri değil, onlara yardım edenleri de ölüm cezasına çarptırmaya karar verdi ve bu kararı “İstanbul’un her yerine yapıştırdığı ilanlarla” duyurdu.41
Bu duyuru da etkili olmadı ve direniş yayılarak gelişti. Haberalma çalışmaları ve silahlı eylemlerden ayrı olarak, mahallelerde, okullarda ve fabrikalarda, halkı direnişe çağıran bildiriler dağıtıldı.
Amiral Bristol’un, Mustafa Kemal’in kaleme aldığını varsaydığı42 ve işçilere dağıtılan bir bildiride şunlar yazıyordu: “Bir kısım vicdansız ve şerefsiz devlet adamları, yeşil çuhalı masalarda, bize atalarımızdan miras kalan bu ülkeyi parçalamaya ve bölmeye karar verdiler. Bununla yetinmedikleri gibi ölüm fermanımızı çıkardılar... Üstümüze en menfur kavmi saldırttılar; öyle bir kavim ki, sevgili İzmirimiz ’i bizden söküp aldı. Şimdi aynısını Türklüğün beşiği Trakya’da yapmaya çalışıyor... Düvel-i muazzama kökümüzü kazımaya karar verdi. (Ancak biz y.n.) Ülkemizin mübarek köşelerini müdafaa etmek için, silahlar elimizde öleceğiz…”43

Millici Kadınlar

Millici kadınlar, yeraltı direnişinde istihbarat ağırlıklı olmak üzere, görev aldılar ve çok başarılı oldular. Kazım (Orbay) Bey’in eşi, Enver Paşa’nın kızkardeşi Mediha Hanım, Amiral de Robeck’in sözleriyle, “Türk kadınlar Derneği’yle bağlantılı ve Kızılay Derneği’nin kadın üyeleriyle birlikte Anadolu’yla düzgün bir haberleşme” düzeni kurmuştu.44
Polis şefi Azmi Bey’in eşi, İtalyanlarla kurulan ilişkilerde görev almış, “sıkça Rodos’a gidip geliyordu”45
Eski Sadrazamlardan Sait Halim Paşa’nın akrabası Prenses Nimet Muhtar, Avrupa’daki Türk kadınlarını örgütlemiş, “Mustafa Kemal için çalışan bir merkez durumuna getirilen Münih’te” çalışma yürütüyordu.46
Topkapılı Ebe Şahende Hanım (CHP Genel Sekreteri Recep Peker’in kayınvalidesi), Şair Şüküfe Nihal (Başar), Nakiye (Elgün) Hanım, işgal İstanbulu’nda direniş hareketine katılan ve gösterdikleri kararlılıkla herkese örnek olan kadın önderlerdi. Şahende Hanım, gördüğü ağır işkenceye karşın, işgalci güçlere hiçbir bilgi vermemişti.47
Mustafa Kemal haberalmayı içeren gizli çalışmaya önem veriyor, bu işlerle bizzat kendisi ilgileniyordu. Kişisel ilişkileri dahil, her türlü olanağı bu yönde kullandı. Sahip olduğu sıradışı bellek gücüyle adları, yerleri ve olayları asla unutmuyor, halk örgütlerinden Saray’a dek her kesimden insanla, güvene dayalı ilişkiler kuruyordu.
Prenses Mevhibe Celalettin’i, İtalyan İşgal Kuvvetleri Komutanı Kolonel Roletto’nun düzenlediği baloya göndermiş, katılımcılar ve oradaki konuşulanlar hakkında bilgi almıştı.48 II.Abdülhamit’in Kızı Naime Sultan, V.Murat’ın kızı Fehime Sultan, millici yeraltı direnişinin önemli haber alma kaynaklarıydı. Fehime Sultan, Damat Ferit’le Vahdettin’in birlikte oluşturduğu, “halkla Kuvvayı Milliye arasında çatışma çıkarmayı amaçlayan gizli planı” ortaya çıkarıp, M.M. aracılığıyla Ankara’ya bildirmişti.49
Damat Ferit’in “ayaklanma çıkartmak amacıyla ayrılıkçı Kürt örgütleriyle” İstanbul’da yaptığı görüşmeleri haber veren de oydu.50 Daha sonra, Türkiye Büyük Meclisi’nde Tokat milletvekili olan Nazım Bey hakkında M.M.’yi o uyardı. “Nazım Bey, Damat Ferit’in ajanıydı ve bir muhalefet partisi kurması için kendisine 4500 lira ödenmişti. O da Halk İştirâküyyün Fırkası adında bir parti kurmuştu.”51

Ordu Müfettişliği

İstanbul günlerinin sonuna doğru, Anadolu’ya geçmeye hazırlanırken, 29 Nisan 1919’da, geniş yetkilere sahip Ordu Müfettişi olarak Anadolu’da görevlendirildi. Bu görevlendirilme, kendiliğinden gelen ve ‘şansa dayalı’ bir gelişme değil, resmi-sivil görüşmelerin, dostluğa dayalı kimi özel ilişkilerin devreye sokulmasıyla elde edilen bir atamaydı. Mustafa Kemal’e özgü kararlılığın, yoğun çabasının ve ustalıkla kurulmuş ilişkilerin doğurduğu bir sonuç, incelikli taktiklerle yaratılmış bir ‘şanstı’.
Yenilginin ve ardından gelen işgalin neden olduğu yönetim boşluğu, her yerde olduğu gibi Karadeniz’de yaşayan azınlığı da yüreklendirmiş, bölge Rumları işgal güçlerinin korumasına güvenerek silahlı eylemlere girişmişti. Bunlar, Türk köylerine saldırılar düzenliyor, savunmasız insanları öldürüp mallarını yağmalıyordu. Saldırılara karşı savunma tepkisi ve silahlı önlem gecikmiyor, İngilizleri rahatsız edecek kadar güçlü bir Türk direnişi ortaya çıkıp bölgeye yayılıyordu.
Küçük ve hareketli silahlı birimlerden oluşan halk güçlerini bastırmayı göze alamayan İngiliz İşgal Komutanlığı, Padişah’a baskı yaparak, Türk direnişinin önlenmesini ve yöre halkının silahsızlandırılmasını istedi. Yapılmaması durumunda, bu işi doğrudan İngiliz birliklerinin yapacağını ve bölgeye asker gönderileceğini bildirdi.
Bu kuru sıkı davranışa boyun eğerek isteneni yapacağını bildiren Padişah ve Hükümet, bu işi kendilerine önerilen ve “iyi bir komutan” olan Mustafa Kemal’e yaptırmayı düşündüler. Anadolu’da silahlı direniş başlatmak için hazırlık yapan ve oraya gitmek için gün sayan insana, başlamış olan silahlı direnişi bastırma görevi verdiler. Benzeri herhalde olmayan bu çelişkiye, belki ‘şans’ ya da ‘yazgı’ da denilebilirdi.
Yetki veren-yetki alan arasındaki beklenti ayırımı ve bu ayırıma dayanan uzlaşmaz çelişki, yetki veren için kuşkusuz bir yanılgı sorunuydu. Yetki alan içinse; parlak bir başarıydı. Büyük Savaşın yenilmeyen tek komutanı, savaşın her türünü bilen yetenekli bir askerdi. Dönemin günah keçisi ittihatçılarla ilişkisi olmadığı gibi, onlarla karşıtlıklar içeren bir geçmişi vardı. İşgal gerçeğini ve padişah yetkesini kabullenmiş görünüyordu. Karadeniz bölgesindeki ‘başıbozuk ayaklanmaları’ durduracak en uygun kişi oydu.

Atanma Biçimi

Uzun bir uğraştan sonra atanacağını anladığı an, Harbiye Nazırlığı ve Başkumandanlık Vekaleti (Genelkurmay) arkadaşları aracılığıyla atama sürecine bizzat katıldı ve yetki sınırını hemen tümüyle kendisi belirledi. Düzeni bozulmuş, işlemez durumdaki yönetim yapısı işe yaramış, bu olanağı ona sağlamıştı.
Görevlendirme yazısını doğal olarak Genelkurmay kaleme alacak ve Hükümetin onayına sunacaktır. Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım (İnanç) Paşa arkadaşıdır. Yetki sınırını birlikte genişletirler. Harbiye Nazırı imza atmaya cesaret edemez, ancak mührünü vermeyi kabul eder. Kazım Paşa, odasında mührü basar ve atama yazısını Mustafa Kemal’e verir.
O gün duyduğu sevinç ve coşkuyu daha sonra şöyle dile getirecektir: “Talih bana öyle uygun koşullar hazırlamıştır ki, kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duyduğumu tarif edemem. Nezaretten çıkarken, heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önüme geniş bir alem serilmişti. Kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibiydim.”52
Görevlendirme yazısını, 5 Mayıs 1919’da aldı ve gidiş hazırlıklarını hızlandırdı. İngiliz İşgal Komutanlığı, atamaya önce karşı çıktı. Onların gözünde, “tehlikeli, üstelik yetenekli bir kişiydi. İskenderun konusundaki tutumu unutulmamıştı”53 Hükümet ise; eldeki en iyi komutanın o olduğunu, ülkedeki ünü nedeniyle ayaklanmaları en iyi onun bastıracağını söylüyordu. İngilizler, onun hakkında, “tutuklanıp Malta’ya sürülmesiyle, Padişah temsilcisi olarak Anadolu’ya gönderilmesi arasında gidip gelen”54 ve günler süren bir ikilem yaşadılar. Sonunda, Anadolu’ya gitmesine sessiz kalınması yönünde karar verildi ve adı “tutuklanacaklar listesinden çıkarıldı.”55
Harbiye Nezareti, ona ve “kalabalık maiyetine gerekli olan vize”56 için İngiliz İşgal Komutanlığı’na başvurdu. Harbiye Nezareti’nde irtibat subayı olarak görevlendirilmiş olan Bennett adlı İngiliz Yüzbaşı, Mustafa Kemal’in karargahı için seçtiği 15’i subay 21 kişinin57 yüksek niteliğinden kuşkulandı. “Bu kurul, bir barış özgmrevinden (misyonundan) çok, bir savaş komitesine benzemektedir”58 diyerek hareketinden bir gün önce Genel Karargaha başvurdu. Komutan yerinde yoktu, kendisine vizeyi verebileceği söylendi.59

Samsun’a Gidiş

15 Mayıs’ta Genelkurmay ve Babâili’ye, bir gün sonra Padişah’a veda ziyaretine gitti. Gemisinin batırılacağı yönündeki bildirime aldırmayarak, 16 Mayıs akşamı yola çıktı. Gece yarısına doğru Sadrazam Damat Ferit, Yüksek Komisyon’da askeri danışman olarak görev yapan Wyndham Deedes’i ivedi olarak görüşmeye çağırdı. Padişah, “Mustafa Kemal’in gizli direniş örgütleriyle ilişkisi olduğu”60 ve “Samsun’a sorun çıkarma amacıyla” gittiği61 yönünde yeni bir bildirim aldığını belirterek, geminin “ne pahasına olursa olsun durdurulmasını” istedi.62
Ancak geç kalmışlardı. Mustafa Kemal, Boğaz’dan çıkar çıkmaz, “geminin rotasını değiştirmiş ve kıyıya yakın gidilmesini emretmişti.”63 Türlü çekememezlikler içindeki işgal güçleri, deniz ulaşımında düzenli işleyen bir denetim sağlayamamışlardı. Yolcu gemilerini İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar, her biri ayrı ayrı denetliyordu. Görevlilerin yetki sınırları belirsiz ve iç içe geçen bir karmaşa içindeydi. Geç kalınmış, “kuş kafesten uçmuş”64, Mustafa Kemal, yalnızca birkaç saatlik bir farkla Anadoluya gitmişti.
13 Kasım 1918’de, hasta ve yorgun olarak geldiği İstanbul’dan, altı ay sonra, hemen hiçbir sağaltım (tedavi görmeden), ölüm olasılığı içeren yeni gerilimler ve yorgunluklarla dolu, çatışmalı bir geleceğe gidiyordu. Yenilgiyle sonuçlanan kanlı bir savaştan sonra, başarı olasılığı yok gibi görünen, ‘umutsuz’ bir savaş başlatacaktı. Buyruğunda, güvendiği subaylardan oluşan karargahından başka bir güç yoktu.
Ancak, şaşılacak düzeyde umutlu ve coşkuluydu. Kendi gücüne ve kurtuluş kavgasına çağıracağı Anadolu halkına güveniyordu. Bandırma Vapuru, Kızkulesi açıklarında düşman zırhlılarının arasından geçip Karadeniz’e yöneldiğinde, güvertedeki arkadaşlarına, işgalcileri kastederek şunları söylüyordu: “Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah gücüne dayanırlar. Bildikleri tek şey yalnız maddedir. Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin gücünü anlamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah, ne cephane götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz.”65

DİPNOTLAR

  1. Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.151
  2. Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.95
  3. Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.181
  4. Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.230
  5. a.g.e. sf.155
  6. Atatürk’ün Hayatı ve Eseri-I”, Hikmet Bayur, Atatürk Araş. Mer., Tıpkı Bas., Ankara-1997, sf.196
  7. Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.152
  8. Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.107
  9. Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.151
  10. Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.84
  11. Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.120
  12. Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas. İst.-1998, sf.151
  13. Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, T T.K., Yay., 4.Bas., Ank-1999, sf.811
  14. a.g.e. sf.227
  15. Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.182
  16. Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.90
  17. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.365
  18. Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.164
  19. Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.78
  20. a.g.e. sf.78
  21. İşgal Altında İstanbul 1918-1923” B. Criss, İletişim, Yay., 3.Bas., İst.-2000, sf.181
  22. Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.83
  23. a.g.e. sf.85
  24. a.g.e. sf.85
  25. a.g.e. sf.84
  26. Karakol Cemiyeti Nasıl Kurulmuştu” Fethi Tevetoğlu, Yakın Tarihimiz 4:48 (24.01.1963), sf.257-260; ak. Bilge Criss “İşgal Altında İstanbul 1918-1923”, İletişim Yay., 3.Bas., İst.-2000, sf.151
  27. İşgal Altında İstanbul 1918-1923” B.Criss, İletişim Yay., 3.Bas., İst.-2000, sf.153
  28. a.g.e. sf.173
  29. Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.84
  30. Bir Osmanlı Kadın Örgütü: Osmanlı Müdafaa-i Hukuku Nisvan Cemiyeti” Serpil Çakır, Tarih ve Toplum 66 (Haziran-1989) 16-21; ak. B.Criss “İşgal Altında İstanbul 1918-1923”, İleti. Yay., 3.Bas., sf.19
  31. İşgal Altında İstanbul 1918-1923” B. Criss, İletişim Yay., 3.Bas., 2000, sf.239
  32. Özbekler Tekkesi” Cengiz Bektaş, Tarih ve Toplum 2:8 (Ağustos-1984) sf.40-45; ak. B.Criss “İşgal Altında İstanbul 1918-1923”, İletişim Yay., 3.Bas., İst.-2000, sf.156
  33. Gaflet Dalalet, Hiyanet” Yılmaz Dikbaş, Top.Dön.Yay., 8.Bas, İst-2003, sf.64
  34. İşgal Altında İstanbul” B. Criss, İletişim Yay., 3.Bas., 2000, sf.182
  35. İstiklal Savaşı’nda Anadolu’ya Kaçırılan Muhimmat ve Askeri Eşya Hakkında Tanzim Edilmiş Mühim Bir Vesika” Hüseyin Dağtekin, Tarih Vesikaları 1:16 (1955); ak. Bilge Criss, a.g.e. sf.184
  36. Milli Mücadelede İttihatçılık” E.J.Zürcher, Bağlam Yay., 2.Bas., sf.129
  37. İşgal Altında İstanbul” B. Criss, İletişim Yay., 3.Bas, İst.-2000, sf.186
  38. Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği” B.G.Gaulis, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul-1999, sf.31
  39. a.g.e. sf.31
  40. a.g.e. sf.32-33
  41. Mustafa Kemal” Paul Dumont, Kültür Bak.Yay., 2.Bas., 1994, sf.49
  42. U.S. Records 867.00/1329, 19 Tem.1920, Bristol’dan Dışişleri Bakanı’na; ak. B. Criss “İşgal Altında İstanbul 1918-1923”, İletişim Yay., 3.Bas., İst.-2000, sf.135-136
  43. a.g.e. sf.135-136
  44. FO371/5170, 16.09.1920, de Robeck’ten Curzon’a; ak. B. Criss sf.179
  45. a.g.e. sf.179
  46. a.g.e. sf.180
  47. Belgelerle Kurtuluş Savaşı’nda Casusluk Örgütleri” Ergun Hiçyılmaz, sf.54-55; ak B. Criss, a.g.e. sf.18
  48. Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1996, sf.225
  49. İşgal Altında İstanbul” B.Criss, İletişim Yay., 3.Bas. İst.-2000, sf.181
  50. a.g.e. sf.
  51. Muhterem Casuslar” Razi Yalkın, Tarih Dünyası 2:12-14 (1 Ekim-1 Kasım 1950); ak. B. Criss, a.g.e. sf.181
  52. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.402
  53. Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.86
  54. a.g.e. sf.86
  55. a.g.e. sf.86
  56. Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.195
  57. Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1996, sf.270-271
  58. Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.195
  59. a.g.e. sf.195
  60. Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.163-164
  61. Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.87-88
  62. a.g.e. sf.88
  63. Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.197
  64. a.g.e. sf.197
  65. Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk, T.İş Ban.Kül.Yay., sf.81

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder