23 Nisan 2014 Çarşamba

BATI KÜLTÜRÜNDE TÜRK İMGESİ – 1



Batılılaşma olarak tanımlanan ve çoğu kez tutkuya dönüşen Batı hayranlığı, ülkemizde ikiyüz yıldır yaşanan bir konudur. Batının gelişkinliğiyle ülkemizdeki geri kalmışlığı kıyaslayan insanlarımız, yalnızca gördükleriyle yetinerek “biz de öyle olsak”, “onlar gibi yaşasak” gibi düşüncelere kapılıyor. Üstelik bu anlayış, düşünce düzeyinden çıkıp devlet politikası durumuna getiriliyor. Avrupa Birliği’ne girerek “Avrupa’yla bütünleşmek” stratejik hedef oluyor. Oysa, Avrupalıların Türklere ve Türkiye’ye bakışı dün olduğu gibi bugünde hiç olumlu değildir. Olumluluk bir yana, çoğu kez aşağılama içeren dışlayıcı yargılara, kanıtsız suçlamalara dayanır. Avrupa’ya özenenler başta olmak üzere insanlarımız, büyük bir çoğunlukla bunları bilmiyor. Değer verip yücelttiği Avrupalı aydınlanmacıların, Türkler için neler söyleyip yazdığından haberi yok. Kişilikli tutum ve davranış için bunların bilinmesi gerekiyor. Yazıyı bu amaçla yayınlıyoruz.



Avrupalılık Anlayışı

Avrupalılar, yalnızca Orta Çağ ya da Yakın Çağ’da değil, tarihlerinin hemen her döneminde, Türkler başta olmak üzere kendileri dışındaki uygarlıkları yok saymışlar ve onları Avrupa’ya yabancı, düşman unsurlar olarak görmüşlerdir. Antik Çağ’dan beri yerleşik bir gelenek haline gelen bu tutum, güçlü oldukları dönemlerde baskı ve sömürüye, güçsüz dönemlerde ise boyun eğme ve entrikaya yönelen politikalar halinde günümüze dek sürdürülmüştür.
Avrupa uygarlığı olarak tanımlanan Batı anlayışı, tarihsel açıdan, Antik Çağ Grek ve Roma uygarlığının sahiplenilmesine ve bu uygarlıkların kültürel ayırımcılık aracı olarak kullanılmasına dayanır. Ege ve Roma uygarlıklarının kendi soyları tarafından yaratıldığını söyler ancak, Antik Ege uygarlığıyla Avrupa aydınlanması arasında 2500, Roma’yla 1500 yıllık, bilim ve uygarlık dışı karanlık bir dönem vardır. Aynı dönemde Doğuda ise ileri uygarlıklar bulunuyordu.

Türk Karşıtlığı

Genel olarak Avrupalılık anlayışında özel olarak da Avrupa Aydınlanması’nda, Türk karşıtlığının şiddetli, kapsamlı ve kalıcı bir yeri vardır. Özelliği olan bu karşıtlığın Avrupalılar açısından anlaşılabilir ancak haklı olmayan nedenleri vardır. Türklerle Avrupalılar arasında, Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından günümüze dek süren ve doğrudan ekonomik çıkara dayanan silahlı bir çatışma yaşanmıştır. Türkler güçlenip varsıllaştıkça Avrupalılar, Avrupalılar güçlenip varsıllaştıkça Türkler yoksullaşmış ve bu çatışma neredeyse tarihin tümünü kapsamıştır. Yönetim yapılanması, yaşam biçimi ayrımları ve kültürel ayrılıkları içeren toplumsal özellikler, bu uzun çatışmanın sonuçlarından etkilenerek yön ve biçim bulmuş, karşılıklı olarak yerleşik karşıtlıklar oluşturmuştur.

Çatışmalar Tarihi

Türklerle Avrupalılar arasındaki çatışmada, Batı Roma’nın yıkılışından Karlofça Antlaşması’na dek (1699) geçen 1200 yıl içinde Türkler Avrupa, 1699’dan bugüne dek geçen 300 yıl içinde ise Avrupalılar Türkler üzerinde, ekonomik askeri üstünlük sağlamışlardır. Batıda her zaman var olan, ancak benzeri Türklerde bulunmayan ırkçılığı içeren karşıtlık, bu uzun çatışmalar sürecinin bir ürünüdür.
Avrupalıların, Hıristiyanlığı kullanarak Doğu Akdeniz havzasını ve Doğu ticaret yollarını ele geçirmek için düzenlediği tam 8 Haçlı Seferini Türkler göğüsledi ve onları yenilgiye uğrattı. Avrupalılar, 2.Viyana Kuşatması’ndan kurtuldukları gün olan 12 Eylül’ü; “Türk Günü” adı vererek ve Türk düşmanlığını işleyerek, hala kutluyorlar. Avrupalı anneler çocuklarını hala, “Türkler geliyor” diye korkutuyorlar.

Tarihsel Saplantı

Batı toplumlarının incelenmesinde kullanılan sorgulayıcı gözlem ve araştırma zenginliği, konu Türk tarihi olduğunda yerini bilim dışı kanıtsız savlara ve akıl dışı davranışlara bırakır. Söylenen ve yazılanların niteliği çok düzeysizdir; kin ve tiksintiye dayalıdır. 670 yılında İstanbul’daki Müslüman kuşatmasını yermek için yazılan Apocalypse de Pseudo-Methodios adlı kitapta Türkler için şunlar yazılıdır: “Kuzeyden gelen kavimler insan eti yerler, vahşi hayvanların kanlarını su gibi içerler. Yılan, akrep gibi toprak üzerinde sürünen ne kadar iğrenç hayvan varsa bunları ve hayvan leşlerini yerler. Yeni doğmuş bebekleri öldürüp, onları annelerine sunar, sonra da etini yerler. Yeryüzünü kirletip, kokuturlar. Hiç kimse bunlara karşı gelemez.”1
1940’larda Türkiye’de de ders veren ünlü bilim adamı Prof.Dr.Fritz Neumark, Avrupalıların Türklere ve Türk tarihine bakışını açıklarken şunları söylemektedir: “İçtenlikle itiraf etmeliyim ki Avrupalı, Türkleri sevmez; sevmesi de mümkün değildir. Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanların ve kilisenin asırlardır hücrelerine sinmiştir. Avrupalılar Türkleri Müslüman olduğu için sevmez ama laiklik şöyle dursun, Türkler Hıristiyan olsa da onlara düşman olarak bakmaya devam eder. Türkler pek farkında değiller ama Avrupalılar şu gerçeğin farkındadırlar: Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih diye birşey kalmaz”2

Tarihten Korkmak

Batılıların eskiye giden ve bugün de devam eden Türkiye ve Türk karşıtlığı, kaçınılmaz olarak doğrudan Türk tarihini hedef almakta ve bu tarih hala “belleklerden silinmesi” gereken gizil (potansiyel) bir tehlike olarak görülmektedir. Türkiye’de “Avrupa Birliği Büyükelçisi” olarak görev yapan Karen Fogg’un; “Bir de şu Türk tarihinden kurtulsak”3 biçimindeki sözleri bu görüşün günümüzdeki en açık ve kaba örneklerinden biridir.

Amerika’da Söylenenler

ABD Başkanı Thomas Woodrow Wilson’un (1856-1924) isteği üzerine ve 1917’de yayınlanan Bağlaşık (Müttefik) bildirisinde; “uygar dünya bilmelidir ki bağlaşıkların temel amacı herşeyden önce, Türkler’in kanlı despotluğuna düşmüş olan halkların kurtarılmasını ve Avrupa uygarlığına kesinlikle yabancı olan Türklerin Avrupa dışına atılmasını içerir” biçiminde açıklama yapar.4
Amerikalı Senatör Upshow 1927 yılında Senato’da yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: “Lozan Antlaşması, Timurlenk kadar hunhar, müthiş İvan kadar sefil ve kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatör’ün zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir diplomatik anlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde Türk zaferi dediler...”5
Amerikalı senatörün çarpık görüşleri kendisiyle sınırlı değildir. Bugün olduğu gibi o günlerde de Batılı devletler, Türkiye ve Türkler’e karşı ırkçılığa dayalı görüş ve davranışları resmi politika haline getirmişlerdi. Bir başka Amerikalı parlamenter senatör King aynı yıl senatoda yaptığı konuşmada, Türkiye’de kapitülasyonların kaldırılmış olmasının, uluslararası anlaşmalara aykırı olduğunu söyleyerek; “Türkler cahil, fanatik ve nefret dolu insanlardır” diyordu.6
Harvard Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörlerinden Albert B.Hart, öğretim üyeleri arasında topladığı 107 imzalı bir metni, senatörlere ve hükümet yetkililerine göndermişti. Bu metinde şunlar yazılıdır: “Türklerin Avrupa ve uygar uluslar çerçevesinde yeri yoktur. Kemalist rejim mutlaka çökecek ve milliyetçi Türk Hükümeti’nin amaçları asla gerçekleşmeyecektir.”7

İngiltere’de Söylenenler

İngilizlerin çok saygı duydukları, yaşlı Başbakanları Gladstone, 19.yüzyıl sonlarında Türkler için şunları söylüyordu: “İnsanlığın tek insanlık dışı tipi Türklerdir.”8 1919 yılında İngiltere Başbakanı Lloyd George’un görüşleri ise şöyleydi: “Türkler, ulus olmak bir yana, bir sürüdür. Devlet kurmalarının ihtimali bile yoktur... Yağmacı bir topluluk olan Türkler, bir insanlık kanseri, kötü yönettikleri toprakların etine işlemiş bir yaradır.”9
Tarih, Avrupalıların yok etme örnekleriyle doludur. William Barry, yok etmeyi, Türklere uygulamak isteyen Batılılardan biridir. 1920’de yazdığı Constantinople adlı kitabında açıkça dile getirdiği düşünceleri, yalnızca kişisel duygular değil, Avrupa’da yaygın olan bir anlayış ve yerleşik bir politikadır. Barry, sözkonusu kitapta şunları yazar: “Türkleri sistemimize katmak ve asimile etmek için yapılan girişimlerin tümü başarısız olmuştur ve ilerde de başarısız olacaktır. Onlar Orta Asya platolarından yola çıkmış ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun sonunu hazırlamışlardır. Er ya da geç geldikleri yere dönmelerini sağlamak, uygarlığın üzerimize yüklediği bir zorunluluktur. Ben, Hıristiyan halklarının birgün birleşip Anadolu’yu bin yıl öncesi gibi, süt ve bal taşan şehirlerle dolu hale getirmesini istiyorum.”10

Almanya’da Söylenenler

Konrad Adenauer Vakfı’nın Türkiye Danışmanı, Alman Dışişleri Bakanlığı’nın finanse ettiği Alman Doğu Enstitüsü’nün Müdürü Udo Steinbach, 15 Eylül 1998 günü Lingen Akademisi’nde verdiği konferansta şunları söyledi: “Sorun, Atatürk’ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizmin ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur. Olmadığını Türkiye’de yaşayan Türk–Kürt, Müslüman–laik, Alevi–devlet çatışmalarında görmekteyiz. Bu uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu? Önce Ermenileri yok ettiler, sonra da Rumları. Kürtleri bugüne dek neden yok etmediler bilinmez.”11
Udo Steinbach’ın, olaylara “insanları yok etme” anlayışıyla bakması doğal olarak yetiştiği toplumun değer yargılarıyla ilgili bir sorundur. Gelişkinlikle ilkelliği en uç noktalarda birlikte yaşatmayı “başaran” Almanya, dünya siyasetine Hitler’i, “toplama kamplarını” ve “gaz odaları”nı armağan etmiş bir ülkedir. Alman devlet politikası, kökleri eskiye giden ve Udo Steinbech’ın “insan yoketme” mantığıyla örtüşen geleneklere sahiptir. Almanlar bu geleneklerini şimdi farklı söylemlerle dile getiriyorlar. Hitler gibi dünya pazarları için mücadele ediyorlar ama ona sahip çıkmıyorlar.
Herkese inanılmaz gelebilir ama Hitler’in işlediği suçların sorumluluğunu, Türklerin üzerine yıkmaya çalışıyorlar; “insanları yok etmeyi” ve “gaz odalarını” Hitler’in, Türklerden öğrendiğini söylüyorlar. “Alman Parlamentosu Bilimsel Çalışma Servisi” adlı örgütün, 3 Nisan 2000 tarihli raporunda şunlar yazıyor: “1915 yılındaki soykırımda, Alman Nasyonal Sosyalistlerinin 25 yıl sonra gerçekleştirdikleri toplu yok etme metotları önceden uygulandı; ‘çalıştırarak yok etme’, kurbanların hayvan vagonlarında taşınması ve insafsız tıbbi deneyler yapıldı. Ermeni askerlere ve sivillere tifo virüsü aşılandı, Trabzon’da Ermeni çocuklar hamam süsü verilmiş odalarda zehirli gaz ile öldürüldü. Görünen o ki, Adolf Hitler, Türklerin soykırımı hakkında çok iyi bilgi sahibi olmakla kalmamış, bunu bir örnek olarak da almış.”12

Fransa’da Söylenenler

1918’de, Türkiye Hıristiyanlar’ın Soykırımı adlı bir kitap yazan Fransız K.D’Any, kitabını “Türk barbarlığının kurbanı 2 milyon Ermeni’ye” adar ve önsözünde şunları söyler: “Genel insan uygarlığı açısından bakıldığında, Türkler’in Batı kültürüne korkunç bir darbe vurduğu görülür. Yaptıkları soykırımlarla, soylu ve üstün bir ırkın, aşağılık ve soysuz bir ırk tarafından yokedilmesine neden olmuşlardır. Bugün tanık olduğumuz, soykırımların en yeni biçimidir.”13
19.yüzyılda C.G.Bello, Türkiye Üzerine Notlar ve Düşünceler, adlı kitabında Türkler hakkında yazılmış olumsuz görüşleri biraraya getirir ve Avrupa’da yaygın olan ne kadar sapkınlık varsa bunları Türkler’e yakıştırır: “Türkler, tüm varlıklarıyla kendilerini en aşağılık zevklere adamışlardır. Fuhuş, oğlancılık, ahlaksızlık ve ensest ilişkiler batağında yuvarlanarak, kendilerini sadist bozukluklara vermişlerdir.”14
C.G.Bello, savlarını bu görüşlerle sınırlı bırakmaz ve tam bir ırkçı yaklaşımla Türk çocuklarını da içine alan akıl dışı savlar ileri sürer. Türkler’in sahip olduğu ne kadar kişisel ya da toplumsal olumlu özellik varsa, bunların tümünü karşıtına dönüştürerek Türkler’e yakıştırır. Ona göre, “Türk çocuğunun zeka yapısı ırksal özelliğinden dolayı geridir; Avrupalı çocuktaki ilerleme ve uygarlık yaratma yetisi onda yoktur. Bu nedenle Türklerde, başkasının hakkına saygı, kişisel sorumluluk duygusu, dostuna içini dökme, aile yuvası sıcaklığı ve fedakârlık duygusu gibi kavramlar bulunmaz.”15

Yaptığıyla Suçlama

C.G.Bello’nun bunları söylediği dönemlerde, Avrupa’da çocuklar tam bir sahipsizlik içindedir. Ve çok sayıda çocuk ailelerince sokağa bırakılmaktadır. 18.yüzyıl Avrupası, tarih içinde çocuğun en sahipsiz olduğu ve acı bir insanlık dramının yaşandığı bir dönemdir.
1772’de Paris’te, bir yıl içinde doğan tüm çocukların yüzde 43’ü sokağa bırakılmıştı. D’Alembert’e göre bu çocuklar, manastır yakınlarına ya da kilise avlularına bırakılıyordu. Çocuk bırakmak, yalnızca Fransa’da değil, hiçbir Latin ülkesinde suç değildi.16
Avrupa’da bu denli çocuk sokağa bırakılırken, Türkiye’de sokağa çocuk bırakmak bir yana, aile bireylerinin tümünü yitiren çocuk bile sahipsiz kalmıyor, onun eğitim ve gelişimi, akrabalık gelenekleri içinde sağlanıyordu.
Molte Brun, Evrensel Coğrafya kitabında, Bello’nun savlarını bir başka açıdan geliştirir ve Türkleri dünya olaylarına “ilgisiz”, “uyuşuk”, “bilgisiz” insanlar olarak gösterir. Türkler, insancıl yaşam biçimlerine karşın aşağılanır ve şunlar söylenir; “Vurdumduymaz Türk, toplumların içinde bulunduğu çalkantıları bilmez. O rahat sedirindeki yastıklarının üzerinde yatar. Suriye tütünü ve moka kahvesi içer, dans eden köleleri izler. Birkaç afyon tohumu onu Cennet’e, ‘ölümsüz güzelliklerin olduğu yere’ götürür.”17
V.Marac adlı Fransız yazar Türk Sorunu adlı kitabında, İtalyan Bello’nun ırkçı savlarını geliştirir ve son derece ilkel yeni görüşler ileri sürer. Ona göre Türkler, “Anadolu’ya geldiklerinde yanlarında hiç kadın yoktu”. Anadolu’nun güzel kadınlarıyla evlendiler ve “çirkin ırklarını güzelleştirdiler.”18
Birçok insana inanılmaz gibi gelebilir ama Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 27 Şubat 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’na sunulan bir raporda, V.Marac’ın görüşlerinin hemen aynısı yineleniyor ve şunlar söyleniyordu: “Türkler savaşlar ve katliamlarla sürekli kan döktüler. En güzel ve en gürbüz kadınlarla evlendiler, Müslüman olmayan erkek çocukları askere aldılar; bu nedenle Yunan nüfusu önemli ölçüde azaldı. Konstantinopolis’in (İstanbul y.n.) alınmasıyla birlikte yavaş yavaş Yunan ırkıyla karıştılar. Türk ırkı giderek ilkel Türk-Moğol tipinden kurtulup, Ari tipe yaklaştı.”19

İtalya’da Söylenenler

İtalyan yapıtlarında ileri sürülen görüşler, Almanya’dakilerin hemen aynısıdır. “Müslüman Türk” imgesini tanımlayan İtalyan yaklaşımı şu savları içerir; “Türkler; güdülmeye muhtaç, yağmacı, küfürbaz, tembel, askerlik ve savaştan başka bir yeteneği olmayan, saldırgan, haşhaş tüketicisi, kadın düşkünü, bıyıklı, suçluları kazığa oturtan, gülünç bir dil konuşan, zevksiz, güzel sanatlardan anlamayan, cahil, kolay kandırılabilen, kadın satan, okumaz-yazmaz, belgeye ve yasaya değer vermeyen, yalnız kaba güçten anlayan, ezberci, değişmeye direnen, koca gövdeli ama küçük beyinli, kızılderililer gibi insanlardır.”20
Türk düşmanlığının Batıda hala sürdüğünü gösteren en açık belge, Katolik Kilisesine bağlı İtalyan piskoposlarının yayın organı olan, L’Avvanire Gazetesi’nde yazılanlardır. Bu gazete, 3 Ocak 2000 tarihli sayısında, Türkiye’nin AB’ne üyeliği konusunda görüşlerini açıklarken şunları söylemektedir: “Müslüman Türkiye’nin AB’ne girmesi kimliğimize gölge düşürür. Bu üyelik, yan yana büyüyen Hıristiyan gelenekleri ile şekillenen Avrupa medeniyetlerinin temelindeki ittifakları sarsar. Unutmamalı ki ‘Avrupalı Fikri’, başlı başına ‘Düşman Türklere’ ve Türkiye’nin başını çektiği İslam dünyasına karşı gelişti. Ankara ile yakın ilişkiler geliştirmeye evet. Ama farklı tarihi ve kültürel gerçekler farklı kalmalıdır.”21

Yunanistan’da Söylenenler

Yunan yazarı Moskopulos ise, 1920’de yazdığı Tarihleri Tarafından Mahkûm Edilen Türkler adlı kitabında, Türkler’in bulundukları yerlerde oturmaya haklarının olmadığını, geldikleri yere yani Orta Asya’ya gitmeleri gerektiğini ileri sürer ve şunları söyler: “Tarih hükmünü vermiştir. Bu yağmacı ve katiller milletinin Avrupa’da oturmaya hakları yoktur. Atalarının yaşadığı yere gitmelidirler.”22
Moskopulos’un sözlerini Türkiye’nin aynı 1920’deki gibi güçsüz düştüğü 20.yüzyıl sonunda Yunanistan Dışişleri Bakanı Teodoros Pangolos yinelemiştir. Moskopulos’tan 77 yıl sonra, 1997’de, üstelik bir devlet yetkilisi olarak Türkiye ve Türkler için söylediği sözler şunlardı: “Türk askeri ve diplomatik düzeninin bir bölümü, Ege’deki sınırlarımızın ve egemenlik haklarımızın tartışmalı olduğunu söylüyor. Bizim bu konuda Türklerle görüşme yapmamız mümkün değildir. Hırsızla, katille, ırza geçen tecavüzcüyle görüşmemiz olanaksızdır.”23

Kanıtsız Yargı

Türklerin, “uygarlıktan uzak”, “yıkıcı” ve “talancı” barbarlar olduğu yönündeki Batı görüşü, sanılandan ve bilinenden çok daha yaygın, dizgeli ve eskidir. Batı tarihçilerinin çok azı dışında hemen tümünün ortak görüşü olan bu yaklaşım, aynı zamanda devlet politikalarında yansımalarını bulan, resmi görüş konumundadır.
Barbarlık ya da talancılıkla ilgili bilinen görüşler; veriye dayanmadan, kanıt göstermeden sürekli yinelenerek kaba bir propaganda durumuna getirilir ve bu konu, fazla bir incelemeye gerek duyulmayacak kadar açık bir gerçek izlenimi yaratılarak ele alınır; inceleme ve belge bulma değil, kanıtsız yargı öne çıkar. Bu yaklaşım, yalnızca Batı insanı üzerinde değil, özellikle gerileme ve çözülme dönemlerinde kimi Türkler üzerinde de etkili olmuş; yaratılan bilinçsiz ve bilgisiz ortam içinde, yozlaşma ve yabancılaşma eğilimleri yayılabilmiştir.

Tarihin Gerçekliği

İnsanlık tarihinin gelişim süreci içinde pek çok uygarlık ortaya çıktı, gelişti ve kendinden sonrasını etkileyerek ortadan kalktı. Yaşamın sürekli yenilenen ve gelişen akışı içinde yer alan uygarlıklar, bir yandan kendine ait olan bir özgünlüğü temsil ederken; bir başka yandan genel ve nesnel koşulların ortak etkisi altında evrenselin de bir parçası haline gelir.
Toplumsal ilerleme ya da gerilemede belirleyici olan, toplumun özünü oluşturan iç gücüdür ancak bu gerçek; toplumlararası ilişkilerin ve birbirlerine yaptıkları etkinin önemini azaltmaz. Her uygarlık, dayandığı toplumsal yapının aldığı biçime göre yükselir ya da çözülür. Bu belirleyicidir. Ancak, yükseliş ve çözülüşlerde dış ilişkilerin de önemli bir yeri vardır, bu ise etkileyicidir.
Toplumsal yapı gelişip güçlenirken içten dışa, çözülüp güç yitirirken dıştan içe yönelen etki artar; çözülme dış etkiyi, dış etki de çözülmeyi hızlandırır ve bu etkileşim her zaman ve her toplumda, ekonomik ve askeri gelişkinliğin biçim verdiği koşullar altında gelişir.

Uygarlığın Ölçütü

Uygarlıkların, açık şiddet ya da baskı, hangi yöntemle olursa olsun, egemenlik altına alınarak özümlenmesi (asimile edilmesi) daha gelişkin bir uygarlığa sahip olmayı gerekli kılar. Açık şiddet, silah teknolojisi ve askeri üstünlükle; özümleme ise ekonomik ve kültürel üstünlükle olanaklıdır. Hangisi olursa olsun bunları gerçekleştirebilen bir toplum daha gelişkin ve güçlü bir toplumdur.
Sınıflar ve toplumlar arası çatışmaların geçerli olduğu bir dünyada, uygarlığın ölçütü yalnızca toplumsal ya da sanatsal gelişkinlik değil, bunlarla birlikte silah teknolojisi ve askeri örgütlenmede sağlanan gelişkinliktir. Kendini koruyacak askeri gücü yaratamayan toplumlar, yeterince gelişmemiş demektir. Bu toplumlar, kendilerini koruyamadıkları gibi başka toplumlar üzerinde egemenlik kuramazlar, tersine başka uygarlıklar tarafından egemenlik altına alınarak özümlenirler.

Genlere İşlemiş Karşıtlık

Batı kültürünün içine sinmiş olan Türk karşıtlığı, 21.yüzyıla girildiği günümüzde de etkisinden pek bir şey yitirmeden sürmektedir. Kişisel davranışlarda, biçimsel kibarlıkların arkasında ustaca gizlenmiş son derece kaba duygular vardır ve bu kabalık, üstelik okullarda okutulan ders kitaplarına yansıtılmıştır.
1987 yılında Almanya’da yayımlanan sözlükte Türkler şöyle tanımlanır: “Türkler: Dinsiz, hoşgörüsüz, kaba, vicdansız, acımasız, ahlak kurallarına saygısız, en korkunç günahları işlemeye yatkın, lanetlenmiş korkunç barbarlar, sinsi, korkak, kibirli, aşağılık, güvenilmez, tanrı tanımaz, iğrenç kokulu, kötü, soyu sopu belirsiz bir halktır...”24

Temizlik Sorunu

Türkler’e yakıştırılan bu denli olumsuz nitelik içinde herhalde en aykırı olanı, Türkler’in “iğrenç kokulu” ve pis olduğunu ileri sürmektir. Temizlik ve onun göstergesi hamam, Türk toplumunun en çok önem verdiği konulardı. İslam inancı gerektiğinde günde beş kez su ile temizlenmeyi (abdest) öngörmüştü. Oysa, Avrupalılar özellikle Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra, yıkanmayı, vücut temizliğini bilmez durumdaydılar ve çok pistiler.
Hıristiyan rahibeler birkaç yüzyıl önceye dek, yemek yemeyi hor görür, tenle temas eden yiyeceğin insan ruhunu kirlettiğine inanırlardı. Bu nedenle pisliği, dinsel bir koruyucu olarak görür, “temizlikten tiksinti duyarlardı”. Onlara göre; “yıkanmamış ellerle yemek yemek insanı kirletmez”di.25
Hıristiyan kadınlar, “çıplak vücutlarının erkekler tarafından görülme tehlikesi” nedeniyle yıkanmaz, pisliği erdem sayarlardı. Pisliğin ürünü olan bitler, “Tanrı’nın incileri ve azizliğin belirtisi” sayılırdı. Ermişliğin simgesi sayılan din büyükleri “yüce azizler”, ayaklarının “ırmak geçmek dışında suya hiç değmediğini” söyleyerek övünürlerdi.26 Kastilya (İspanya) Kraliçesi İsabella; yaşamı boyunca iki kez yıkanmıştı.27
18.yüzyıla dek erkeklerin parfüm kullanmalarının nedeni “pis bedenlerinin kokusunu önlemek”, peruk takmalarının nedeni ise “bitle dolu olan saçlarını” örtmekti.28 17.yüzyıl başında İstanbul’a gelen İngiliz Büyükelçiliği görevlileri, ayak yolu’nu (helâ) bilmiyor, gereksinimlerini oturak (lazımlık) denilen kaplarla gideriyorlardı. Ancak, oturak’ı çevreyi kirletmeyecek biçimde, belli bir yere değil, pencereden dışarıya döküyorlardı. Bu nedenle İstanbul içinde oturmalarına izin verilmemiş ve o zaman için kent merkezine oldukça uzak bir yer olan Sarıyer’e yerleştirilmişlerdi. 19.yüzyıla gelindiğinde, kesin olarak ayakyolu kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim’e taşınmalarına izin verilmişti.29

DİPNOTLAR

  1. Anastasios Lolos (editör), Die Apolaypse des Pseudo-Methodies, Meisenheim am Glan”, 1976, sf.130; ak. S.Yerasimos, “Türkler” Doruk Yay., sf.18
2 Unıverstelıler@topica.com, ak, Yalçın Bayer Hürriyet, 23.06.2002
3 Haluk Tarcan H.tacan@wanadoo.fr
4 “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, İst. Mat.-1974, sf.34
5 “Amerika, NATO ve Türkiye” Prof.Dr.Türkaya Ataöv sf. 172 ak. Emin Değer “Oltadaki Balık” Çınar Araştırma 5. Bas., sf.182
6 “Amerika, NATO ve Türkiye” Prof.Dr.Türkaya Ataöv sf. 172 ak. Emin Değer “Oltadaki Balık” Çınar Araştırma 5. Bas., sf.182
7 a.g.e. sf.183
8 “Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük” Tarık Zafer Tunaya Arba Yay. 3. Baskı, sf.141
9 a.g.e. sf. 141 ve “Çanakkale Olayı” David Walder, İst. 1971, sf. 287 ak. D.Avcıoğlu “Milli Kurtuluş Tarihi” İst. Mat. 1. Cilt sf.35
10 “Constantinople”, William Barry, Nimeteenth Century and After, Londra, 1920, sf. 728; ak. Stephane Yerasimos, “Türkler” Doruk Yay.-2002, sf.49
11 “Türkiye’de Alman Vakıflarının Marifetleri” Tamer Bacıoğlu, Cumhuriyet 06.07.1999
12 “Naziler Soykırımı Türklerden Öğrendi” Aydınlık 11.02.2001
13 “L’Extermination des chretiens de Turquie. Ala memoire victimes de la barbarie turque”, K.D’Any Lausanne, Imprimerie La Concorde, 15 Juillet 1918, p.25; ak. httb: // www.tetedeturkck.com/prejuges / Prejuges. htm
14 “L’Angleterie, La France et le Probleme de Constantinople Notes et Reflections surla Turquie” C.G. Bella, Paris Librairie des Sciences et Sociales, 1920, P-15–17; ak. http: // www. tetedeturc . com/prejuqes/prejuges.htm
  1. L’Angleterre, la France et le probleme de Constantinople. Notes et reflexions sur la Turquire” C.G.Bello 1920, sf.35-37; ak. S.Yerasimos “Türkler” Doruk Yay.-2002, sf.42
  2. Cinsel İlişkiler Tarihi” Andre Daninos Gelişim Yay.-1774, sf. 144; ak. Hüseyin Kılıç, “Batıda Kadın” Otopsi Yay., 2002, sf.237
  3. Geographie Universelle” Malte-Brun, 1860, Paris, Geme Edition; ak. httb: // www. tetedeturc . com / prejuges.
  4. La Question de Turquie”, V.Marc, La Liquidation de la dette Publique Ottomane, Paris, L’Orient İllustre, 1919 sf.7-8; ak. a.g.e. sf.40
  5. Le Role Economique des Grecs en Thrace” Alexandra Antoniades, 27 Şubat 1919’da 19191 Barış Konferansına Sunulan Rapor, Paris, 1919, sf. 5; ak. a.g.e. sf.41
  6. Türk Kimliği” Prof.Bozkurt Güvenç, Remzi Yay., 6.Bas.2000, sf.290
21 “Kilise, Türkiye’nin AB Adaylığına Karşı” Nilgün Cerrahoğlu Milliyet 10.01.2000
22 “Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük” Prof.T.Z.Tunaya, ARBA Yay., 3.Basım-1994, sf.42
23 “Pangolos Türkiye’ye Hakaret Yağdırdı” Cumhuriyet, 25.09.1997
24 “Das Neue Lexikon Der Vorurteile” Jogschies 1987, 100; ak. Prof.Bozkurt Güvenç “Türk Kimliği” Remzi Kit, 6.Bas.-2000, sf.291
25 “İncil” Matta, 15/20; ak. H.Kılıç, “Batı’da Kadın” Otopsi Yay., İst.-2000, sf.149
26 “Batı Felsefesi Tarihi” Bernard Russel, 2.Cilt, sf.130; ak. a.g.e. sf.149
27 “Tabular ve Tuhaf Adetler” Ayhan Korkmaz Aykın Yay.; ak. Cumhuriyet 22.05.2004
28 “Kadın ve Erkek ruhsal ve Cinsel İlişkiler Ansiklopedisi” 2.Cilt, sf. 374; ak. a.g.e sf.227
29 a.g.e.; Cumhuriyet 22.05.2004


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder