22 Ekim 2014 Çarşamba

TÜRK TARİHİNDE DEVLET


Dünya tarihinde, Türkler kadar çok ve çeşitli devlet kurmuş bir başka ulusun olmadığı, bugün artık herkesin kabul ettiği kanıtlanmış bir gerçektir. Her dönemde ve sürekli biçimde, dünyanın çok geniş alanlarına yayılan Türkler, yaşadıkları her yerde; büyük-küçük, etkili-etkisiz, kalıcı-geçici o denli çok ve değişik devlet kurmuşlardır ki, Türk tarihi bir anlamda devlet kurmanın tarihi durumuna gelmiştir. Uzun dönemler boyunca çatışmışlar, yenmişler, yenilmişler; güçlenmiş ya da güç yitirmişler; başka toplumları eritmiş ya da onlar içinde erimişler ancak hiçbir zaman devletsiz kalmamışlardır.


Devlet

Dünya tarihi bir anlamda; kurulan, genişleyen ve yok olan devletlerin tarihidir. Tarım ve iş araçlarını bularak yerleşik yaşama geçen insanlar, oluşmakta olan toplumsal yaşamı düzene sokmak, geliştirmek ve korumak için; kural koyan, koyduğu kuralı uygulatan bir güce gereksinim duydu. Devlet, bu gereksinim sonucu ortaya çıktı.
Başlangıçta toplumu oluşturanların tümünü temsil ediyor ve insanlar onda kendilerini buluyordu. Ancak, gelişen toplumsal ayrışma sonucu devlet, zamanla güçlü olanların yön verdiği bir örgüte dönüştü; siyasi, hukuksal ve askeri alanda geliştirilen yapılarla birlikte günümüze dek geldi.
Bugüne dek, kapsam ve niteliği bilinen ya da tarihin derinliklerinde yitip giden çok sayıda devlet kuruldu. Egemenlik bölgelerinde, dönemlerine olduğu kadar geleceğe de yön veren bu örgütler, tarih yapan insan eyleminin ve onun yarattığı toplumsal düzenlerin belirleyici öğeleri oldu.
Devleti kurmak, onu güçlendirmek ve bu gücü toplumsal değer yaratacak biçimde kalıcı kılmak, gelişmenin ve uygarlaşmanın ölçütüydü. Bunu başaran toplumlar ayakta kaldılar, yapamayanlar varlıklarını sürdüremediler.
Ayakta kalmak için, toplumsal düzenin ve onun somut ürünü olan devletin güçlü olması gerekiyordu. Tarih boyunca; devletin biçimi, işleyişi ve temsil yeteneği değişti ancak güce dayanan temel işlevi değişmedi. Devlet kuran toplumlar güçlenip geliştiler ya da bir başka deyişle, gelişkin toplumlar güçlü devletler kurup uzun süre ayakta kaldılar.

Batı ve Doğu Toplumlarında Devlet

Gelenekleri değişik olan Batı ve Doğu toplumlarında; devletin ortaya çıkışı, işleyişi ve niteliği konusunda da değişik gelişim süreçleri yaşandı. Batıda devlet, köleciliğe dayalı üretim ilişkileriyle birlikte ortaya çıktı. İnsanın; kendisine, doğaya ve insanlara yabancılaşmasının ilk evresi olan bu dönemde devletin amacı; “köle sahiplerini korumak, bunun için de köleleri baskı altına almak” tı.1
Bu amaç, güç ve şiddet’in kaçınılmaz olarak ve daha işin başında, üstelik yoğun biçimde, devlete yerleşmesine neden oldu ve Batılı devletlerin niteliğini belirledi. Bu devlet önce, içinden çıktığı topluma şiddet uyguladı.
Doğu toplumlarında, özellikle de Türk toplumunda devletin ortaya çıkışı, amacı ve işleyişi; değişik koşullarda, değişik önceliklerle oldu.
Devletin oluşturduğu güç, şiddet aracı olarak, içe değil, boyun ya da kavmin haklarını korumak için dışa karşı kullanıldı; toplumun tümünün genel çıkarlarını savundu. Öncelikler arasındaki ayrım, Batı ve Doğu toplumlarında, devletin yapılanması ve işleyişi konusunda gözle görülür bir başkalığı ortaya çıkardı. Batıda; kişi, küme ya da sınıf çıkarı öne çıkarken, Doğuda toplumun genel çıkarını amaç edinen kamucu bir yönetim anlayışı devlete egemen oldu.

Devlet Kurma Becerisi

Dünya tarihinde, Türkler kadar çok ve çeşitli devlet kurmuş bir başka ulusun olmadığı, bugün artık herkesin kabul ettiği kanıtlanmış bir gerçektir. Her dönemde ve sürekli biçimde, dünyanın çok geniş alanlarına yayılan Türkler, yaşadıkları her yerde; büyük-küçük, etkili-etkisiz, kalıcı-geçici o denli çok ve değişik devlet kurmuşlardır ki, Türk tarihi bir anlamda devlet kurmanın tarihi durumuna gelmiştir.
Uzun dönemler boyunca çatışmışlar, yenmişler, yenilmişler; güçlenmiş ya da güç yitirmişler; başka toplumları eritmiş ya da onlar içinde erimişler ancak hiçbir zaman devletsiz kalmamışlardır.
Tarihin değişik dönemlerinde başka uluslar da güçlü devletler kurmuşlar ancak bunlardan hiçbiri bu işi Türkler kadar, çok yönlü, yaygın ve sürekli biçimde yapamamıştır. Macar tarihçi L. Ligeti Türkler’in devlet kurma yeteneği konusunda şunları söylemiştir: “Türk kavmi yayılmacı bir asker kavimdir. Ve bu işin tam eri ve en mükemmel örneğidir. Örgütlü gücüne, devlet kurma yeteneğine ne kadar hayran kalsak azdır.2

İlk Devlet

Kazım Mirşan, insanlık tarihinde devlet sayılabilecek ilk siyasi yapılanmanın On Federasyonu adıyla Türkler tarafından oluşturulduğunu ve kesin tarih verilememekle birlikte en az M.Ö.8 binlere dek gittiğini söylemektedir. İskandinavya’da bulunan ve yaşı M.Ö.4140 olarak belirlenen kemik yazıtlarında On Federasyonu’ndan söz edilmekte ve bu oluşumun çok daha eskiye gittiği anlaşılmaktadır.3
Mirşan, On Federasyonu’ndan sonra tarihi belirlenen İkinci Türk devletinin M.Ö.16.yüzyılda (1517) de kurulan Bir-Oy-Bil üçüncü devletin de M.Ö.6.yüzyılda (522) kurulan At-Oy-Bil olduğunu, bu devletlere ait tarihlerin M.Ö.522-519’da dikilen yazılı anıtların okunmasıyla ortaya çıktığını açıklamıştır.4
On Federasyonu, Bir-Oy-Bil ve At-Oy-Bil’den sonra kurulan Türk devleti Asya Hun İmparatorluğu’dur. Ötüken çevresi merkez olmak üzere ortaya çıkan bu devletin kuruluş tarihi kesin olarak saptanamamıştır. Bu tarihi M.Ö.8.yüzyıla dek götüren tarihçiler olmakla birlikte, ilk tarihsel belge M.Ö.318 tarihinde Çin’le yapılmış olan bir antlaşma metnidir.5
Çinliler’in Hyungnu, Avrupalılar’ın Hun adını verdiği Türkler’in kurduğu İmparatorluk, Çin’in kuzeyinden Hazar Denizi’ne dek çok geniş bir alanı kaplıyordu. Devlet başkanlarına tanrıkut unvanı verilen bu devlet, kendisinden öncekiler gibi; boylar, kabileler ve hanlıklardan oluşan bir federasyon örgütlenmesiydi.

Hunlar

Asya Hunları’nda, tanrıkut’un buyrukları yani merkezi gücün kararları, özellikle savaş dönemlerinde kesindi. Ancak, olağan dönemlerde imparatorluğu oluşturan unsurların, iç işlerinde göreceli bir özgürlüğü vardı. M.Ö.209-174 arasında hükümdarlık yapan Mete döneminde, İmparatorluk en güçlü dönemini yaşamış ve yalnızca bu dönemde çok sayıda boy devleti imparatorluğa katılmıştı.
Hunlar, geniş bir alanda sağladıkları denge ve geliştirdikleri ticaret nedeniyle varsıllaşıp güçlenmişler ve Yarkent, Hotan, Kuca, Karaşar, Turfan, Kaşgar gibi Türk kentleri dönemin ileri uygarlık merkezleri olmuştu. Buralarda halı, kilim, keçe gibi dokuma; altın, gümüş, demir gibi maden işlemeciliği; inşaatçılık, ev eşyası üretimi, oymacılık gibi ahşap işçiliği, gelişkin birer sanayi kolu durumuna gelmişti.
Alma-Ata ’nın 50 km. doğusundaki Eşik kazılarında ortaya çıkarılan altın giysi ve altın plaklar, Altay Dağları eteklerindeki Pazırık mezar kazısında (kurgan) bulunan dört tekerlekli araba ve Baykal Gölü kenarındaki Noyun Ula kazısında bulunan yüksek işçilikli ahşap tabut, üç ayaklı masa ve ev gereçleri Hun sanatının düzeyini gösteren incelikli örneklerdir.
M.Ö.Birinci yüzyıldan başlamak üzere beylikler arasındaki çekişmeler sonucunda güç yitiren Asya Hun İmparatorluğu, önce Kuzey-Güney diye bölündü, bölünme dışında kalanlar Batıya yönelerek Batı Hun İmparatorluğunu kurdular. Güney Hun, M.S.216 yılında Çinliler tarafından yıkıldı, Kuzey Hunları ise M.S.6.yüzyıla dek varlığını korudu. 6

İskitler

Bir-Oy-Bil Devleti ile Asya Hun İmparatorluğu’nun ortaya çıktığı dönem arasında, Karadeniz ve Hazar’ın kuzeyinde Aral’a dek uzanan İskit (Saka) İmparatorluğu kuruldu. Tarihçilerin M.Ö.12.yüzyıl ile 8.yüzyıl arasında kuruluş tarihi verdikleri bu İmparatorluk, Kırım’daki son parçası Kırım İskit Devleti’nin yıkıldığı M.S.2.yüzyıla dek süren, ortalama 1200 yıllık bir siyasi birlik gerçekleştirdi.
Karadeniz ve Hazar’ın kuzeyine Orta Asya’dan gelen İskitler, buraya, en parlak dönemine M.Ö.6-4.yüzyıllarda ulaşan bir uygarlık getirdiler. Uygarlıkları, Altay ve Tanrı Dağı kültürüne dayanıyor7 ve dönemin en gelişkin sanat-sanayi ürünlerini içeriyordu. Madencilikte çok başarılı ve gelişkindiler.
Moğolistan ve Rusya sınırındaki Pazarcık, Ukrayna’da Çertomlıyk, Macaristan’daki Zöldhalompuszta’da bulunan mezarlarda ele geçen; kumaş, deri, kürk, keçe giysiler; inci ve altın işlenmiş koşum takımları, altın hayvan yontuları (heykelleri) Orta Asya sanatının en ileri örnekleriydi.
M.Ö.4.yüzyıldan sonra güç yitirerek yönetim düzeni bozulan İskitler, önce Doğudan gelen Sarmatlar’la karşılaştı daha sonra aynı kökenli Traklar ve Roksolanlar içinde eridiler ancak etkili bir kültürel kalıt (miras) bıraktılar ve M.S.2.yüzyılda tarih sahnesinden çekildiler.8

Göktürkler

Göktürk Devleti M.S.552 yılında, Tanrı Dağları’yla Orhun Havzası arasındaki Ötüken bölgesinde ortaya çıktı ve kısa sürede hemen tüm Orta Asya boylarını birleştirerek büyük bir İmparatorluk kurdu. Sınırları Asya Hun İmparatorluğu kadar genişti ve hemen aynısıyla onun egemenlik kurduğu alanlar üzerine oturuyordu.
Özgür ve katılımcı bir yönetim biçimi geliştirmişler; bilim, sanat ve ticarette büyük bir varsıllığa ulaşmışlardı. Çinlilerin Takyu (Türk kelimesinin Çince söylenişi) adını verdiği ve Batılı tarihçilerin de (Göktürkleri diğer Türk devletlerinden ayırmak amacıyla olacak) bu adla andıkları Göktürk Devleti, bıraktığı Orhun yazıtları’yla Türk tarihinde özel bir öneme sahiptir. Göktürk Devleti’nin Türk tarihi için önem taşıyan bir başka özellik, olumsuzluk içerir ve dış karışmanın iç siyaset üzerinde yaptığı yıkıcı etkiye ilk büyük örneği oluşturur.
Göktürkler’de M.S.572’de hakan olan Tapo, Hazar’dan Japon Denizi’ne dek uzanan yaklaşık 14 milyon kilometrekarelik bu büyük ülkeyi yönetim kolaylığı sağlamak ve iç yönetim birimleri halinde güçlenmek düşüncesiyle ikiye ayırdı. İmparatorluk anlayışıyla bağdaşmayan ve Türk devlet gelenekleriyle uyumsuzluk içeren bu uygulama, Çin’in, ülkesi dışında kargaşa ve iç çatışma çıkarma politikasıyla birleşince, yeni yönetim yapılanması adına yapılan bu girişim, parçalanma ve dağılmanın aracı durumuna geldi. Yeni yapılanma’dan altmış yıl sonra Doğu (630), doksan yıl sonra da (659) Batı Göktürk Devleti yıkıldı.
Devletsiz kalarak Çin’in denetimi altına giren Göktürk halkı, kısa bir süre sonra ayaklandı ve 682’de Göktürk Devleti’ni yeniden kurdu. Kurucu önderin adından esinlenerek, Kutluk Devleti de denilen son Göktürk Devleti, M.S.745’e dek varlığını sürdürdü.9

Göktürk Uygarlığı

Göktürkler; tarım, tecim, kentleşme, sanat yapıları ve bilim alanında gerçekleştirdikleri ilerlemeyle gelişkin bir uygarlık yarattılar. Devlet biçiminin yön verdiği toplumsal düzen, o dönemin en gelişkin toplumunu ortaya çıkarmıştı. Yönetim biçimi, askeri yapılanma, bilim ve eğitimin örgütlenmesi konularında sağlanan gelişme, yalnızca dönemine değil, geleceğe de örnek oluşturacak nitelikteydi.
Göktürkler devlet yönetiminde katılımcı uygulamalar geliştirdiler, okullar açtılar, tarım ve sanayi üretimini çeşitlendirdiler. İpek Yolu’nu denetim ve güvenlik altına alarak ticareti geliştirdiler ve büyük bir varsıllık yarattılar. Bu varsıllık Kül Tigin yazıtlarında şöyle dile getirilmişti: “O zamanda, uşakların bile uşakları, hizmetçilerin bile hizmetçileri olmuştu.”10
Göktürkler’in bıraktığı gelişkin bir edebiyat diliyle yazılmış olan anıtsal yazıtlar, döneme ait bilgileri günümüze ulaştıran çok değerli belgelerdir. Eski Türk abecesiyle (alfabesiyle) yazılan Orhun ve Yenisey yazıtları, iyi işlenmiş bir yazı diline sahiptir ve kimi değişikliklerle Türkiye Türkçesinde hala yaşamaktadır.
Bilge Kagan, Tanyukuk ve Kül Tigin yazıtları, Göktürk yazılı edebiyatının örnekleri olduğu kadar; toplum düzenini, yönetim işleyişini, uluslararası ilişkileri ve kültürel öncelikleri açıklayan belgelerdir. Yazıtlar; Doğu Göktürk Devleti’nin Çin tarafından içten çökertilmesini, tutsaklık dönemi acılarını, kimi yöneticilerin halka ihanetini, yabancılaşmayı, kurtuluşu ve yeni kuruluşu anlatırlar.
Anlatımlarda, devlete ve Türk ulusuna duyulan güven dikkat çekicidir. Şunlar söylenir: “Dişliye diz çöktürdük, başlıya baş eğdirdik... Savaştık ve her şeyi yeniden elde ettik... Babalarımızın, dedelerimizin kazanmış olduğu halkın adı sanı, yok olmasın diye... Ölesiye çalıştım... Ey Türk Oğuz beyleri, ey millet, dinleyin. Üstte gök çökmezse, altta yer delinmezse, ülkeni ve devletini artık kim bozabilir.”11
Kudirge, Kuray, Gökbulak ve Işık-kul kazılarında ele geçirilen değişik yapıtlar, dönemin en gelişkin örnekleridir. Altın, gümüş ve demirden kemerler, kumaş ve aynalar, taş ve mermer yontular, ıslık sesi çıkaran oklar, kullanışlı olduğu kadar süslü vücut zırhları, altın kabartmalar v.b., bu kazılarda bulunan son derece gelişkin ürünlerdi. Tuva bölgesinde bulunan sekizgen planlı tapınak, türünün en çarpıcı örneklerinden biridir. Türk yontu sanatının özgün yapıtları olan balballar’ın en çoğu ve en nitelikli olanları, Göktürkler’den kalmış olanlardır.12
Tarihe yaptıkları etki kadar sayıları da çok olan Türk devletlerini, birbirini etkileyen süreçler halinde ve tarihsel bütünlük içinde incelemek başlı başına ele alınması gereken güç bir konudur. Türkler, kendi toplumlarını yöneten devletlerden ayrı olarak, başka toplumları da, üstelik uzun süre yöneten çok sayıda devlet kurmuşlardır.

Yönetimde Katılımcılık

7.Yüzyıldan sonra kurulan Türk devletlerinde yönetim işlerine, nitelikli yöneticilerin yanı sıra onların koruma altına aldığı düşünürler ve yetiştirdikleri öğrencileri de katıldılar. Bu durum, Türk yönetim geleneğinde var olan katılımcılığı, etnik ve dinsel hoşgörüyü daha da geliştirdi.
Devlet, evrensel değerlere sahip, geniş düşünceli, aydın insanlar tarafından yönetildi. Birçok yörede Türk olmayan halk, toplumsal yaşamda denge sağlayan, geleneklerine ve inancına baskı uygulamayan Türk yönetimini isteyerek kabullendi. Barışçı bir ortamda, onlar Türkler’i, Türkler de onları etkiledi ve bu etkileşim o dönemde dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir uygarlık geliştirildi. Hindistan’dan Avrupa’nın ortalarına dek genişleyecek olan Türk devletleri bu birikim üzerinde gelişip güçlendiler.

Türk Devletlerinde Öne Çıkanlar

Erken Türk devletleri On Federasyonu, Bir-Oy-Bil, At-Oy-Bil ile Asya Hun İmparatorluğu, İskit İmparatorluğu ve Göktürk İmparatorluğu’ndan başka kurulmuş olan Türk devletleri (benim saptayabildiğim) yalnızca isim ve tarih olarak şunlardır: Batı Hun İmparatorluğu (M.S.100-376), Asya Avar İmparatorluğu (yaklaşık M.S.250-552), Avrupa Hun İmparatorluğu (375-453), Avrupa Avar İmparatorluğu (565-835); Çin’de kurulan Topa Türk Devleti (386-557) ve Şato Türk Devleti (884-951); Hindistan’da kurulan Gazneli Devleti (1001-1148), Türk-Hint Kölemen Devleti (1206-1290), Kılciler (1290-1320), Tuğluklar (1320-1388), Seyitler ve Lodiler (1388-1527), Babür Devleti (Türk-Hint İmparatorluğu) (1527-1857); Orta ve Batı Asya’da kurulan Akhunlar (420-557), Türkeşler (690-766), Karluklar (760-932), Oğuz Devleti (Dokuz Oğuzlar) (646-790), Hazar Türk İmparatorluğu (602-1016), Bulgarlar (yaklaşık 550-1237), Uygur Devleti (745-1368), Peçenekler (yaklaşık 872-1091), Kıpçaklar (yaklaşık 1076-1210), Kırgız Devleti (840-920), Samanoğulları Devleti (874-999), Karahanlılar Devleti (840-1211), Kara Hitaylar (1125-1218), Büyük Selçuklu İmparatorluğu (1038-1194), Anadolu Selçuklu Devleti (1077-1308), Harzemşahlılar Devleti (1077-1231), Karakoyunlular Devleti (1375-1468), Akkoyunlular Devleti (1402-1502), Timur İmparatorluğu (1368-1501), Osmanlı İmparatorluğu (1299-1922).13

Günümüzdekiler

Varlıklarını yitirmiş olan bu devletlerden ayrı olarak günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan, Azerbeycan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bugün yaşamakta olan diğer Türk devletleridir.
Geçmişte kalan ya da günümüzde varlığını sürdürmekte olan bu devletlerin sayısı ve kapsamı, okuyucuya Türkler’in devlet kurma yeteneği konusunda açık bir fikir verecektir.
Ancak, yukarda belirtilen devletler ve bunların oluşturacağı birikim, bu eylemin tarihsel boyutunu gerçek anlamda yansıtmada yeterli olmayacaktır. Çünkü Türkler, kendilerine ait olan bu devletlerden ayrı olarak tarihe başka milletler adına kaydedilmiş olan birçok devletin kuruluşunda yer almışlar ve bunların gelişip güçlenmesine belirleyici biçimde yön vermişlerdir.

Yeterince Bilinmeyenler

Anadolu’nun ilk uygarlıklarından olan ve Troas bölgesinde (Çanakkale civarı) kurulan Truva Devleti’nin bir Türk Devleti olduğu, tarihçilerin eskiden beri ileri sürdükleri bir görüştür. Bunlardan biri, 14.yüzyıl tarihçilerinden Venedikli Andren Dandolo, Türkler’in anayurdunun “Hazar Denizi’nin arkası” olduğu, “Yunanlılara yenilen Troyalılar’ın oraya geri gittiklerini” ileri sürer ve Türkler’i “Troyalılar’ın torunları olduğu için”, Avrupa’nın “iç düşmanı” sayar.
Dandolo, Troyalılar’ın Türklüğü konusunda şunları söyler: “Türkler’in yurdu Hazar Denizi’nin doğusunda yer alır. Kökenleri Trova’nın baş kralı olan Troilus’un oğlu Türk’e kadar uzanır. Bilindiği gibi Troilus kentinin (Yunanlılarca y.n.) elegeçirilmesinden sonra birçok Truvalıyı arkasına alıp bu bölgeye gitmişti.”14
Bazı tarihçiler ise Truvalılar’ı, hem Türklerin hem de Romalıların atası kabul eder.15 Katalonyalı Pero Tafur, İstanbul’un fethi nedeniyle “Türkler elbette Truva’nın öcünü alacaklardı”16 der. Benzer bir yorum Yunan tarihi kayıtlarında, İstanbul’un fethi kastedilerek, “Türkler Yunanlılar’a Truva’da yaptıklarını ödettiler” biçiminde yer aldı.17
Yunanlı tarihçi Mikhail Apostolis, kitaplarında “Türk” sözcüğünü “Törk” olarak değiştirir ve İstanbul’un düşmesiyle “Truvalılar’ın hiç kuşku duyulmayacak biçimde geri döndüğünü” söyler.18
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonra Troya kenti yıkıntılarına gider ve orada şunları söyler: “Allah uzun yıllar sonra bu kent ve sakinlerinin intikamını almayı bana bahşetti... Geçmişte buraları Yunanlılar, Makedonyalılar, Teselyalılar, Pelopenezlilerce kırılıp geçirilmişti; aradan bunca zaman geçtikten sonra, bunların o dönemde ve sonrasında sık sık haksızlık ve zulum yaptıkları Asyalılar’ın öcünü, onların torunlarını cezalandırarak aldım.”19
Benzer söylemleri, 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da Atatürk de söyler ve Yunan ordusunu yendiğinde, “Troya’nın intikamını aldık” der.20

Türk Olmayan” Türk Devletleri

Troya üzerinde bu denli durulmasının nedeni, tarihin eski dönemlerinde yer alan ve Türklerle herhangi bir ilişkisinin olamayacağı sanılan bir konuda bile, karşımıza umulmayacak biçimde Türkler’in çıkmasıdır. Tarih iyi incelenirse; konu devlet ve uygarlık kurma, geliştirme ve yaymaya geldiğinde, Türkler’le karşılaşmamanın neredeyse olanaksız olduğu görülecektir.
Örneğin, Cengiz Han’ın kurduğu devlet tarihe Moğol İmparatorluğu olarak geçti. Ancak, Moğol İmparatorluk ordusunun yüzde 90’ı Türk unsurlardan oluşuyordu.21 En güçlü Arap devletlerinden Abbasi İmparatorluğu’nda durum pek ayrımlı değildi.22 M.S.868-905 yılları arasında Suriye ve Mısır’da egemenlik kuran Tolunoğulları, 935-965 arasında yaşayan Akşit Devleti ile 1250’den 1517’ye dek Mısır’a egemen olan Memlük (Kölemen) Devleti’ni, Eyyubiler tarafından tutsak edilen Türk askerler kurmuştu.23
Tolunoğulları Devleti’ni kuranlar Dokuz Oğuz Türklerinden Tolon’un oğlu köle komutan Ahmet’ti.24 Tarihçilerin bir İran devleti saydığı Safevi Devleti’ni (1501-1732) Türkmenlere dayanarak kuran Şah İsmail bir Türktü ve hanedanlığının kullandığı dil Türkçeydi.25
Osmanlılar, devleti geliştirip güçlendirme konusunda daha değişik bir yöntem izlemişler, devletin asker ve bürokrat gereksinimini, Hıristiyan çocuklarını devşirip, onları dilediği biçimde eğiterek karşılamışlardı.26

Koşulların Yarattığı Gelenek

Türkler’in devlet kurma’da somutlanan örgütlenme becerisi, içinde yaşadıkları maddi koşulların ve dünyanın büyük bölümüne ulaşan göç eyleminin kazandırdığı (kazandırmak zorunda olduğu) bir yetenektir.
Göçebelik diye hor görülen ve uygarlıktan yoksunluk göstergesi sayılan mevsimlik yer değiştirmelerle, büyük göç olayları birbirinden çok ayrı eylemlerdir. Dünyadaki tüm toplumlar, aynı Türkler gibi, hayvancılık dönemi’nden geçmişler ve değişik sürelerle göçebe olarak yaşamışlardır. Ancak, hiçbir toplum Türkler kadar dünyaya yayılan, onu etkileyen, geniş kapsamlı ve büyük göç olayları gerçekleştirememiştir.
İklim ya da başka doğasal olaylar, bir zamanlar yaşama son derece elverişli Orta Asya’yı çölleştirmiş ve Türkler’i anayurtları olan bu topraklardan ayrılmaya zorlamıştır. Bu ayrılış; son bireyine, araç ve hayvanına, ev gereçlerine, üretim araçlarına dek, bir boyun, kavmin ya da ulusun, tüm varlığıyla bir başka yere gitmesidir. Bu gerçekleştirilmesi çok güç ve çekinceli bir iştir.
Çekincelerle (tehlikelerle) dolu uzun yollardan bilinmez yerlere gitmek, oralarda dağılıp parçalanmadan varlığını korumak, yitip gitmemek ancak ve yalnızca güçlü olmak, dayanışma içinde bulunmak ve iyi örgütlenmekle olanaklıdır. Bu ise; üretim teknikleri, askeri teknoloji ve toplumsal disiplin alanlarında; gidilen yerlerden daha ileri olmayı, değişimciliği ve yenilikçiliği gerekli kılar. Bu gereklilik, örgütlenme yeteneğini ve çevreye uyum becerisini geliştirir, güçlü olmayı zorunlu kılar.

Devlet Kurma Uzmanları

Türkler, bu beceriyi kazandıkları oranda, kimliklerini koruyup başka topluluklar içinde varlıklarını sürdürmüşler; başaramadıkları oranda, eriyip yok olmuşlardır. Yokolmaya her zaman açık olan göç eylemi, özgürlüklerine düşkün Türkler’i, bunu korumanın zorunlu koşulu olarak, devlet kurmanın ve onu güçlü kılmanın uzmanları durumuna getirmiştir.
Onlar için, ayakta kalmanın ve varlıklarını sürdürebilmenin başka bir yolu olamazdı. Nitekim Türk tarihindeki tüm yükseliş ya da çöküş süreçleri, devletin güçlenme ya da güçsüzleşme dönemleriyle birlikte ortaya çıkmıştır.
Göçler nedeniyle olağanüstü önem kazanan devlet ve ordu, binlerce yıl bu eylem içinde olan Türkler için, yaşamlarıyla bütünleştirdikleri kutsal varlıklardır. Bu varlığa bağlılık, toplumsal kimliğin vazgeçilmez öğesidir. Ortak iradeyi oluşturan değerler düzeninin en üstünde yer alan ve geçmişten gelerek toplumsal bir gelenek biçiminde etkisini bugün de sürdüren bu bağlılık, Türk toplumlarına özgüdür ve tarihsel bir ayrıcalık durumundadır. Batıda kölecilik’le başlayan devlet, toplumu oluşturan insanların büyük bir bölümünü (köleleri ve köylüleri) şiddetle ezen bir gücü temsil ederken, Türkler’de millet (budun) varlığını koruyan, toplumun tümünü temsil eden, kamusal bir örgüt olarak ortaya çıkmıştır.

DİPNOTLAR


  1. Toplumbilim Sözlüğü” O.Hançerlioğlu, Remzi Kit., 1986, sf.94
  2. Bilinmeyen İç Asya” L.Ligeti, Atatürk Kül.Dil ve Tar. Yük. Kur., Türk Dil Kur.Yay., Ankara 1986, sf.34
  3. Erken Türk Devletleri ve Türük Bil” K.Mirşan MMB–1999, sf.32
  4. a.g.e. sf.32–33
  5. Büyük Larousse, Gelişim Yay., 9.Cilt, sf.5423
  6. Tarih I–Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.64–65
  7. Büyük Larousse, Gelişim Yay., 10.Cilt, sf.5794
  8. a.g.e. sf.5793
  9. Tarih II–Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.46
  10. Osmanlı Toplumsal Düzeni” Prof.Dr.Taner Timur, İmge Yay., 3.Baskı 1994, sf.43
  11. Unpublished Translation” Prof. Reşit Rahmetî Arat, sf.661
  12. Büyük Larousse, Gelişim Yay., 8.Cilt, sf.4680
  13. http : // www. cankaya.gov.tr / fars.htm – “Türk Tarihinin Ana hatları” Kaynak Yay., sf.371–491–“Tarih II” Kaynak Yay., sf.37–64 ve Büyük Larousse Gelişim Yay.
  14. Chronica Per Extensum Descripta” ın E.Pastorelle (-d) Rerum Halicarum Scriptores, Cilt XII, Botonya 1932, ak. S.Yerasimos “Türkler” Doruk Yay., 2002, sf.22
  15. Hınerario de la Gran Militia ala Pavese” in Histories des Croisades, Cilt V. Sf. 658, ak., a.g.e. sf.23
  16. Andanus e viajes de Fero Tafur por diversas parkes del mundo avido” Madrit, 1874, sf.168, a.g.e. sf.23
  17. Historia Turcorum f 60d., Khronikon peri ton Tourken Soultanon Kata ton Ververinon ellenikon kodhika” III, Atina 1957; ak. a.g.e. sf.23
  18. History of Mehmet the Conqueror by Kritovoulos,” ak. a.g.e. sf.23
  19. Türkler” Stéphane Yerasimos, Doruk yay., 2002, sf.23
  20. Prof.Fahri Işık, “Avrupa’nın İnanası Gelmiyor”, Oktay Ekinci, Cumhuriyet 10.12.2002
  21. Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas., 1996, sf.109
  22. Büyük Larousse” İletişim Yay., 1.Cilt, sf.13
  23. a.g.e. 13.Cilt, sf.7987
  24. Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay., 1995, 1.Cilt, sf.1324
  25. a.g.e. 16.Cilt, sf.10034
  26. a.g.e. 5.Cilt, sf.3117

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder