14 Temmuz 2014 Pazartesi

ESKİ TÜRKLERDE DİN


Türkler, akla dayalı özgürlükçü yaklaşımları nedeniyle, hiçbir dönemde dinsel bağnazlığın etkisine girmemişler, dini “toplumsal varlığın tabanı olarak görmemişlerdir”. Türkler, dinle siyaseti hiçbir zaman birbirine karıştırmamış, önceliği her zaman siyasete vermiştir. Türk düşünürleri içinden dinle ilgilenenler çıktığında, bunlar genellikle ruhani dinlerin kabul edemeyeceği görüşler ileri sürmüşlerdir. Yaratan’la aralarına kimseyi sokmamışlardır.


Dönemler ve İnanç Değişimi

Din duygusunun siyasi araç olarak kullanılması ve bunun bugün de üstelik yoğun olarak sürmesi, günümüzün somut gerçeği ve özellikle Batının tarihsel bir geleneğidir. Hıristiyanlık, 2000 yıllık tarihi içinde, üretim ilişkilerinin belirlediği, ayrımlı nitelikte üç değişik toplum biçimi yaşadı.
Yahudilikten türeyen bir mezhep olarak ortaya çıktığında, çözülmekte olan köleci toplum biçiminin izlerini taşıyordu. Tanrı’yı, İsa’nın kişiliğinde yeryüzüne indirmiş ve Tanrı inancını günlük olayların parçası durumuna getirmişti.
Bu dönem, Hıristiyanlığın ezilmişliğe karşı çıkan saf dönemiydi. Köleciliğin yerine geçen feodal düzende, ruhanilikle dünyevilik daha çok bütünleştirildi ve Katolik Kilisesi, insanlar üzerinde baskı kuran, en büyük feodal güç oldu.
Bu dönem Hıristiyanlığın baskıcı dönemiydi. Feodalizmin ortadan kaldırıldığı kapitalist dönemde ise; Hıristiyanlık, özellikle Protestan ve Kalvinist mezhepleri aracılığıyla, sosyal yaşama daha çok karıştırıldı ve yeni düzenin ayakta tutulmasının aracı haline getirildi. Bu dönem ise, Hıristiyanlığın kapitalist ilişkilere, serbest ticarete uyumlaştırıldığı liberal dönemdi.

İnanç Ayrımının Baskısı

Batı kültürünü derinden etkilemiş olan Hıristiyan inancının, her döneme uyum gösteren değişken yapısıyla siyasileşmesi, Batılıların Türkler’e ve Türk tarihine olan karşıtlığının önemli nedenlerinden biridir. “Din üstüne toplum kuruculuğunun ve genel olarak ruhani düzenlerin temsilcileri” olan Batılılar, yalnızca bu nedenle bile, Türkleri her zaman yabancı ve kendilerine uzak bulmuşlardır.
Avrupa inanç geleneğine uymayan din anlayışlarıyla Türkler, güçlü bir inançsal karşıtlık oluşturmuşlar ve Hıristiyanlığın siyasi temsilcileriyle sürekli çatışmışlardır. Din görünümlü bu çatışmanın altında yatan ekonomik çıkarlar, Türk-Avrupa karşıtlığını kalıcı bir politikanın nedeni durumuna getirmiştir.
Çin, Hint, Japon gibi başka Doğu dinleri de, Hıristiyan düşüncesiyle uyuşmamış ancak onlar, yalnızca sömürgecilik döneminden sonra Avrupa ile karşı karşıya gelmişlerdir. Bu nedenle Avrupa’nın tepkisini Türkler kadar çekmemişlerdir.1

Türk İnanç Biçimi

Türkler, tarihlerinin hiçbir döneminde tümüyle din üzerine kurulu bir toplum düzeni kurmadılar; peygamber ve ruhani önder çıkarmadılar; inanç biçimlerini, Tanrıya ve gerçeğe akıl yoluyla ulaşma üzerine kurdular. “Bütün dinlere ilgi ve saygı gösterdiler ancak kendilerini hiçbir zaman herhangi birinin tutsağı yapmadılar.”2
Prof.Niyazi Berkes’e göre; Tanrı’yla kul arasında aracı kabul etmeyen ve “en insancı inanç yorumu” olan Yaradancı (deist) din anlayışı, Türk tarihinin tüm dönemlerinde geçerli olmuştur; “Türk inanç dizgesinde, Tanrı yalnızca yaratmış, yarattıktan sonra dünya işlerine karışmamıştır.”3

Dinlerle İlişki

Türkler’in, gittikleri yerlerde ilişki kurmadıkları din kalmamış gibidir. Totemcilik, Animizm; Şamanizm, Budizm, Judaizm, Maniheizm, Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık v.b. birçok dinle karşılaşmışlardır.4 Bu dinlerden yalnızca ruhban sınıfının aracılık yaptığı Hıristiyanlık ile uyuşamamışlar ya da bu dinin geleneksel yapısına ters düşen ayrıksı türevleriyle (heretik) ilişki kurmuşlardır.
Akla dayalı özgürlükçü yaklaşımları nedeniyle, hiçbir dönemde dinsel bağnazlığın etkisine girmemişler, dini “toplumsal varlığın tabanı olarak görmemişlerdir”. Türkler, dinle siyaseti hiçbir zaman birbirine karıştırmamış, önceliği her zaman siyasete vermiştir. Türk düşünürleri içinden dinle ilgilenenler çıktığında, bunlar genellikle ruhani dinlerin kabul edemeyeceği görüşler ileri sürmüşlerdir.5 Yaratan ’la aralarına kimseyi sokmamışlardır.

Toplumu Yönetmek

Değişik inanç ve etnik yapıya sahip çok sayıda topluluğu, uzun dönemler boyunca yönetmiş olan Türkler; egemenliğini yalnızca din ya da ırk öğesine dayanarak sürdüremeyeceklerini biliyorlardı. Bunu yaşayarak öğrenmişlerdi. Çok eskiye giden ve yönetim geleneğini oluşturan bu bilinç; ortak bir toplumsal istenç olarak, dinlere ve ırklara gösterilen hoşgörüye kaynaklık etmiştir. Türkler’de din ve ırktan önce; devlet, ordu ve ekonomik düzen önemlidir. İnanç ya da etnik yapılar bu düzene uyum gösterdiği oranda etkilidirler.
Prof.Niyazi Berkes, Türkler’in din ve ırk yaklaşımı ile devlet kuruculuğu arasındaki bütünlüklü ilişki konusunda şunları söylemektedir: “Türk adı üzerinde bir sonuca varmayan tartışmaların incelenmesi bize gösterir ki, bu adın arkasında ne yalnızca ırk ne de bencil ümmet vardır. Türklük her zaman uygar bir toplumun adıdır. Dili Türkçe olan çok sayıda kavim vardır ancak kavimlikten çıkarak devlet kurmuş daha da çok Türk vardır. Türkler, ilk Çağ ve Orta Çağ tarihinde Asya’da, Avrupa ve Afrika’nın önemli parçalarında hiçbir ırkın, hiçbir kavmin yapamadığı bir iş olan devlet kuruculuğu, zanaatçılık ve tarım üreticiliği yapmış ve başka toplumlardan ayrılmışlardır. Kavimleri, kabileleri, hatta ulusları kan akrabalığı ya da din toplulukları olmaktan çıkararak onları endüstri grupları halinde örgütlü birimler olarak kümeleştirmişler ve devlet vatandaşlığı kavramını içeren; yasaya bağlı büyük devletler kurmuşlardır.”6

Kaynaşma Yeteneği

Türkler arasında, kan bağına dayalı söylenceler ya da kişiye doğuştan ayrıcalık tanıyan soyluluk geleneği değil, boy ya da kavmin çıkarlarını önde tutan bir anlayış egemendir. Çoğunlukla, başka kavimlerle kan karışımının daha sağlıklı bir soy yaratacağına inanmışlar ve bu inançla, “kan karışımını” özendiren bir tutum takınmışlardır.
Tarihleri boyunca sürekli dışa açılmışlar, gittikleri yerlerde her çeşit ırkla ilişki kurmuşlar ve çoğu kez onları içlerinde eriterek varlıklarını sürdürmüşlerdir. Tarih boyunca ve evrensel düzeyde varlık gösterebilmelerinin nedeni, başka halklarla ilişki kurmada gösterdikleri başarı ve uyum yeteneğidir.

İnançta Özürlük

Türkler, Gök Tanrı inancıyla, tanrıyı soyutlayan tek Tanrılılığı kabul eden ilk millet olmuştur. Bu nedenle, Türklerde çok tanrıcılık, puta taparlık geçerli olmamıştır. Gök Tanrı yaratandır. Canı o verir ve o alır. İnsanlara yol gösteren odur.
Eski Türk devletleri, din inancını devlet işlerine karıştırmamış, ayrı tutmuştur. Halk dini bir topluluk değildi. Din adamları vardı ve onlara saygı gösterilirdi. Ancak, din adamları siyasete karıştırılmaz, devlet işlerinden uzak tutulurdu.

DİPNOTLAR

  1. Türk Düşününde Batı Sorunu” Prof.N.Berkes, Bilgi Yay., sf.268
  2. a.g.e. sf.268
  3. a.g.e. sf.268
  4. Hıristiyan Türkler’in Kısa Tarihi” Yakup Aygil, Ant Yay., 1995, sf.9
  5. Türk Düşününde Batı Sorunu” Prof.N.Berkes, Bilgi Yay., 1975, sf.269
  6. a.g.e. sf.275

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder