5 Kasım 2014 Çarşamba

İRAN UYGARLIĞI


Orta Asya’dan Kalde’ye, Sümer’den Hindistan’a, Etiler’den Asurlular’a dek birçok kültürden pay alarak gelişen İran uygarlığı; binlerce yılın sağladığı birikimle, büyük bir olgunluğa, özgün bir inceliğe ve uyumlu bir bütünlüğe ulaşmıştır. Bu büyük uygarlık içinde; yazın, bilim, bilgelik, heykelcilik, resim, el sanatları, mimarlık ve kent planlaması alanlarında, dönem dönem çağını aşan yapıtlar üretildi. Ancak, İran’ı herhalde en çok öne çıkaran; siyaset, eğitim ve kamu yöneticiliği konularında sağlanan birikim olmuştur. Dünyanın büyük bölümü, ilkel bir gerilik içindeyken İran’da bu konularda son derece nitelikli uygulamalar yapılıyordu.


İranlılık


Dicle ve Fırat’tan İndus vadisine, Basra’dan Hazar Denizi’ne uzanan İran yaylası; binlerce yıl eskiye giden tarihi, zengin kültürü ve son derece çeşitli etnik yapısıyla, benzersiz bir uygarlığa beşiklik etmiştir. Orta Asya ve Hint kültürüyle iç içe geçerek oluşan, tek bir etkin unsura dayanmayan ve İranlılık olarak tanımlanan bu uygarlık; M.Ö.6 binden başlayan sekiz bin yıllık bir kültürel oluşumu kapsar.
Orta Asya’dan Batıya yönelen bitmek bilmez göçlerle gelen Türk boylarıyla, Batı Hindistan ve Kalde’den (Fırat Deltası ve Basra dolayları) gelen halkların oluşturduğu tarihsel kaynaşma, İranlılık kavramını başlangıçta yalnızca coğrafya anlamı olan bir tanım durumuna getirmişti. Din, dil, kültür ve toplumsal geleneklerle bütünleşen bir İranlılık, çatışma ve karmaşalarla dolu, uzun bir tarihsel evrim sonucunda ortaya çıkmıştır.
İran adı, üzerinde yaşayan değişik halkların dillerinde olduğu kadar, yabancıların, özellikle de Avrupalılar’ın dillerinde, ayrımlı anlamlar yüklenen bir sözcüktür. Örneğin Avrupalılar’ın İran ve ari sözcüğü üzerindeki görüş ve açıklamaları tümüyle yanlıştır.1
Bu sözcüğün köken olarak nereye dayandığını öğrenme çabası bile, tek başına, İran tarihinin ne denli eski, gizemli ve bilinmezliklerle yüklü olduğunu gösterecektir. Artık var olmayan onlarca (belki yüzlerce) yitik kültür bir yana bırakılsa bile, İranda bugün çoğunluğu oluşturan Farsiler yanında; Azeriler, Türkmenler, Kürtler, Araplar, Şii Lurlar, Bahtiyariler, Geluslar, Memesaniler, Afşarlar, Hamseler, Bahailer, Kaskarlar, Katolik Kaldeliler, Ermeniler, Yahudiler ve Zerdüştler yaşamaktadır.
Batılılar; bölgede yaşayanların İranlılık için kullandığı; Eron, Aryan, Aryane, İron, Ari, Ar, Ger gibi sözcükleri; Sanskritçe sadık, uysal, üstün, soylu anlamına gelen arya sözcüğünde birleştirdiler ve Hint-Avrupa adıyla yarattıkları kanıtlanmamış kuramsal bir dil kümesi içinde açıkladılar. İranlılığın kökenini Hindistan’la, ona bağlı olarak da Avrupa’yla ilişkilendirmek isteyen bu yaklaşım, Hint sözcüğünün sonuna, neye ve nasıl dayandığı belli olmayan bir Avrupa sözcüğü eklenerek yapılmaya çalışıldı.

İlk İranlılar

İlk İraniler, Güneybatı Orta Asya’nın dağlık bölgelerinden gelen Turanî Anzanit Türkleri’ydi.2 Anzanitler, Türkçe’nin Oğuz lehçesini konuşuyor, Türkçe adlar kullanıyorlardı. Adları saptanarak tarihe geçen ilk İran hükümdarları içinde Türkçe ad taşıyanlar vardı. Dara hükümdarlarından birinin adı Okus (Oğuz), diğerinin Kodaman’dı; Aryamanüs adıyla bilinen ünlü düşünürün gerçek adı Aryaman’dı.3
İran tarihiyle ilgili araştırmalar yapan Amerikalı arkeolog ve doğubilimci R.Pumpelly, İran’da yaptığı kazılarla; Sümerlerle Hazar’ın doğusundaki eski Orta Asya uygarlığı arasında yakın bir ilişki olduğunu ve İran’ın ilk kez Doğu’dan gelen bir halk tarafından yerleşime açıldığını ortaya koymuştur.4
Amerikalı arkeolog Prof.Wulsin, İran’ın Astarâbad bölgesinde yaptığı kazıda elde ettiği bulguları değerlendirmiş ve burada bulunan yapıtların, Kuzey İran’daki Damgan’da ve Türkistan’da bulunan yapıtlarla aynı özellikleri taşıdığını söylemiştir.5
Fransız Contenan’nun başlattığı, Alman Krishmann’ın bitirdiği Nihavent kazısı, Yakın Doğu uygarlığının Doğudan Batıya yayılış merkezini ortaya çıkarmış; İngiliz Sir Avrel Stein’in yaptığı araştırmalar da, “Hozistan ve Mezapotamya’nın ilk halkları ile Doğu İran halkı ve Kuzey Hint’in ilk yerleşikleri arasında güçlü bir bağlılık bulunduğunu” göstermiştir.6
Hint Uygarlığı ile ilgili araştırmalarıyla tanınan Alman arkeolog, mimar ve sanat tarihçisi Ernst Herzfeld Persepolis’te yaptığı kazılarda, M.Ö.3 bin yılına ait birçok tarım aleti ve bakırdan süs eşyaları buldu. Bu eşyalar, daha eski olan Orta Asya bulgularıyla hemen hemen aynıydı; eşyalar bu halkın hayvanları evcilleştirildiğini, buğday ve arpa ekip biçtiklerini ortaya koyuyordu.7

Göçler Tarihi

İran’ın 7 bin yıl önceye giden bilinen tarihi, Kuzeyden ve Doğudan hiç bitmeyecekmiş gibi görünen göçlerin ve yarattığı sonuçların tarihi gibidir. Başlangıcı tam olarak saptanamayacak denli eski olan ve M.S.14. yüzyıla dek süren Orta Asya göçlerine İran’da, M.Ö.3 binlerde Doğudan gelen İndus göçleri eklendi.
İranlılık olarak adlandırılan toplumsal yapı, bu göçler’in oluşturduğu iki ana etnik topluluk çevresinde oluştu. Her yeni gelen, daha önce gelenlerle önce çatışıp sonra kaynaşarak; siyasi örgütler ve ordular kurdu. Üretim tekniklerini geliştirerek ekonomik gelişme sağladılar ve parlak bir uygarlık yarattılar. Orta Asya kökenli Medler, İndus kökenli Persler, birbiri içine girerek, yarattıkları uygarlığı sürekli geliştirdiler ve İran’ı günümüze dek getirdiler.

Ön-İran Uygarlığı

Ön-İran uygarlığı; eriştiği düzey, kapsam ve nitelik olarak döneminin en ileri uygarlıklarından biridir. Bu uygarlık, yalnızca İran’ı değil, çevresindeki geniş bir bölgeyi de etkileyen, özgün bir kültür yaratmıştır.
Milattan 25 yüzyıl önce yaratılmış olan kırsal İran uygarlığında; teraslarla düzenlenmiş tarım alanları, akarsularla beslenen ovalar ve yeraltında su akışını sağlayan dehlizler yapılmış, çok eski dönemlerden başlayarak titizlikle hesaplanmış ileri bir nadas biçimi geliştirilmişti.
Hayvan kökenli gübre kullanımı bulunmuş, hayvancılığın gelişimi için, yem bitkileri yetiştiriciliği yaygınlaştırılmış, hayvan iyileştirmesi (ıslahı) yapılmış ve tüm bunlara bağlı olarak sürekli ve çeşitli ürün veren, bilimsel bir tarımcılık geliştirilmişti. 8

Dönemler

İran tarihini; Emleş, Hasanlu (Azerbeycan), Lüristan gibi Yerel Kültürler Dönemi (M.Ö.3 bin-M.Ö.7.yüzyıl); Med İmparatorluğu (İskit dahil) Dönemi (M.Ö.764-M.Ö.550); Pers İmparatorluğu (Akamanışlar) Dönemi (M.Ö.550-330); Büyük İskender (ve ardılları) Dönemi (M.Ö.330-255); Part İmparatorluğu Dönemi (M.Ö.255-M.S.224); Sasani Dönemi (M.S.224-651) ve 651’den günümüze dek süren Son Dönem olarak yedi döneme ayırabiliriz.
İran uygarlığı, son birkaç yüzyıl sayılmazsa, tüm dönemler boyunca kuşaktan kuşağa sürekli yenilenen ve her çağı etkilemiş olan evrensel niteliklere sahip bir uygarlıktır. İran uygarlığı; sayısız dil ve lehçe, yazı türleri, din ve inanç dizgeleri, etnik çeşitlilik ve bunların tümünün oluşturduğu kültürle, doğal bir etnografya müzesi gibidir.

Dil ve Yazı

İran’da tarih boyunca; Çivi, Zent ve Pehlevi yazı türleri ile; Zentçe, Persçe (Paraca), Pehlevice (Huzvareş ya da Züvarşen) ve Parsça’nın oluşturduğu diller kullanıldı. İran’a özgü bir din olan Zerdüştçülük’ün kutsal kitabı Avesta’nın yazıldığı Zentçe, Samî (Hz.Nuh’un oğlu Sam’dan türediğine inanılan ve Araplar, İbraniler, Habeşler’den oluşan beyaz ırk) kökenden gelen ve kendine özgü yazıya sahip bir dildi. Zentçe’nin konuşulup yazıldığı dönemde, İran’ın kuzeyinde ve batısında yaşayan halk ön-Türkçe konuşuyor ve Orta Asya’dan getirdikleri çivi yazısını kullanıyordu.9
Pers İmparatorluğu döneminde yapılan saray duvarları ve anıtlar üzerinde; Anzanit, Asuri, Farsi dillerinde yazıtlar vardır ve bunlardan Farsi olanlar çivi yazısıyla yazılmıştır. Pehlevice, Partlar’ın kullandığı bir dildir. Kendi içinde uyumsuzluklar olan bu dil, eski Farsi ’nin ortadan kalkmasından beş yüzyıl sonraya yani, 7.yüzyıldaki Sasaniler’e dek kullanıldı, daha sonra ortadan kalktı.
Onbirinci yüzyıla dek kullanılan ve günümüz Farsça’sına (Persan) yakın olan Parsça; Firdevsi’nin Şahnamesi’nden sonra hızlı bir gelişim göstererek kültür-edebiyat dili oldu. Bugün kullanılmakta olan Farsça bu dildir.10
Günümüz Farsça’sı, Firdevsi’ye ve 35 yıl uğraşarak yazdığı 60 bin beyitten oluşan Şahname’ye çok şey borçludur. Şahname; o dönemde eldeki hemen tüm belgeler, yazılı ve sözlü söylenceler, Pehlevi dilindeki Hudayname’nin tümü incelenerek yazılmıştır. Bu yapıt, Farsça’yı, yeni ve sağlam dilbilgisi (gramer) kurallarına kavuşturmakla kalmamış, eriştiği ün ve yaptığı etki nedeniyle Farsça’yı dönemin kültür ve yazın dili yapmıştır. Türk yazar ve şairler, Farsça yazmaya başlamışlar, bu kez Farsça’dan Türkçe’ye birçok sözcük girmiştir.

Dinler ve Mezhepler Ülkesi

Hindistan, Orta-Asya ve Mezopotamya’nın buluştuğu kavşakta yer alan İran; büyük-küçük, yeni-eski ya da etkili-etkisiz hemen tüm Asya dinlerini ve bu dinlerin sayısız mezhebini birlikte yaşatmış bir ülkedir. Yerel din Mazdeizm başta olmak üzere Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık ve diğer pek çok inanç dizgesi; İran’da, varlığını sürdürebileceği bir ortam bulmuştur.
Bu ülkede çok ve çeşitli inanç biçimi, öylesine iç içe geçmiş ve o denli birbirini etkilemiştir ki; dinler tarihinin henüz bilinmeyen, belki de hiç bilinmeyecek olan sorunlarının büyük bölümü bu ülkede yaşanmıştır. Fransız tarihçi J.Bricout’nun söylediği gibi; “dinler tarihinin hiçbir bölümünde kuşkular ve kararsızlıklar, İran dinlerinin incelenmesinde görüldüğü denli çok ve ağır olmamıştır.”11
İran tarihinin ilk döneminde geçerli Tanrı kavramı, eski Türkler’deki doğacı anlayışın dayandığı ve tek Tanrılılığı içeren Gök Tanrı kavramının hemen aynısıdır. Tanrı, göğün tüm çevresi ve evrenin yaratıcısıdır; giysisi gök kubbedir, kendisini doğanın her yerinde belli eder; varlığı, sonsuz ve mutlak olan nur ’dur; hem bu dünyanın, hem öbür dünyanın tek egemenidir. Bunlar çok eskiye giden Orta Asya inancının temel yaklaşımlarıdır.12
M.Ö.7.yüzyılda yaşayan Zerdüşt (Zeratuştra), Mazdeizm (Mazdisini) adı verilen dini geliştirdi ve görüşlerini Avesta adlı kitapta topladı. Kendinden önce geliştirilmiş olan Tanrının birliği kavramını genel olarak kabulleniyor ve siyaset de içeren görüşleriyle, Eski Grek ve Roma’ya dek geniş bir alanda tanınıp tartışılıyordu.
Ne kadarının ona ait olduğu tartışmalı olan Avesta’da, dinsel görüşlerinin yanısıra, örneğin yerleşik-göçebe ilişkisini ele alıyor ve göçebeleri “yerleşiklere sık sık saldıran, yerleşik düzene düşman ve yalan peşinde koşan zorbalar” olarak değerlendiriyordu.13
Zerdüştçülük’te, tapınma (ibadet) ve dinsel törenler çok basittir; basit olduğu için herhangi bir tapınak yapısına gereksinim duyulmaz. Yüksek tepelere ateşler yakılır ve hiç söndürülmez. Kutsal sayılan alevlerin Hürmüz’ü temsil ettiğine inanılır. Ateşe önem verilip saygı gösterilir, ancak ona tapınılmaz. Zerdüşçülük ateşe taparlık değildir. Esin kaynağı doğa olduğu için, doğa ve insana çok önem verilir.
Yeni yıl, ilkbaharın ilk günü olan Nevruz’la başlar ve bir bayram coşkusuyla karşılanır. Zerdüştçülüğe göre, “insanlar öldükten sonra yargılanacak” ve “dar bir köprüden (Karşılık Köprüsü-Çinvat Peretu) geçeceklerdir”; günahı olanlar, “cehenneme düşecek” orada Ehriman’ın “eziyetlerini çekeceklerdir”.
Antik Çağ dinlerinin en temiz ve insancıl’ı kabul edilen Zerdüştcülük’e inanan insanlar, tapınmalarına her zaman şu sözlerle başlardı: “Tüm iyi düşüncelere, tüm iyi sözlere ve tüm iyi işlere değer veririz; her iyi şeyi temiz olarak koruyacağız; görevimiz kötülüklere karşı çıkmaktır; toprağı tarıma açmak, oradaki kötü otları yok etmek, kötüye karşı çıkmak demektir; bu nedenle tarımla uğraşmak bir erdemdir...”14

Ortak Kültür

Orta Asya’dan Kalde’ye, Sümer’den Hindistan’a, Etiler’den Asurlular’a dek birçok kültürden pay alarak gelişen İran uygarlığı; binlerce yılın sağladığı birikimle, büyük bir olgunluğa, özgün bir inceliğe ve uyumlu bir bütünlüğe ulaşmıştır.
Bu büyük uygarlık içinde; yazın, bilim, bilgelik, yontuculuk (heykelcilik), resim, el sanatları, mimarlık ve kent planlaması alanlarında, dönem dönem çağını aşan yapıtlar üretildi. Ancak, İran’ı herhalde en çok öne çıkaran; siyaset, eğitim ve kamu yöneticiliği konularında sağlanan birikim olmuştur. Dünyanın büyük bölümü, ilkel bir gerilik içindeyken İran’da bu konularda son derece nitelikli uygulamalar yapılıyordu.
İran kültürünün kökenleri, M.Ö.3 binlere dek gitmektedir. Arkeolojik kazılarla elde edilen bulgular, İran’ın tarihi konusunda yön verici bilgileri ortaya çıkarmaya başlamıştır. Ayrıca, M.Ö.7.yüzyıla dek giden 27 yüzyıllık dönem, zaten İranlılarca yazıya dökülmüş durumdadır. Firdevsi’yle doruk noktasına varan yazılı belgeler, bu tarihi öğrenmek isteyenler için çok varsıl bir kaynaktır.
Kuzey, Kuzeydoğu ve Batı İran’da kazı yapan bilim adamları bu bölgelerde, kaynağı Aral gölüyle Altay dağları arasındaki bölge olan Orta Asya kültürünün ürünleriyle karşılaştılar ve bu kültürün İran’a yayılış yönlerini belirlediler.
Buluntular, Avrupa henüz Yontma Taş dönemini yaşarken İran’da, kuzeyden güneye inerek yayılan Bakır Çağı’na ulaşıldığını gösteriyordu.15 Kazıbilimciler, Cemdet-Nasr’da buğday ve altı sıralı arpa bulmuşlardı.16 Aynı buluntular, Kuzeydoğu İran’daki Anav’da yapılan kazıların en alt tabakalarında da bulunmuştu.
Ayrıca, İran’ın her yanında bulunan renkli keramikler, koyun ve uzun boynuzlu hayvan resimleri, bu hayvanların evcilleştirildiğini gösteriyordu. Keramikler, İran’da Orta-Asya’dan hemen sonra Bakır Çağı’na geçildiğinin göstergesiydi. Sus’ta bulunan keramiklerin daha gelişkinleri Zagros’taki Nehavend17 ve Kirmanşah’ta18, Güneyde Buşir’de19, Tahran yakınlarında20, Şiraz’da21 ve Keşan’da bulunmuştu.22

Devletleşme

Eski İran’daki ilk devlet örgütlerinin, küçük beylikler olarak Altay dağları eteklerinden gelenlerce kurulduğu, bugüne dek ele geçen yazılı tablet ve dikilitaşlardan (stel) anlaşılmıştır. Bunlar başlangıçta, bir yerleşim yeri (site) ve çevresindeki toprakları içeren küçük topluluklardı. Zamanla genişleyip devletleştiler.
İran’da ilk büyük devlet, M.Ö.2000’lerde Elam bölgesinde, bu topluluklardan biri olan Silhaha’lar tarafından kuruldu. Bu devlet, hanedan temeline dayanıyordu ancak federatif bir yapıya sahipti. Hanedanın en büyük ve güçlü kişisi, büyük hükümdar olarak tanınıyor, diğer beylikler ona bağlı olarak varlıklarını sürdürüyordu. Her beyin, ilerde büyük hükümdar olma şansı vardı ve bu şans tümüyle, iyi yetişme, yönetme yeteneği ve askeri yeterlilik ölçütlerine bağlanmıştı.23
Türk yönetim anlayışının Orta Asya’ya özgü bu biçimi, On-Ok’larda, Büyük Hun Devleti’nde, Tukyular’da, bunlarla aynı kökten inen İran Partlar’ında ve yüzlerce yıl sonra Selçuklular ve Osmanlılar’da, temel işleyişinde pek değişiklik yapılmadan kullanıldı.24 Bu devletler; egemenliği altına aldığı insanların inançlarına, yaşam biçimlerine, ekonomik etkinliklerine karışmadılar ve onların devlet organlarında görev almalarını engellemediler.

Persler ve Sasaniler

Bu yöntem ve anlayış, Persler ve Sasaniler’de de geçerli oldu. Akamaniş’lerden Pers Hükümdarı Darius, İmparator olunca yerel hanedanlıkları ortadan kaldırmadı. Onları; dil ve geleneklerini, dinlerini, yerel kurumlarını koruma ve kullanma yönünde özgür kıldı. Yahudiler buna dayanarak Kudüs’e döndüler ve tapınma yerlerini yeniden açtılar.25
Akamaniş dönemi, Asur ve Babil saldırganlığına karşın eski dünyanın en barışçı, adaletli ve özgür dönemi oldu. Pers Devleti, döneminin en güçlü ve düzenli gücü olarak, Pamir’den Akdeniz’e dek uzanan büyük bir coğrafyada, gerçek bir Doğu Konfederasyonu yaratmayı başardı.26
Akamaniş’lerde büyük hükümdar’ın yönetim yetkileri sınırsızdı ancak imparatorluğu oluşturan yedi büyük Pers ailesinin de, devlet işlerinde söz hakları vardı; bu ailelerin önderleri, büyük hükümdar’la bir araya gelir, ona danışmanlık yapardı. Görüşmelere, gerek görüldüğünde diğer yerel büyükler de çağrılır ve önemli devlet kararları, bir tür meclis olan bu geniş kurullarda alınırdı. Alınan kararlar eyaletlerde büyük hükümdar tarafından atanan ve sürekli olarak denetlenen valilerce (satrap) uygulanırdı.27

Yönetim Biçimi ve Hukuk

Yönetim düzeni, toplumsal yapıya uyum gösteren, gelişkin bir hukukla bütünleştirilmişti. Devlet başkanları, “ülkeyi iyi yönetmek” ve “yeryüzüne adaleti yaymak”’la yükümlüydüler. Bu iki yükümlülük, “sorumluluğu her zaman” taşınacak olan temel görevlerdi.
Büyük hükümdar, aynı zamanda büyük yargıç’tı. Hükümdarlar, devlete karşı işlenen suçları, kişisel olarak yargılama yetkileri vardı ancak hukuksal işleri atadıkları yargıçlara bırakıyorlardı. Atadıkları yargıçların, “hak ve adaletten ayrılmamalarına” büyük önem veriyor ve onları sıkı biçimde denetletiyorlardı.
Eyaletlerde valilerin, merkezde ise hükümdarların başkanlığında, bölgesel ve merkezi yüksek adalet divanları kurulmuştu. Bu divanlar, hem yargıçların verdiği kararları denetler hem de kendisine yapılan başvuruları karara bağlardı. Yargı kararlarında hukukun üstünlüğüne ve dürüstlüğe çok önem verilirdi. İmparator Kambis döneminde, bir yargıç rüşvet aldığı için ölüm cezasına çarptırılmış ve ders olsun diye, mahkemedeki koltuğu yüzülen derisiyle kaplamıştı.28
İran uygarlığının geliştirip yetkinleştirdiği yönetim anlayışı ve hukuksal işleyiş, gerek kendi döneminde gerekse sonraki dönemlerde başka uygarlıkları olumlu yönde etkiledi. Eski İran yaşamında geçerli olan erdemleri dile getiren Antik Grek kaynakları; işte ve tecimde (ticarette) dürüstlük, sözde doğruluk, ilişkilerde mertlik, duruluk gibi yüksek törel (ahlaki) ilkelerinin, İranlılar’ın genel davranışları olduğunu söyler.
Herkes, yüksek erdeme erişmek ve onu korumak zorundadır; kendisinin ve toplumun esenliğini korumak, “kötülük” ve “haksızlıklarla” savaşmak, her bireyin temel görevidir. I.Darius’un mezarına yazdırttığı şu sözler, Antik Çağ İran töresinin niteliğini gösterir: “Adaleti sevdim, yalandan nefret ettim. Yaşamım boyunca tek dileğim, yetime ya da dula karşı, hiçbir biçimde haksızlık yapılmaması oldu. Yalancıyı yeğinlikle (şiddetle) cezalandırdım, doğru söyleyeni, tarlasını süreni ödüllendirdim.”29
İran Uygarlığının, yönetim biçimi ve hukuksal işleyiş alanında ulaştığı düzey, kuşkusuz her alanda erişilen kültürel birikimin bir sonucuydu. Edebiyat (yazın) ve bilgelik (felsefe) başta olmak üzere, güzel sanatların hemen her alanında; gerek o dönemi gerekse geleceği etkileyen, düzeyli yapıt üretilmiştir. İran kültürünün; bilgelikten mimarlığa, yontudan resime, müzikten yazına dek, sanatın tüm dallarında, görülen düşünce zenginliği ve incelik, son derece etkileyicidir.

DİPNOTLAR

  1. Tarih I, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas.-2000, sf.164
  2. Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas.-1996, sf.275
  3. a.g.e. sf.274
  4. İran Tarihi” Ord.Prof. Şemsettin Günaltay, T.T.K. Bas., 1.Cilt, 2.Bas.-1987, sf.XVIII
  5. The Sculptures and Inseription of Darius The Great A New Collation of the Persion, Susian and Babylonian Texte with English Translations” Prof. Wulsin; ak. Şemsettin Günaltay, “İran Tarihi”, T.T.K. B., 2.Bas. sf.XVIII
  6. İran Tarihi” Prof.Ş.Günaltay, T.T.K. Bas., 1.Cilt, 2.Bas.-1987, sf.XVIII
  7. Amerikan Antropologist”, H.Field, XXXIV, 1932, sf.203–9; ak. Prof. Ş.Günaltay, T.T.K. Bas., 1.Cilt 2.Basım-1987, sf.8
  8. Büyük Larousse, Gelişim Yay., 10.Cilt, sf.5747
  9. Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım-1996, sf.280
  10. a.g.e. sf.281
  11. a.g.e. sf.284
  12. Ön–Türk Uygarlığı” Haluk Tarcan, Töre Yay.Grb, sf.155 ve “Tarih I, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas.-2000, sf.176
  13. Ana Britanica, Ana Yayıncılık A.Ş. 32 Cilt, sf.291
  14. Tarih I-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas. 2000, sf.177
  15. İran Tarihi”, Ord.Prof. M.Şemsettin Günaltay, T.T.K. Bas.-1987, sf.73
  16. Histoire de l’İran Antique” George G. Cameron, p. 28; ak.a.g.e. sf.73
  17. Contenau et Ghirshman, Syria, XIV, e 1933, 1-11; ak. a.g.e. sf.73
  18. De Macqoenem Men XX, 126; ak. a.g.e. sf.73
  19. Pezard, Men XV 13–19; ak. a.g.e. sf.73
  20. De Macqoenem Men XX, 115-125; ak. a.g.e. sf.73
  21. American Journal et Simitic Languages and Literatuies”, LI 1934-35, 208 H.Field; ak, a.g.e. sf.74
  22. Illustrated”, A.U.Pope 1934, 1005; ak. a.g.e. sf.74
  23. İran Tarihi” Prof.Ş.Günaltay, T.T.K. Yay.–1987, sf.75-76
  24. a.g.e. sf.76
  25. Yahudi Peygamber Azra, V, 2. ak; a.g.e. sf.170
  26. İran Tarihi” Prof.Ş.Günaltay, T.T.K. Yay.-1987, sf.262
  27. a.g.e. sf.263
  28. Herodotos, III3; ak, Prof. Ş.Günaltay, T.T.K. Yay.-1987, sf.264
  29. Davson of Conscience”, Breasted, ak; a.g.e. sf.304

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder