4 Temmuz 2014 Cuma

AMERİKAN DEMOKRASİSİ


Massachusetts’ın ilk valisi John Winthrop, yeni dünyanın insanlık için eşsiz bir örnek, “bir tepenin üzerindeki kent” olduğunu söylüyordu. Thomas Paine için Amerika “insanlığın sığınağı”ydı. 18.yüzyıl ortalarında Horace Greeley, “Batıya git genç adam ve ülkenle birlikte büyü” diyordu. Tarihçi James Oliver ise şunları söylüyordu: “Tanrı’nın eli onları Batıya sürdü ve onlar beraberlerinde en iyi şeyleri; uygarlığı, eğitimi, refahı, cumhuriyetçi hükümeti ve demokrasi ideallerini getirdiler. İşsiz ve boş bir kıtayı, yeryüzündeki en özgür bir halkın erdemi ve kurumlarıyla doldurdular. Efsane ve rüya, işte buydu.“ Söylenenler ne kadar doğrudur? Amerika gerçekten “insanlığın sığınağı” mıdır? Aşağıdaki yazıyı, Amerikalıların bağımsızlık bayramı olan 4 Temmuz nedeniyle yayınlıyoruz.


Yönetim Anlayışı

Amerikan siyasi düzeni, günlük dilde sürekli kullanılan ancak kullanıldığı oranda ondan uzak durulan, “demokratik” bir anlayış üzerine kuruludur. Önseçimler, gösterişli seçim kampanyaları, partiler arası politik çekişme, Amerikan demokrasisinin yüksek değerleri ve kıran kırana süren siyasi bir yarışın göstergeleri olarak sunulur.
Oysa gerçek, Amerika’da bu sunumla çelişen ve herhalde demokrasiden en son söz edilebilecek bir düzenin yaşanmakta olduğudur. Milletvekili ve senatörler, seçim büroları, partiler ya da görkemli salonlarıyla meclisler, birçok kişiye katılımcılığın göstergeleri ve demokrasinin göz alıcı kurumları gibi gelebilir. Ancak, bu kurumların oluşturduğu siyasi işleyişin içine girildiğinde, bambaşka bir dünyayla karşılaşılacaktır.

Sistemin Kökeni

Amerika Birleşik Devletleri 18.yüzyıl sonlarında kurulduğunda, siyasi düzenini Batı Avrupa’dan, özellikle de İngiltere’den almıştı. Amerikan parti düzeni, İngiltere’de kurulmuş olan iki partili sistemden ayrımlı değildi. Amerikan partilerinin örgütsel yapısı, iç işleyişi ve savaşım biçimi kendine özgü özellikler içeriyor ancak yönetim gücünü ele geçirme, onu koruma ve sınıfsal çıkarlar için kullanmada, İngiltere’deki partilerde geçerli olan anlayış hemen aynısıyla korunuyordu.
Amerikan demokrasisinin temeli sayılan Virginia İnsan Hakları Bildirisi (1776), yüzyıl önce İngiltere’de yayınlanan Haklar Bildirisi’nin (Bill of Rights-1689) adeta yinelenmesi gibidir. Virginia Bildirisi’nin 6, 9 ve 13.Maddeleri, Haklar Bildirisi’nin 4, 6 ve 11.maddelerinin aynısıydı ve bu maddelerde şunlar söyleniyordu: “Kamu yararı için, kendisinin ya da seçtiği temsilcilerin onayı olmadan, kimse ne vergi ödemeye zorlanabilir ne de mülkü elinden alınabilir... Hiç kimseden aşırı kefalet akçesi istenemez, hiç kimseye zulüm sayılabilecek para cezası verilemez... Barış zamanında sürekli ordular bulundurmak, ülkenin iç özgürlüğü için tehlikeli sayılmalı ve bundan kaçınılmalıdır... Herkes, dinin gereklerini yerine getirme hakkına sahiptir; birbirlerine karşı Hıristiyan sabrını, sevgisini ve merhametini göstermek herkesin görevidir.”1
Siyasi yapılanma konusunda İngiltere ve ABD arasındaki benzerlik, kapitalist üretim ilişkilerinin her iki ülkede benzer düzeyde gelişmiş olmasına bağlıdır. 17.yüzyılda Amerika’ya gelmeye başlayan Avrupalılar arasında, İngilizler çoğunluktaydı ve burada kurulan toplumsal düzene onlar biçim verdiler. İngilizler, ülkelerindeki kapitalist gelişimin sonuçlarını Amerika’ya taşıdılar, burada bilgi ve görgülerine uygun bir düzen kurdular. Bu düzen doğal olarak, İngiltere’deki düzenin küçük ölçekli bir benzeriydi.
Batmış zanaatçılar, tüccarlar, küçük mülk sahipleri, Anglikan Kilisesinin göçe zorladığı değişik inançtan kişiler, III.William’ın sınırdışı ettiği meşrutiyetçiler (jacobiteler), parlamento yanlılarınca (Round head) kovulan askerler, II.Charles’ın ülke dışına çıkardığı tarikatçılar (Priyenler), Amerika’da oluşturdukları kolonilerle, İngiltere’nin bir benzerini kurdular.



Kölecilik

İngiltere’de bol olan, işçileşen ve işçileşmeyi bekleyen yoksul köylüler Amerika’da yoktu. Amerika’nın, özgürlüğe tutkun yerli halkı kızılderililer, köle ya da ücretli işçi durumuna getirilemiyordu. Emeğinden yararlanılacak insan gereksinimi; Avrupa’dan gelen/getirilen yoksul köylüler, kanun kaçakları, mahkûmlar, özellikle de Afrika ve Batı Hint adalarından getirilen zenci kölelerle karşılanmaya çalışıldı.
1619-1760 arasında, Amerika’ya tam 400 bin köle getirildi.2 Bunlar, İngiltere’de toprağından koparılan “serflerin” yaptığı işin benzerini, ayrımlı biçimde Amerika’da yaptılar. Tarım, ticaret ve sanayinin gelişiminde köle emeği yoğun biçimde kullanıldı ve bu kullanım, Antik Çağ köleciliğinden başka, yapay ve belki de daha acımasız bir insan ticaretiydi.
Amerika’da Antik Çağ köleciliği yaşanmadığı için, doğal olarak onun sonucu olan feodalizm de yaşanmadı. Batı Avrupa’da binlerce yılda oluşan toplumsal birikim, ayakta kalan ve kullanılabilen sonuçlar olarak Amerika’ya taşındı. Ekonomik ve sosyal alanda olduğu gibi siyasal alanda da, aynı sınıfsal egemenliğe dayalı toplumsal bir düzen ortaya çıktı.

Birleşik Devletleri Kuranlar

Amerika’da kurulan düzen, İngiltere’deki gibi, büyük toprak sahipleri, ticaret ve daha sonra sanayi kentsoyluluğu ve mali-sermaye gücünün egemenliğine dayanıyordu. ABD’yi bir anlamda bunlar kurmuşlardı. Birleşik Devletler anayasasını hazırlayanlar; köle çalıştıran büyük toprak sahipleri, zengin tüccarlar ve bankerlerdi.
Anayasa’da, demokrasiden, eşitlikten, kardeşlikten bolca söz ediliyor ancak bağımsızlık savaşına katılan halk kesimlerinin, küçük çiftçilerin ve sanayi merkezlerindeki işçilerin, ekonomik ve siyasal çıkarlarını gözeten somut bir yaklaşım yer almıyordu. Onlar ustalıklı yöntemlerle yönetim yapılarından uzak tutuluyordu. Köleci mülk sahipleri ile ticaret ve sanayi zenginleri, kurulmakta olan yeni devleti, daha “işin başında” ele geçirmiş ve toplum üzerinde kuracakları egemenliği güvenlik altına almayı başarmıştı. Birleşik Devletler Bağımsızlık Bildirisi şu sözlerle bitiyordu: “Bu bildirinin korunması için, Tanrı’nın inayetine tam bir güvenle; yaşamlarımız, servetlerimiz ve en kutsal varlığımız olan onurumuz üzerine and içeriz.”3
Anayasayı hazırlayan Alexander Hamilton (1755-1804), ABD’nin bankacılık düzenini ve akçalı örgütlenmesini kuran kişiydi. İlk Başkan George Washington (1732-1799), çok geniş topraklara sahipti ve ABD’nin “en zengin” insanıydı.4 Öldüğünde 314 kölesi vardı.5

Seçme ve Seçilme Hakkı

Amerikan Anayasası, seçme ve seçilme hakkını, İngiltere’de olduğu gibi, mülk sahibi beyaz erkeklere tanıyordu; kadınlar, mülksüz beyaz erkekler, zenciler ve köleler oy veremiyor ve aday olamıyorlardı (kadınlara oy hakkı 1919’da tanınacaktır).6
Anayasanın kendisi, halkın siyasi temsil hakkını engelleyen bir belge, kabul edilmesi ise anti-demokratik bir darbe gibiydi. George Washington, 1796 yılında yaptığı veda konuşmasında, devletin ve anayasada karşılığını bulan yönetim biçiminin kendileri açısından taşıdığı önemi ve nasıl korunması gerektiğini açık bir biçimde ortaya koyuyordu: “Yarattığımız yönetimin ayakta durabilmesi için onun üzerine titremeniz, bu yönetimden en ufak bir kuşku belirtisi gösteren herşeye karşı dikilmeniz, ülkemizin herhangi bir bölümünü diğerlerinden ayırmak ya da tümünü bir arada tutan kutsal bağları gevşetmek için yapılacak her girişimi daha doğarken önlemeniz son derece önemlidir…7

İki Eğilim

Anayasanın hazırlanması aşamasında, iki değişik yaklaşım ortaya çıkmıştı. Amerika’nın bankacılık düzenini ve akçalı örgütlenmesini kuran Alexander Hamilton’nın önderlik ettiği kümeye Federalistler, Thomas Jefferson’un başında bulunduğu kümeye ise Anti-Federalistler denildi. Bu iki oluşum, bugünkü Cumhuriyetçi ve Demokrat Partilerin tarihsel kökleridir.
Anayasanın onaylanıp yürürlüğe sokulması aşamasında bu kez, yönetim biçimi konusunda iki görüş ortaya çıkmıştı. Hazine Bakanı Alexander Hamilton’un başını çektiği Federalistler, güçlü ve merkezi federal hükümet istiyor; Bağımsızlık Bildirisi’yle Virginia Anayasasını yazan Dışişleri Bakanı Thomas Jefferson’un (1743-1826) temsil ettiği Cumhuriyetçiler ise, yetkileri sınırlı bir hükümet ve daha gevşek bir yönetim yapılanması savunuyordu.
Oligarşik İngiliz düzenini savunan Hamilton’u, kuzeydoğulu armatörler, büyük tüccarlar ve işletme sahipleri; tarımı öne çıkaran bir fizyokrat (ekonomik düzeni insanların değil doğal yasaların belirlediğini ileri süren görüş) olan Jefferson’u ise güneyli büyük toprak sahipleri ve çiftçiler destekliyordu.
Egemenler arasındaki çıkar çekişmesine dayanan ve halkı içine almayan her iki eğilim, siyasi düzenin sınıfsal niteliği konusunda ayrımlı düşünmüyor ancak yönetimden daha çok pay alabilmek için, halkı yanıltan yapay bir yarış içine giriyordu.
Federalistler, yönetimde kaldıkları ilk dönemde, merkezi federal devlet yapısını yerleştirip güçlendirmişlerdi. 1801 yılında yönetime gelen cumhuriyetçiler, daha önce çiftçilere verdikleri sözleri tutmayarak, onlar da merkezi yapıyı güçlendirmeyi sürdürmüşlerdi.
Bağımsızlıktan hemen sonra ortaya çıkan Federalist-Anti Federalist ayrışmasının, Amerikan halkı için önemli bir anlamı yoktu. İçinde yer almadığı, güçlüleri temsil eden (ve günümüze dek süren), iki partili siyasi bir düzen kuruluyor ve onun, düzende oy vermekten başka bir işlevi olmuyordu. Halk, en başta siyaset dışında bırakılmıştı.

Halk Siyaset Dışında

Halkın daha işin başında siyaset dışında bırakılmasına karşın, Amerika Birleşik Devletleri’nin iki yüz yıllık tarihi boyunca, sürekli olarak halkçılıktan söz edilmiş ve Amerika’nın, demokrasinin gerçek vatanı olduğu ileri sürülmüştür.
Massachusetts’ın ilk valisi John Winthrop, yeni dünyanın insanlık için eşsiz bir örnek, “bir tepenin üzerindeki kent” olduğunu söylüyordu.8 Thomas Paine için Amerika “insanlığın sığınağı”ydı.9 18.yüzyıl ortalarında Horace Greeley, “Batı’ya git genç adam ve ülkenle birlikte büyü” diyordu. Tarihçi James Oliver ise şunları söylüyordu: “Tanrı’nın eli onları Batı’ya sürdü ve onlar beraberlerinde en iyi şeyleri; uygarlığı, eğitimi, refahı, cumhuriyetçi hükümeti ve demokrasi ideallerini getirdiler. İşsiz ve boş bir kıtayı, yeryüzündeki en özgür bir halkın fazileti ve kurumlarıyla doldurdular. Efsane ve rüya, işte buydu.“ 10

Siyasi Süreç

Amerikalı Profesör Merriam Charles ve Prof.Harold F.Cosnel, iki partiye dayanan Amerikan siyasi düzenini, beş ayrı devreye ayırır. Federal anayasanın kabul edildiği ve politik gücü temsil eden Federalist-Anti Federalist ayrımının ortaya çıktığı süreç birinci dönemdir. Anayasanın kabul edilmesinden sonra 1850’lere dek süren ve Federalistlerin Whig, Anti-Federalistlerin Demokrat adını aldığı dönem ikinci, Whig’lerin Cumhuriyetçi Parti adını aldığı (1854) iç savaş öncesi dönem üçüncü, iç savaş bitimiyle 1929 ekonomik bunalımı arası dördüncü, sonrası ise beşinci dönemdir.11
Birinci dönemdeki oligarşik yapılanmaya tepki olarak, ikinci dönemde demokratik istem ve açılımlar ortaya çıktı. Demokratların, ulusal kahraman durumuna gelen lideri Andrew Jackson, 1828 yılında başkan oldu ve büyük sermaye egemenliğini sınırlayarak halkın siyasete katılmasına olanak sağlayacak bir takım yasalar çıkardı.
Jackson yasaları, düzenin belirlediği sınırları kuşkusuz aşamadı ancak o dönem Amerikan toplumunda demokratik bir canlanma yarattı. Bu dönem, Amerikan tarihinde halkın siyasete en çok katıldığı, bu nedenle politik olarak en bilinçli olduğu dönemdir. O günlerde iki parti dışında yeni partiler kuruluyor, gazeteler çıkarılıyor ve seçime katılım oranları sürekli yükseliyordu.
Demokratik canlanma dönemi uzun sürmedi. Anayasada karşılığını bulan ve devlet gücünün temsil ettiği baskıcı anlayış, tekelleşme eğilimini başından beri içinde barındıran Amerikan kapitalizminin ve onu temsil eden büyük sermayenin korunup kollanması üzerine kuruluydu. Amerikan siyasetine egemen olan anlayışta, halkı da içine alan demokratik bir işleyişin yeri yoktu. Bu nedenle, demokratik açılım çabası, demokrasiyi geliştirmek bir yana, egemen sınıflar arasındaki çıkar çekişmesini yoğunlaşarak, ülkeyi hızla bir iç çatışmaya sürüklüyordu.



Kuzey-Güney Çelişkisi

İkinci dönem sonunda, Kuzey’in gücünü giderek arttıran sanayi ve banka sermayesi ile Güney’in köle çalıştıran büyük çiftlik sahipleri arasındaki çıkar çekişmesi, geleneksel boyutunu aşarak şiddetlendi. Sınai, mali ve siyasi gücünü giderek arttıran Kuzey’in sanayicileri, işgücünden yararlanmak için köleciliğin kaldırılmasını isterken; sanayileşmeye ayak uyduramayan Güneyli büyük toprak sahipleri, köleciliğin ABD’ye yeni katılan tüm eyaletlerde de kabul edilmesini istiyordu.
Sanayicilerin desteğini alarak köleciliğin yasaklanmasını isteyen ve bu isteme dayalı bir seçim kampanyası yürüten Abraham Lincoln, 1860’da başkan seçildi. Bunun üzerine, Güney eyaletleri bağımsızlıklarını ilan ettiler ve “Birlik” ten ayrılarak Amerika Konfedere Devletini kurdular. 1861’de başlayıp dört yıl süren iç savaşa, dünya tarihinde ilk kez 3 milyona yakın asker katıldı ve egemen sınıflar arasındaki çıkar çekişmesine dayanan bu savaşta 617 bin Amerikalı öldü.12
Savaşı Kuzey kazandı ve köleciliğe yasal olarak son verdi ancak köleci anlayış ırkçılığın değişik biçimleriyle varlığını sürdürdü. Amerika’ya, Kuzey’in sanayi yapılanmasına uygun düşen tekelci işleyiş egemen oldu; siyasal düzen, halkı tümüyle siyaset dışına iterek, onu iki partiden birine oy vermekten başka seçeneği olmayan, edilgen bir kalabalık haline getirdi.

Halkın Seçimlere Katılımı

Amerikan halkı, Andrew Jackson dönemi dışında, seçimlere ilgi göstermemiştir. Halkın seçimlere katılımı, günümüze dek süren bir gelenek gibi sürekli yüzde 40-50 dolayında oldu. Bu oranın, kimi eyaletlerde yüzde 10’lara düştüğü görüldü. Örneğin 1924 seçimlerinde, South Caroline eyaletinde seçmenlerin ancak yüzde 6’sı oy kullanmıştı; 1940 seçimlerinde Güney Caroline, Georgia, Alabama ve Arkansas eyaletlerinde oy verme oranı yüzde 20’ler düzeyindeydi.13
George W.Bush, seçmenlerin yüzde 50’sinin oy verdiği bir seçimden sonra ve verilen oyların yüzde 50’si ile yani Amerikan seçmenlerinin yüzde 25’inin oyu ile başkan olmuştur.
19.yüzyıl sonlarında, iki parti dışında güçlenme eğilimi gösteren Popülist Parti, seçimler ve Amerikan demokrasisinin niteliği konusunda şu saptamayı yapıyordu: “Ülkeye Wall Street sahip olmuştur. Amerikan yönetimi artık, halkın halk tarafından, halk için yönetilmesi değil, halkın Wall Street tarafından Wall Street için yönetilmesi durumuna gelmiştir.” 14 (Wall Street: New York’ta içinde borsanın da bulunduğu finans merkezi y.n.)
19.yüzyıl ünlü Amerikan şairi Walt Whitman (1819-1892), yaşadığı dönemdeki ABD siyasi düzenini eleştirirken 20.yüzyıl emperyalizmini o günden görüyor ve şunları söylüyordu: “O ulusal federal devlet ve yerel düzeydeki yönetim; çürümüşlük, sahtecilik ve kötü yönetim batağı içinde. Adalet Kurumları da bundan payını almış. Büyük İskender’i de, Roma’yı da geride bırakacak, dev bir İmparatorluğa doğru yol alıyoruz.”15

Siyasete Yön Verenler

Karmaşık hukuksal zorunluluklar, gizli/açık devlet denetimi, para ve rüşvet ilişkileri, medya gücüyle geliştirilen yasadışı baskı yöntemleri, Amerikan siyasetine yön veren temel unsurlardır. Siyasi demokrasinin sınırları, iktidar gücünü elinde bulunduran azınlık tarafından ve bu unsurlar kullanılarak o denli daraltılmış, politik yaşam o denli denetim altına alınmıştır ki; düzen karşıtı bir yana, iyileştirmeci bir partinin bile kurulup yaşatılması olanaksız duruma gelmiştir. Bu nedenle, yaşam koşullarından hoşnut olmayan ve politik tepki gösteremeyen insanlar ya bireysel suçlara ya da politika dışı uğraş alanlarına yönelmektedir. Amerika’daki seçime katılımın sürekli olarak yüzde 50’yi geçmemesinin nedeni budur.
İnsanların oy verme özgürlüğünü kullanarak sandığa gitmesi, demokrasi için bir ölçüttür. Bu ölçütle değerlendirildiğinde, Amerikan ‘demokrasisinin oldukça geride kaldığı açıktır. İnsanların, oy vererek ülke yönetimini belirleyebilme duygusunu yitirmesi, demokratik toplumların siyasi çözülme ya da baskı altına alınmasının en açık göstergesidir. Her dört yılda bir yapılan ancak sonucu asla değişmeyen bir düzenin, insanları politikadan uzaklaştırması ve bu alanı toplumun azınlığını, üstelik küçük bir azınlığını oluşturan egemenlere bırakması, doğal bir sonuçtur. Baskının ve siyasi bozulmanın aracı durumuna getirilen iki partili siyasi düzen, bu sonucun hem nedeni, hem de amacıdır.

DİPNOTLAR

  1. Hürriyet Bildirgeleri” Belge Yay., İstanbul 1983, sf.76-77
  2. Büyük Larousse” Gelişim Yay. 1.Cilt, sf.514
  3. Hürriyet Bildirgeleri” Belge Yay., İstanbul 1983, sf.83
  4. Siyasi Partiler” Niyazi Berkes, Yurt ve Dünya Yay., İst. 1946, sf.76
  5. Hükmeden Erkek Boyun Eğen Kadın” Tim Marshall, Altın Kit., İst.-1997, sf.47
  6. The American Party System” Charles Merriam ve Harold F.Cosnel ak. “Siyasi Partiler” N.Berkes, Yurt ve Dünya Yay., İst. 1946, sf.76-78
  7. Hürriyet Bildirgeleri” Belge Yay., İstanbul 1983, sf.117
  8. Soğuk Barış” Jeffry E.Garten, Sürmeli Yay. İst.-1994, sf.96
  9. a.g.e. sf.96
  10. American Myth, American Reality”, James Oliver Robertson (New York: Hill & Wang, 1980, sf. 73; ak. J.EGarten, Sürmeli Y., İst.-1994, sf.96
  11. Siyasi Partiler”, Prof. Niyazi Berkes, Yurt ve Dünya Y., İst.-1946, sf.76
  12. Büyük Larousse” Gelişim Yay. 1.Cilt, sf.517
  13. Siyasi Partiler” Niyazi Berkes, Yurt ve Dünya Yay., İst. 1946, sf.110
  14. a.g.e. sf.83
  15. Kapitalizmin Geleceği” L.C.Thurow, Sabah Kit., İst.-1997, sf.210

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder