31 Mart 2014 Pazartesi

CUMHURİYET HALK PARTİSİ-1 (KURULUŞ)


Yaklaşık birbuçuk yıl içinde yapılacak üç önemli seçimden, yerel yönetimlerle ilgili olanı 30 Mart'da yapıldı. Halkın önemli bir bölümü, son dönemde siyasi ve insani ahlakla bağdaşmayan olayların yaşanması nedeniyle, yönetim erkini elinde bulunduranların güç yitireceğini bekliyordu. Bu beklenti gerçekleşmedi. CHP ve MHP ancak AKP kadar oy alabildi. Acaba daha iyi bir sonuç elde edebilirler miydi? Bu soruya yanıt vermek gerekir. Bunun için bu iki partinin, özellikle de CHP'nin; bugünkü yapısını, halkla ilişkilerini ve tarihsel köklerini incelemek gerekir. Cumhuriyeti kuran, devrimleri gerçekleştiren ve Türkiye'yi çağa taşıyan bir parti nasıl oluyor da karşı devrimci bir parti karşısında bir varlık gösteremiyor? CHP'nin kuruluşu ve günümüze dek geçirdiği süreç incelendiğinde bu soruya bir yanıt bulunabileceği kanısındayız. Dört bölüm halinde hazırladığımız yazıları bu amaçla yayınlıyoruz.

26 Mart 2014 Çarşamba

PARTİLERDE BİRLİK SORUNU VE YAPILANMA




Politik mücadele yürüten partilerin örgütsel gücü; ülke çıkarlarını her türlü kişisel çıkarın önüne koyan, inanç ve amaç birliğine sahip, kararlı ve özverili insanların parti çatısı altında örgütlenmesine ve bu kadroların kitlelerle kurdukları ilişkilere dayanır. Baskının her türüne ve siyasal saldırılara karşı direnebilmenin ve ayakta kalmanın tek yolu bu dayanışmanın sağlanmasıdır.


24 Mart 2014 Pazartesi

PARTİ VE DEMOKRASİ


Partilerle siyasi demokrasi arasında, biribirini etkileyip geliştiren bir ilişki vardır. Çalışanlar, siyasi savaşımın araçları olarak parti örgütlenmesini bulup yetkinleştirirken, demokrasinin sınırlarını da kendilerinden yana genişletmiş olurlar. Başlangıçta, emekçilerin partilerle örgütlenmemesi için her türlü baskıyı kullanan egemenler, istemlerine baskıyla ulaşamayacaklarını anlayınca, partileri ele geçirmeye ya da kendi partilerini kurmaya yöneldiler. Parti oluşumunu meşrulaştırarak onların gerçek kullanıcıları oldular. Toplumsal karşıtçılığı (muhalefeti), denetim altında tutarak “demokrasi” sınırları içinde azınlıkta tutmak, olmazsa güç yöntemleriyle ezmek, yüzyılımızın geçerli politikasıdır. “Seçim olsun ama ben kazanayım” anlayışı, egemenlerin değişmez kuralıdır. Partilerle siyasi demokrasi arasındaki ilişki incelemeye değer bir konudur. Alttaki yazıyı bu amaçla yayınlıyoruz.

20 Mart 2014 Perşembe

PARTİ SORUNU

PARTİ SORUNU




Toplumsal savaşım (mücadele) araçları olarak partiler, günümüzde her zamankinden çok yaygınlaşıp önem kazanmıştır. Bir zamanlar partileri kapatıp yasaklayan egemenler, kitlelerin demokratik savaşımı karşısında parti varlığını kabullenmek zorunda kalmıştır. Ancak, bunu öylesine ustalıkla yapmıştır ki, sonuçta yönetime ulaşan partiler hep onun denetiminde kalmıştır. Görünüşte “herkes parti kurabilir, halktan oy alırsa yönetime gelebilir.” Oysa, olay bu denli basit değildir. Parti konusuna kafa yoranlar ve özellikle bu yönde eyleme geçenler güç ve karmaşık ilişkilerle uğraşmak zorunda kalacaktır. Parti sorununu doğru kavramak için, toplumsal bilince ve geniş bir tarih bilgisine gereksinim vardır. Parti sorunu bir kültür sorunudur. Önümüzdeki üç yazıyı, yerel seçimler nedeniyle güncel olan parti konusuna ayırıyoruz. İlerde; küreselleşme parti ilişkisini, Batı partilerini ve Türkiye’deki kimi partileri ele alıp inceleyeceğiz. Yazılar; parti üyelerine, duygudaşlarına (sempatizanlarına) ve oy verenlere umarız yararlı olur, bu konuda bir bilinç yükselmesi sağlar.

Parti, ortak politik inançları olan ve toplumsal yaşamı inançlarına uygun olarak yeniden örgütlemek için, benzer yöntemlerle uğraş veren insanların gönüllü birlikteliği ya da temsil etmeye çalıştığı kitlenin en ileri ve en bilinçli unsurlarının oluşturduğu, merkezi bir örgüttür.

17 Mart 2014 Pazartesi

16 MART 1920 : İSTANBUL’UN İŞGALİ VE “MECLİSİ MEBUSAN”



İstanbul Meclisi gerek oluşumunda, gerekse kısa süren yaşamı içinde, toplanma yeri konusunda olduğu gibi, katılım konusunda da Mustafa Kemal’i çok uğraştırdı. Kurtuluş Savaşı’nın hemen başlangıcında, ona belki de en sıkıntılı günlerini yaşattı. Milli mücadeleye katılan ya da katılacak nitelikte olanların, milletvekili adıyla da olsa, işgal altındaki İstanbul’a gitmesini istemiyor ancak isteğini kabul ettiremiyordu. En yakın arkadaşlarını bile ikna edemeyen, sözü dinlenmeyen, etkisini yitirmiş bir önder durumuna düşmüştü. Vahdettin, kısa bir süre için, siyasetinde başarı sağlamış gibi göründü. Ancak, Meclis, açılışından birkaç ay sonra, İngiliz askerlerince basılıp kapatılınca ve birçok milletvekili tutuklanıp Malta’ya sürülünce, haklılığı ortaya çıktı, saygınlığı arttı.

10 Mart 2014 Pazartesi

ABD, AB İLİŞKİLERİ VE YİTİRİLEN DEĞERLER






İçte ve dışta dile getirilen söylemler, umut yaratmaya yönelik çağrılar ve pahalı ilanlarla desteklenen programlar; halkın çözüm bekleyen sorunlarından ve ulusal hakların korunup güçlendirilmesinden çok uzaktır. Küresel karmaşanın güvensiz ortamında, kitleler, sahte umutlarla dolu sanal bir dünya yaratılarak aldatılıyor. Ancak, daha önce de denenen ve şimdiye dek başarılı gibi görünen bu girişimin sahte söylemlerine, halk artık inanmıyor; kitleler söylenenlerin ve program amaçlarının, kendilerinden ve ulusal haklardan uzak olduğunu artık görüyor.

6 Mart 2014 Perşembe

ESKİ TÜRKLERDE AİLE DÜZENİ VE KADININ TOPLUMDAKİ YERİ

 

8 Mart, Türkiye’de de 'Dünya Kadınlar Günü' olarak kutlanıyor. 1857 yılında New York’ta greve giden kadın işçiler, polisler tarafından fabrikaya kilitlenmiş, çıkan yangında 129 işçi yanarak can vermişti. Amerikan şirketlerinin vahşiliğini ortaya koyan bu olay, işçi sınıfı tarihinde acılı yerini almıştır. İkinci (sosyalist) (1910) ve üçüncü Enternasyonal (komünist) (1921), 8 Mart’ı ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ olarak kabul etti; Birleşmiş Milletler 1977’de “Emekçi” sözcüğünü kaldırarak ve “yangın” dan söz etmeyerek bu kabule katıldı.
1970’e dek ABD’de kutlanmayan 8 Mart, Türkiye’de çok dar bir çevrede de olsa ilk kez 1921’de kutlandı; bu günde kutlanıyor. Ancak, kutlamalarda; bir oturmamışlık, yapaylık ve Türk toplum yapısına uyumsuzluk kendini hemen göstermektedir. Kadınlara yönelik olarak tarihten gelen değerlerden söz edilmezken, son dönemlerdeki toplumsal çürüme ve çözülmenin neden olduğu şiddet eylemlerinden, cinayetlerden, başına Türkler için neredeyse kutsal bir anlamı olan “töre” sözünü koyarak, gelenekler aşağılanıyor. Bu nedenle 8 Mart’ı başka türlü anmak istedik ve aşağıdaki yazıyı hazırladık.

Eski Türklerde kadının toplum içindeki konumu ve aile düzeni, hemen hiçbir toplumda görülmeyecek düzeyde uygar ve demokratik ilişkiler üzerine kurulmuştu. Günümüz olayları göz önüne getirildiğinde, bu ilişkilerde ne denli yozlaşma yaşandığı görülecektir. Bugün kadına şiddet ya da aile ilişkilerindeki bozulmayı ileri sürerek kendimizi aşağılama ve özellikle Batı’ya özenme kuşkusuz üzüntü vericidir. Ancak, daha çok üzücü olan, geçmişi bilmemek ve ondan yararlanmamaktır. Büyük kentlerde yoğunlaşan bozulmaya karşın, Anadoluda geçmişi yaşayarak yaşatan insanlarımız ne mutlu ki hâlâ vardır. Amerikalıların yaptığı bir araştırmaya göre Türk toplumları içinde bin yıl önceki ilişkiler, Ortaasya da yüzde 67, Anadolu da yüzde 37 oranında yaşamaktadır. Bu yüksek bir kültürün varlığını sürdürmesi demektir, Türklerin kökleridir. Aşağıdaki yazıda eski Türklerin kadın ve aile konusuyla ilgili bilgilerini bulacaksınız.

3 Mart 2014 Pazartesi

HİLAFETİN KALDIRILMASI




Hilafetin kaldırılması, devlet ve toplum yapısında yer etmiş, din inancıyla ilişkili, dört yüz yıllık bir kurumun ortadan kaldırılmasıydı. Atatürk yeniliğin öncüsü olarak, güçlü ve duruma hakim görünüyordu. Halkın desteğine sahip Cumhurbaşkanı, köylere dek örgütlenen Halk Fırkası’nın Genel Başkanıydı. Ordu başta olmak üzere devlet birimleri ona bağlıydı. Yönetim gücü elindeydi, bu gücü dilediği zaman harekete geçirebilirdi. Ancak, konu Halifeliğin kaldırılması olduğunda, nelerle karşılaşılacağı, görünürdeki iktidar gücünün ne kadar işe yarayacağı ve toplumu yönlendirecek gerçek iktidar gücünün kimde olduğu, belirsizleşmeye başlıyordu.