1 Ağustos 2014 Cuma

ALMAN NAZİZMİ


Alman nazizmi, tekelci büyük sermayenin en gerici, en saldırgan kesiminin açık diktatörlüğüdür. Hitler, “Para! Para gerek bana! Parasız hiçbir şey olmaz!” diyordu. Bu isteği yanıtsız kalmadı. Başta petrol kralı Henri Deterding, potasyum kralı Arnold Rechberg, kömür kralı Kirdorf ve Vereinigte Stahlwerke, çelik tröstünün başkanı Fritz Thyssen ve Vögler, kimya tröstünün önde gelenlerinden Georg Schnitzler, Potos, endüstri kümesinden August Rostberg, deniz işletmelerinden Cuno ve banker Kurt Von Schröder olmak üzere birçok büyük sermaye sahibi Hitler’i destekledi ona para akıttı. Thyssen, Vögler, Reusch, Krupp, Von Bohlen, Siemens, Frowein, Cuno gibi sanayi tekelleri ile bankalar nazizme yardım etti.



Savaş Sonrası

Yenik Weimar hükümeti, Versailles’da yalnızca ulusal hakları değil, Alman halkının tarihsel değerlerini ve gelecek umutlarını da masaya bırakmıştı. Bu antlaşma ve antlaşmayı imzalayanlar yalnızca o dönemde değil gelecekte de hoş görülmemiş ve ortak toplumsal bir öfkeyle anılmışlardır.
Gelişkin bir sanayi ülkesi olan Almanya, Versailles’dan sonra, sosyal ve kültürel geçmişine uygun düşmeyen ilkel çatışmalarla dolu ve insanlık dışı vahşetin yaşandığı bir döneme girdi. Büyük sanayi ve finans tekellerinin, dünyayı yeniden paylaşma kavgaları İtalya’dan sonra Almanya’da da bir insanlık dramının yaşanmasına neden oldu.
1918-1939 arasında Almanya’da yaşananlar İtalya’da yaşananların yinelenmesi gibidir. Savaşın yıkıcı sonuçlarını, işçiler, köylüler ve orta sınıf çalışanları yaşamıştır. Bu kesimlerin yaşam düzeyi, savaş öncesinin çok gerisine düşmüş ve milyonlarca insan hemen her şeyini yitirmişti.
Savaş öncesinin varsıl Almanya’sında, yalnızca 1918 yılında 500 bin sivil açlıktan ölmüş, anayurt topraklarının değer taşıyan bölümleri ve sömürgelerin tümü yitirilmişti. 1923 Yılındaki sanayi üretimi 1913’deki üretimin ancak yüzde 55’ine ulaşabiliyordu.1 Ücretler düşürülmüş, işsizlik yayılmış, orta ve küçük işletmeler kapanmıştır. Yüksek oranlı enflasyon toplumun büyük bölümünü yoksulluk içine itmiştir.
Savaş sonrasındaki ekonomik çöküntü, sanayi ve tarım işçileriyle köylüleri, savaşkan bir devinim içine sokmuştu. Buna karşın, gerek yenilginin onur kırıcı sonuçları ve gerekse işçi eylemlerine duyulan öfke, Alman toplumunda ırkçı, şoven ve saldırgan siyasi eğilimlerin ortaya çıkmasına neden olmuştu. İşçiler ve sosyalistler bir yanda, orta sınıfın bir bölümü ve ırkçılar bir yanda toplanmaktaydı.
Büyük sanayi kümeleri, Yunkerler (büyük toprak sahipleri) ile yenilgi ve parçalanmanın utancını taşıyan askerler, ırkçıların yanında yer alıyordu. Bir yanda, 30 Ekim 1918’de Kiel’deki Rosa Luxenburg ve Karl Liebknecht’in önderliğinde sosyalist ayaklanma olurken, öbür yanda Mart 1920’de askerler, Luttwitz önderliğinde sağcı bir darbe girişiminde bulunuyordu. Almanya kanlı bir iç çatışmaya doğru gitmekteydi.

Egemenler Rahatsız

Savaş sonrasının üretim ve satış sorunlarıyla uğraşıp iç pazara sıkışan sanayiciler ve beysoylu (aristokrat) gelenekleriyle geniş toprakları elinde tutan büyük toprak sahipleri, bu tür olaylara uzun süre katlanamazdı. Sanayiciler yürürlükteki işçi haklarıyla toparlanıp büyümenin olanaksız olduğuna inanıyordu. Hammadde elde edemiyor, yeterli üretim yapamıyor ve yaptıklarını da satamıyordu. İstemleri, grevsiz bir ortam ile söz ve buyruk dinler bir işçi kitlesi ile bunları sağlayacak yetkeci (otoriter) bir yönetimdi.
Yunkerler ise boğaz tokluğuna çalışan gündelikçilerine her türlü haktan yoksun serfler gibi davranmaya alışıktı. Öyle ki bu zavallılar ya ‘efendilerinin’ sözlerini dinlemek ya da ‘tası tarağı toplayıp gitmek’ zorundaydı. Büyük toprak sahipleri de, sanayi ve finans tekelleri gibi Almanya’daki demokratik hakların ‘çok’ olduğuna inanıyordu.
Çelik tröstü başkanı Fritz Thyssen 1924 yılında, kapitalist çevrelerdeki bu eğilimi demokrasi karşıtlığıyla birleştirerek şöyle diyecekti: “Almanya’da demokrasinin hiçbir varlık nedeni yoktur.”2 Holdinglerin sözcüsü konumuna gelmiş sanayi bakanının sözleri de benzer niteliktedir: “Sekiz saatlik iş günü Almanya’nın içine yerleştirilmiş tabutun çivileridir.”3

Naziler Devreye Sokuluyor

Ne sanayi ve finans kentsoyluluğu (burjuvazisi) ne de Yunkerler, örgütlü işçi ve köylü eylemleriyle tek başına savaşım veremezdi. Yasadışı silahlı birlikler oluşturan, iyi örgütlenmiş Nasyonal Sosyalist Partisi’ne destek verip güçlendirdiler. Anti-Bolşevizm’de uzmanlaşmış Mücadele Birlikleri adlı silahlı nazi güçleri, işçi ve köylü eylemlerine saldırdı. Çok sayıda işçi, sendikacı ve aydın öldürüldü. Almanya kanlı bir iç çatışmanın içine düşmüştü.
Nazizmin kurucusu Hitler, evlilik dışı bir ilişkiden 1886 yılında bir sınır köyünde doğmuştu. Tüm yöre halkı gibi o da, kaba, zevklerine düşkün, karanlık yaşantılı biriydi. Sağlıksız bir aile ortamında sevgisiz ve dengesiz ilişkiler içinde büyüdü. On altı yaşında okulu bıraktı. Ancak ailesi güç durumda olmasına karşın bir işe girmedi. Ressam olmaya çalıştı ancak çok yeteneksizdi. Mimar olmak istedi olamadı.
Yoksulluk ve başıboşluk yılları içinde; Yahudi düşmanlığı, aşırı milliyetçi ve ırkçı düşünceler edindi. Hiçbir meslek edinemeyen Hitler, politikacılıkta karar kıldı. Münih’de İşçi Partisi adlı küçük bir milliyetçi topluluğa girdi ve bu partinin adını 1920’de Nasyonal Sosyalist Parti olarak değiştirerek başına geçti. Böylece Onbaşı Adolf Hitler’in politik serüveni başlamış oldu.
Hitler, ilk ciddi eylemini 1923 yılında gerçekleştirdi. Toplayabildiği adamlarıyla birlikte, Mussolini’nin Roma Yürüyüşü gibi bir Berlin Yürüyüşü düzenledi. Ancak, bir polis bölüğü tarafından dağıtıldılar. 16 Nazinin öldüğü eylem sonunda Hitler tutuklandı ve 5 yıl ceza yedi.
Mein Kampf’ı yazdığı ve sekiz ay sonra salındığı hapislikten sonra ordu ve sanayi çevrelerinde adı duyuldu. General Ludendorf ‘kendisini baba gibi sevdiğini’ söylüyor, general Von Lossow ise; “Hitler’in geliştirdiği eylemde sağlam bir yan bulunduğunu anlamıştık. Emekçileri kitle halinde bizim milliyetçilik davamıza inandırabilirdi” diyordu.4
Geld! İch brauche geld! Ohne geld nichts zu machen!” (“Para! Para gerek bana! Parasız hiçbir şey olmaz!”)5 diyen Hitler’in isteği yanıtsız kalmadı; Başta petrol kralı Henri Deterding, potasyum kralı Arnold Rechberg, kömür kralı Kirdorf ve Vereinigte Stahlwerke, çelik tröstünün başkanı Fritz Thyssen ve Vögler, kimya tröstünün önde gelenlerinden Georg Schnitzler, Potos endüstri kümesinden August Rostberg, deniz işletmelerinden Cuno ve banker Kurt Von Schröder olmak üzere birçok büyük sermaye sahibi Hitler’i destekledi ona para akıttı.
Fritz Von Thyssen anılarında şöyle yazacaktı: “Weimar Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, devrimcilikle ve anarşist eğilimlerle savaşmak üzere askeri nitelikte çeşitli kuruluşları destekledim. Bunların arasında Nasyonal Sosyalist Parti de vardı. Başka birçok sağcı gibi ben de Hitler’in Almanya’nın kalkınmasında aktif bir etken olacağı kanısındaydım; kendisine gittikçe artan bir destek sağlayışım bundandır.”6

Devletle Örgütlenme

Ordu, İçişleri ve Eğitim Bakanlıklarında hızlı bir biçimde nazist kadrolaşmaya gidildi. Devlet örgütleri, nazi kadrolarını büyük bir istekle önemli görevlere getiriyordu. Yasa dışı eylemlere göz yumuluyor, suçlular yakalanmıyordu. Aşırı milliyetçi subayların Cumhuriyete karşı düzenlediği ve Kapp darbesi adı verilen darbeye katılan 705 subaydan yalnızca biri ceza aldı. Cezası beş yıl ‘onur kırmayan göz hapsi’ idi.

Azınlık Hareketi

Devlet ve özel kesim desteğine karşın Hitler, parlamento seçimlerinde sürekli azınlıkta kaldı. 1924 Aralık seçimlerinde Sosyal Demokratlar yüzde 33 oy alırken Nasyonal Sosyalist Parti yalnızca yüzde 3 oy almıştı. Bu durum 1930’a dek sürdü ve Nasyonal Sosyalist Parti, Alman halkından ciddi bir oy desteği alamadı. 1929’daki dünya ekonomik bunalımının yol açtığı toplumsal sorunlar Hitler’e, amaçlarını gerçekleştireceği yeni bir karmaşa ortamı sundu. Büyük dünya ekonomik bunalımı, savaşın yıkıcı etkilerini üzerinden henüz atamayan Almanya’yı çok hızlı ve çok ağır biçimde etkiledi.
Dış krediler kesildi, borçlarının ödenmesi istendi, zaten düşük olan ihracat durdu. 1929-1932 arasında endüstriyel üretim yüzde 50 azaldı, işsiz sayısı 6 milyonu buldu ve binlerce küçük kuruluş battı, bankalar kapandı. Alman Ulusu’nun bu zor günlerinde Hitler, müşteri bekleyen mezar kazıcıları tutumuyla Mein Kampf’ta şunları yazıyordu; “Bütün yaşamım boyunca kendimi hiç bu günlerde olduğu kadar olumlu ve içten içe kıvançlı hissetmemiştim.”7
Nasyonal Sosyalist Parti, 1928 yılında yapılan seçimlerde, 810.000 (yüzde 2) oy alıp, parlamentoya yalnızca 12 milletvekili sokarken, 1930 seçimlerinde oy oranını yüzde 18,3’e (6 409 600 oy) milletvekili sayısını 107 ye çıkardı. İki yıl önce partiler arasında 9.sırada iken, birden büyük bir parti olmuştu. Nazi deviniminin tam karşısında olan Alman Komünist Partisi ise, 1928’de 3 265 000 oyla 54 milletvekili çıkarmışken, 1930 yılında oy sayısını 4 592 000’e, milletvekili sayısını da 77 ye çıkarmıştı.
Almanya’da bir iç hesaplaşma kaçınılmaz görünüyordu. 1931 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Almanların efsanevi Lideri Hindenburg’un karşısına çıkan Hitler ilk turda 11 339 446 (yüzde 30,1) oy aldı. Hindenburg 18 651 497 (yüzde 49,6), Komünist Parti adayı Thaelmann ise 4 983 341 (yüzde 13,3) oy almıştı. İki hafta sonra yapılan 2.tur seçimlerde Hindenburg oyunu 19 359 983 (yüzde 53 ) çıkarırken, Hitler de 13 077 120 (yüzde 35,8)’e çıkarıyordu.8
Bu seçimden sonra Nazilerin örgütlü saldırılarıyla Almanya, görülmemiş bir siyasi terör ve cinayet dalgası içine girdi. Kavga ve kan arayan SA’lar (hücum kıtaları) sokaklarda sürekli dolaşıyor, özellikle Komünist Parti üyeleri ve işçilere saldırıyordu. Yalnızca 1-20 Haziran arasında 461 sokak saldırısı olmuş ve bu 20 günde 82 kişi ölmüş 403 kişi ağır yaralanmıştı. Ölenlerin 38’i nazi, 30’u ise komünistti.9

Siyasi Karmaşa ve İktidar

31 Temmuz 1932 de, bir kez daha genel seçimlere gidildi. SA kıtalarının ağır baskı ve terörü altında yapılmasına karşın, Naziler çoğunluğu yine sağlayamadı. Ancak, oy ve milletvekili sayısını arttırdı. Oyları 13 745 000, milletvekilleri ise 230 olmuştu.
Bu sayı 608 sandalyeli parlamentoda tek başına hükümet kurmaya yetmiyordu. Aynı seçimlerde, edilgen (pasif) bir önderliği olan Alman Sosyal Demokrat Partisi 10 936 239 oyla 183 milletvekili, Komünist Parti ise 5 980 000 oyla 89 milletvekili çıkarmıştı. Naziler sürekli güçlenirken Sosyal Demokrat Parti ile Komünist Parti birbiriyle uğraşıyordu. Komünistler, sosyal demokratlara ‘sosyal faşist’, Sosyal Demokratlar da komünistlere ‘bolşevik’ diye saldırıyor, sokakta hem nazilerle ve hem de birbiriyle çatışıyordu. Nasyonal Sosyalizme karşı demokratik güç birliği sağlanamıyor, nazi karşıtı partiler bir araya gelemiyordu.
Hitler, yönetime gelene dek seçim yapılmasını istiyordu. Baskı ve seçim hilelerinin yararlarını görmüştü. Önceki seçimden üç ay sonra 6 Kasım 1932’de bir kez daha seçime gidildi. Ancak, bu kez Hitler umduğunu bulamadı. nazilerin sandalye sayısı 34 azalarak 196 ya, sosyal demokratların sandalye sayısı ise 12 azalarak 121’e düştü. Komünistler sayılarını 89 dan 100’e çıkardı.
Tüm partilerin katıldığı son seçim oldu. Zira naziler iki ay sonra hükümeti kurduğunda, Komünist Parti’yi yasadışı ilan ederek kapatacaklardı. Nazilerin aldıkları oy oranı, tüm oyların ancak yüzde 33’ünü oluşturuyordu. Milletvekili sayıları ise, 608 kişilik parlamentoda Yalnızca 196 idi. Hitler sermaye çevreleri ve silahlı örgütlerinden aldığı güçten ve karşıtlarının akıldışı dağınıklığından yararlanarak, 30 Ocak 1933’günü Hindenburg’dan hükümeti kurma yetkisini aldı.
Kabinede yer alan iki parti (nazilerle milliyetçiler) parlamentoda çoğunlukta değildi. Artık devlet gücünü eline geçiren Hitler bir kez daha seçime gitme kararı aldı. Seçim 5 Mart 1933’de yapılacaktı. Partinin propaganda bakanı Göbels, 3 Şubat tarihli güncesine şunları yazıyordu; “Artık savaşmak kolay! Çünkü devletin bütün kaynaklarından yararlanabiliriz. Radyo ve basın elimizde. Ortaya bir propaganda şaheseri çıkaracağız ve bu sefer para diye bir sorunumuz olmayacak.”10
Seçimlerde, bir yandan yüksek giderli seçim çalışmaları, bir yandan şiddetli sokak terörü uygulandı. Üstelik artık devlet terörü de devreye sokuluyordu. Seçimlere bir hafta kala Parlamento binası, Reischtag yakıldı. Sıradan bir Hollandalı gezginden (turistten) başka yakalanan olmadı. Ancak, suç Komünist Parti’ye yüklendi.
Yangından bir gün sonra Hindenburg, bütün temel özgürlükleri ortadan kaldıran olağanüstü hal kararnamesini imzaladı. Bu kararnameye göre, 48 saat içinde, tüm yetkiler polise ve artık polis örgütü haline gelen SA’lara devredildi. İşçiler, sendikacılar, milletvekili adayları dövüldü; öldürüldü ve işkenceden geçirildi. Alman Komünist Partisi yasaklandı ve milletvekillerinin tümü tutuklandı.
Naziler, bu koşullarla gidilen 5 Mart 1933 seçimlerinde bile çoğunluğu sağlayamadı. Yüzde 44 oy alarak 288 milletvekili çıkardı. Bu seçim Almanya’daki son çok partili parlamento seçimiydi. Komünist Parti’nin yasaklanmasına sessiz kalan, Alman Sosyal Demokrat Partisi, Komünist Parti’den 15 gün sonra kapatıldı. Bu iki partinin kapatılmasına ses çıkarmayan diğer tüm partiler de 14 Temmuz 1933’de yasaklandı. Nasyonal Sosyalist Parti artık tek partiydi.

Naziler ve Devlet Terörü

Olağanüstü hal kararnamesiyle yetinmeyen naziler, 24 Mart 1933’de meclisten ‘Tam Yetki Yasası”nı geçirdi. Hitler, bundan böyle, Anayasanın öngördüğü yönteme bağlı kalmadan kararnameler yoluyla yasa çıkarabilecekti. Günümüzde bolca uygulanan ‘kanun kuvvetinde kararname’lerin ilk örnekleri, 1933 nazi Almanya’sında ortaya çıkıyordu.
Tam Yetki Yasası’nın çıkmasının üzerinden henüz onbeş gün bile geçmeden, Almanya’nın geleneksel yönetim yapısına son verildi. Eyalet devletleri ortadan kaldırıldı ve bunlar merkezi yetkeye bağlandı. Bismark, II.Wilhelm ve Weimar Cumhuriyeti buna cesaret edememişti.
2 Mayıs 1933’de bütün sendikalar kapatıldı, grev hakkı yasaklandı. Sendikaların malları, Komünist ve Sosyal Demokrat Parti’nin malları gibi Nazi Partisine aktarıldı. Elkonulan mallar arasında 184 adet sosyal demokrat ve komünist gazete ve işletmesi de vardı. Karşıtların ileri gelenleri ya öldürülüyor ya da toplama kamplarına sürülüyordu. Naziler yönetimde kaldığı 12 yıl içinde 1187 toplama kampı açtı, bu kamplarda milyonlarca insanı öldü.11
Alman demokrasi ve kültürünün tüm kazanımları bir kaç yıl içinde yok edildi. Yalnızca iş yaşamının yerleşik duruma gelmiş kuralları değil, tüm kişisel ve toplumsal haklar, kültür, sanat değerleri saldırıya uğradı. Hitler’in hükümeti kurma yetkisini aldığı 30 Ocak 1933 gecesi, kahverengi gömlekli SA kıtaları; Sigmund Freud, Thomas Mann, Alfred Döplin, Jack London, Erich Maria Ramarque, Henri Barbusse, Karl Marx ve Frederich Engels’in kitaplarını Berlin meydanlarında yaktı.

Ekonomik Uygulamalar

Nazizmin ekonomik uygulamaları, siyasal terörün hemen arkasından gelmeye başladı. Sürekli kılınan terör ortamında tekelci sermayenin ve büyük toprak sahiplerinin istemleri, herhangi bir engelle karşılaşmadan hızla yerine getirildi.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi politik terörü ekonomik terör izledi. Parti program ve propagandalarından emekten yana anti-kapitalist söylemler çıkarıldı ve büyük şirket politikaları hükümet uygulamalarına tam olarak egemen oldu.
Toplumda, uygulamalara karşı çıkacak örgütlü bir güç kalmamıştı. Ancak; ‘inançlı naziler’den oluşan SA’lar ‘ikinci devrim’ sloganıyla eski söylemlere sahip çıkarak ‘kapitalizmin dizginlenmesini’ istedi. Büyük sermaye rahatsızlığını ortaya koydu ve Hitler, en eski dava arkadaşları olan Röhm ve Gregor Strasser’in de içinde bulunduğu yüzlerce SA yöneticisini 30 Haziran 1934 gecesi öldürttü. Hem de bunu nazi partisinin diğer silahlı örgütü SS’lere yaptırdı. 30 Haziran 1934, Nazi tarihine ‘uzun bıçaklar gecesi’ tanımıyla geçti.
Yunkerler‘in güçlerini arttıracak bir dizi yasa çıkarıldı. Kalıtım yoluyla elde edilen aile topraklarına dokunulmazlık sağlandı. 2 Mayıs 1933’de tarım sendikaları kapatıldı. Tarım işçilerinin ücretlerini belirleme yetkisi toprak sahiplerine verildi. Köylüler ve tarım işçilerinin, 1919-1929 arasında elde ettiği haklar ellerinden alındı.
Nasyonal sosyalistlerin özgün bir ekonomi anlayış yoktur. Uyguladıkları ekonomik politika, büyük şirket politikasıdır. Amacı ve izlenecek yolu onlar belirler; nazilerin işlevi alınan kararların uygulanmasını sağlamaktır. Profesör Gumbel’in deyimiyle “nasyonal sosyalistler büyük sermayenin muhafız güçleridir”12

Tekelleşmeye Destek

Büyük ekonomik bunalımın olumsuz etkilerini azaltmak için tröstlere, büyük devlet yatırımlarının ihaleleri verildi. Yatırımların çoğu, ‘şirkete göre iş’ biçimindeydi ve devlet için işe yaramayan verimsiz yatırımlardı. Tekelleşme büyük bir istekle desteklendi.
15 Temmuz 1933’de çıkarılan bir yasayla, Ekonomi Bakanlığı’na, şirketleri birleştirme ve işletme ortaklarına katma yetkisi verildi. 1933 Temmuzuyla Kasımı arasındaki dört ayda, 30 kartel birleşmesi gerçekleştirildi. Sermaye yoğunlaşmasının daha düşük düzeyde olduğu sanayi dallarında 38 yeni tekel kuruldu.13
Faşizmin ve Nazizmin ekonomik özelliği olan özelleştirme uygulamaları, tüm kamu kuruluşlarında gerçekleştirildi. Kendilerinden önce devletleştirilmiş olanlarla birlikte, var olan kamu işletmeleri özelleştirme adı altında tekelci şirketlere verildi. 1931 yılındaki banka iflaslarından sonra devletin satın aldığı bankalar özelleştirildi. Gemi yapımı ve işletme şirketleri de özel girişime devredildi.

Özelleştirmeler

Özel girişimin yatırım yapmadığı alanlara devlet yatırımları yapıldı. Verimsiz sayılan bu alanlara yatırılan sermaye için hisse senetleri çıkarıldı. Yatırılan sermaye için devlet, belli miktar kazanç garantisi verdi. Zararları devlet üzerine aldı. Yatırım riski azalınca bu kuruluşları özel şirketlere devredildi.
Büyük yol, bina, santral, vb. inşaat yatırımları yapıldı. Buralarda işsizlerin düşük ücretle de olsa çalışması sağlanırken, ayrıcalıklı büyük firmalara kolayca sermaye birikimi sağlayacak yüksek kazançlı iş alanları yaratılmış oldu. Teşvikler ve krediler firma kasalarını doldurdu. Sonuçta büyük şirketlerle devlet iç içe girdi; daha doğrusu devlet tam olarak büyük sermayenin devleti durumuna geldi.

Dış Pazar Gereksinimi

Uygulamalar üretimi ve şirket kazancını arttırdı. Ancak, bu artış sorunları gidermediği gibi yeni sorunların oluşmasına neden oldu. Şirketler ürettiğini iç pazarda tüketemiyordu ve Almanya’nın dış pazarı yoktu. Eksikliği gidermenin yolu ise, silahlanma ve uluslararası ölçekli askeri güce sahip olmaktan geçiyordu.
Silah sanayisine büyük yatırımlar yapıldı. Tüketim malları sanayisi durgunluk içindeyken, ağır sanayi hızlı bir gelişme içine girdi. Örneğin 1931 yılında üç yüksek fırını sönmüş olan Krupp, 1935 yılında bunları yeniden yakma durumuna gelmişti. Aynı yılın sonunda Krupp, yüksek fırınların, çelikhanelerin, hadde makinalarının, mekanik imalat atölyelerinin üretim kapasitelerinin en son sınırını zorlayan bir çalışma düzeyine ulaştıklarını açıkladı.
Dış pazar konusunda Hitler, istek ve amacını açık biçimde dile getiriyordu: “Çok dar bir alana sıkışmış durumdayız. Öteki devletler gibi biz de sömürge istiyoruz. Almanya güneşteki yerini almalıdır... Alman Bayrağını okyanuslarda dalgalandıracağız...” 14
Hitler bu sözleriyle, Thyssen’in, Vögler’in, Reusch’un, Krupp’un, Von Bohlen’in, Siemens’in, Frowein’in, Cuno’un ve büyük bankaların istek ve görüşlerini dile getiriyordu. Alman sanayi tekelleri, Nazilere yaptıkları yardımların karşılığını, yalnızca 1933-1936 arasında kazançlarını ortalama olarak yüzde 433 oranında arttırarak almıştı.15
Nazi politikası o dönemdeki, demokratik görünümlü İngiltere, Fransa ya da ABD politikasıyla aynıydı. İçerde pazarın ve piyasaların devlet korumacılığına alınarak büyük şirket çıkarlarını gözetmek; dışarda yeni bir paylaşıma hazırlanmak üzere denizaşırı askeri bir güç oluşturmak. Gönenç ve varsıllığın ölçütü, sahip olunan sömürge ve yarı sömürgelerdi. 1930’lardaki bu ölçüt günümüzde de geçerlidir.

Savaşa Hazırlık

Hitler, yönetime gelip, istediği gücü elde eder etmez, iç işlerin yönetimine son derece az ilgi gösterdi. Tüm dikkat ve ilgisini dışişleri ve silahlanma sorunlarına ayırdı. Sıra dışarıya açılmaya, sanayi ürünleriyle sermaye yatırımlarına pazar yaratmaya gelmişti. 1935 Ocağında Saar bölgesinde yapılan oylamayla bu bölge Almanya’ya katıldı. Bundan iki ay sonra Mart 1935’de Hitler, Versailles Antlaşması’nın getirdiği askeri sınırlamaları tanımadığını ve yüzbin kişiyle sınırlanan Alman ordusunu beşyüz bin kişiye çıkardığını açıkladı. Bir yıl sonra Mart 1936’da Alman birlikleri askerden arınmış bölge olan Rhineland bölgesine girdi.
Bu gelişmeler Alman ulusuna savaş sonrası yitirmiş olduğu benlik duygusunu geri veriyor; nazileri, Bismarck’dan sonra halkın güvenini en çok kazanmış yönetim durumuna getiriyordu.
Rhineland’ın alınması Hitler’in göze aldığı kurusıkılardan (blöflerden) ilkiydi. Hitler, bu girişimden sonra, Almanya’nın rakiplerinin o dönemde henüz genel bir çatışmayı göze alamayacağını ve istemleri karşısında geri adım atacağını gördü.
Bu görüş Hitler’i daha çok yüreklendirdi. Kısa aralarla Avusturya ve Çekoslavakya’yı elegeçirdi. Bu genişleme de Almanya’ya yetmedi. “Alman bayrağını okyanuslarda dalgalandırmaya” kararlıydı. Almanya dünya pazarlarından daha çok pay istiyordu ve bu istemi, güçlü ekonomisi için yaşamsal önemdeydi. Birincisinden yirmi yıl sonra yeni bir dünya savaşı, yeni bir paylaşım savaşı dünyanın gündemine girmekteydi. Uzakdoğu’daki gibi Avrupa’da da toplu bir askeri çatışmanın koşulları oluşmaktaydı.

DİPNOTLAR

1 “Devrimler Karşı Devrimler Tarihi”, Gelişim Yay., sf.300
2 a.g.e. sf.300
3 a.g.e. sf.306
4 a.g.e. sf.306
5 a.g.e. sf.306
6 a.g.e. sf.313
7 a.g.e. sf.316-319
8 a.g.e. sf.319
9 a.g.e. sf.327
10 a.g.e. sf.329
11 “Alman İşgalinde Avrupa 1939-1945” M.R.D. Foot, 20.Yüzyıl Tar., sf.784
12 a.g.e. sf.302
13 a.g.e. sf.333
14 a.g.e. sf.334
15 a.g.e. sf.334

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder