27 Şubat 2014 Perşembe

20.YÜZYIL: ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞLARI ÇAĞI





Ulusçuluk ve toplumculuğun, 20.yüzyılın ilk yarısındaki altın çağı, yerini adım adım Yeni Dünya Düzeni’nin, küresel egemenliğine bıraktı. 20.Yüzyılın ilk yarısında ulusal bağımsızlık savaşımları ikinci yarısında ise emperyalizm etkili oldu. Şimdi 21.yüzyıldaki son kapışma bekleniyor. Beklenen yeni döneme yönelik sonuçlar çıkarabilmek için, ulusçu savaşımın kimi ortak özelliklerini bir kez daha irdelemekte yarar var. Günümüz dünyasını tanıyıp koşullarını kavramak ve geleceğimize yön verebilecek bir bilinç düzeyine ulaşmak için bu şart.

23 Şubat 2014 Pazar

RUS DEVRİMİ VE SOVYETLER BİRLİĞİ




24 Şubat 1917’de, Rusya’nın başkenti Petrograd’da, açlık çeken ve eksi yirmibeş derecede ekmek kuyruklarında bekleşen halkın, fırınlara saldırmasıyla gelişen olayların, sosyalist bir devlet ortaya çıkaracağı kimsenin aklından geçmemişti. Günün özgün koşullarının ve iyi örgütlenmiş bir parti yetkesinin yarattığı yeni devletin, sosyalizmi ne düzeyde temsil edebileceği bugün yoğun olarak tartışılıyor. Ancak, gözardı edilemez bir gerçekliktir ki, Sovyet Devleti 20.yüzyıla damgasını vurmuş ve Sosyalizmi ‘kitap sayfalarından’ çıkararak, yaşamın içine taşımıştır.

17 Şubat 2014 Pazartesi

CUMHURİYET VE HUKUK DEVRİMİ




 

17 Şubat, Medeni Kanun ’un yasalaştığı gündür. Ancak, 1926 yılında gerçekleştirilenler, yasa çıkarmanın çok ötesinde bir başka boyuta sahiptir. Türk toplumu, girdiği devrimler sürecinde, hukuk alanında da büyük bir yenileşme atılımı gerçekleştirmişti; hukukta devrim yaşanmıştı. Bu devrim; evrensel hukukla çelişmeyen, Türk toplumuna uyumlu, gelişmeye açık ve devrimci bir öze sahipti. Aşağıdaki yazıyı, hukuk sefaletinin yaşandığı günümüzde yararlı olması dileğiyle yayınlıyoruz.


Osmanlı’nın son döneminde hukuksal düzen, içinden çıkılmsı olanaksız bir karmaşa içindeydi. Değişik alanlarda birçok mahkeme türü vardı. Konsolosluk Mahkemeleri yabancılar, Karma Mahkemeler yabancılarla Osmanlılar, Yerli Mahkemeler ise Osmanlılar arasındaki uyuşmazlıklara bakıyordu. Bunlardan başka, geleneksel Şer-i Mahkemeler ve Nizamiye Mahkemeleri vardı. Ticaret hukukunda; icra-iflas, kambiyo, çek, proforma fatura, sigorta, banka faizi gibi işlemler dine uymadığı gerekçesiyle yasaklanmıştı. Bireyleri ilgilendiren medeni hukuk fıkıh kurallarının değişmezliği üzerine kurulmuştu. Aile hukuku, çağın çok gerisindeydi. Bir erkek dilediği kadar kadınla evlenebiliyor, koca üç kez boş ol dediğinde karısını boşayabiliyordu. Çocuklarda evlenme için bir yaş sınırı yoktu. Miras hukuku, kadına yönelik haksızlıklarla doluydu. İki erkek kardeşten biri öldüğünde, ölenin çocukları kız ise, miras onlara değil erkek yeğenlere kalıyordu. Cumhuriyet, Hukuk Devrimi ’ni bu koşullar içinde ve yanlızca iki yıllık bir hazırlık döneminin sonunda yaptı. Okuyucu aşağıdaki yazıyı; geçmişi, yapılanları ve bu günü bütün olarak değerlendirerek ele almalıdır. Bu yapıldığında, Hukuk Devrimi ’nin anlam ve önemi daha iyi anlaşılacaktır.

10 Şubat 2014 Pazartesi

KÜRESELLEŞME VE EMEK SERMAYE ÇELİŞKİSİ


21.yüzyıla girerken, çalışanlar açısından dünya yüzyıl öncesinin koşullarından daha iyi bir ortam oluşturmuyor. İşçiler birçok bakımdan belki de daha kötü durumdalar. İşçilerin bir bölümü o güne göre, belki daha çok kazanıyor daha çok geziyor ve teknolojik nimetlerden daha çok yararlanıyor ama büyük bir bölümü çalışma ve işsizlik sorunları nedeniyle, yaşam sevincini ve gelecek umutlarını yitirmiş durumda. Geçmişe özlem, artık yalnızca yaşlılara ait bir duygu değil. Dünyanın birçok yerinde insanlar, Fransız ihtilalinin “eşitlik-özgürlük-kardeşlik” söyleminin yaşama geçmesini bekleyen işçi adayı serfler durumunda. Dünya sanki yeni bir feodal döneme girdi.

5 Şubat 2014 Çarşamba

TÜRK YÖNETİM GELENEĞİ VE KATILIMCILIK



“Antik Çağ Ege ve Roma Uygarlıkları” ile “Demokrasi ve Parlamentoların Ortaya Çıkışı” yazılarında, Batı toplumlarındaki devlet biçiminin (demokrasinin) oluşumu incelendi. “Türk Yönetim Gelenekleri ve Katılımcılık” başlıklı bu yazı ise, okuyucunun toplumlararası ayrımı görmesi amacıyla hazırlandı. Eşitliğin ve katılımcılığın Batı toplumlarında oluşup kurumsallaştığına olan yaygın kanının, gerçeği yansıtmadığı bu üç yazı birlikte değerlendirildiğinde açıkça görülecektir. Özgürlüğe yönelik türe (adalet) duygusunun topluma egemen kılınarak devlet politikası durumuna getirilmesi, eski Türklerdeki yönetim biçiminin temel özelliğidir. Bu İslamiyetten önce de böyleydi, sonra da böyledir. Türkler, Batı toplumları gibi köleci düzeni yaşamadı ve devleti başından beri toplumun tümünü temsil eden toplumsal bir güç yaptı. Bu tutum, onlara daha katılımcı, eşitlikçi ve daha özgürlükçü yönetim biçimlerini kurabilme olanağını verdi. Batılılar bunu, sınıfsızlığın ve mülkiyetsizliğin yarattığı geriliğin göstergesi saydı. Oysa, bu düzen söylenenlerin tam tersi; her köken ve dinden geniş kitleleri kapsayan, onlara kendilerini geliştirme ve ifade etme olanağı veren demokratik bir içeriğe sahipti. İnsanlara, yaşanabilir eşitlikçi bir ortam sunulmuştu.


3 Şubat 2014 Pazartesi

DEMOKRASİ VE PARLEMENTOLARIN OLUŞUMU




Seçimler ve meclislerle halkın kendisini yönetecek kişileri belirlemesine, bugün demokrasi deniyor. “Oy” ve “sandık” kutsanıyor ve yönetimin bu biçimde oluşturulması çağdaşlık sayılıyor. Doğru gibi görünse de biraz düşünüp yaşananlara bakınca, bunda bir çarpıklık olduğu görülüyor. Türkiye’de; Meclis’in oluşumu, seçim yasaları, barajlar, dağıtılan paketler, din ticareti, para ve medya kullanımına bakınca; oluşturulan siyasi düzenin, seçilecekleri değil seçilemeyecekleri belirleyen bir kurmaca olduğu ortaya çıkıyor. Bu denli ilkel olmasa da “demokrasinin” çıkış yeri Batı'da da durum farklı değil. Yönetimi orada da, halk değil egemenler belirliyor... Bu neden böyle? Meclisler ve seçimler nasıl oluştu? Hangi gereksinimin ürünleridir? Bu sorulara yanıt verilmesi gerekir. Bu yapıldığında şu sonuçla karşılaşılacaktır:  Batı'da, bir takım “erdemli” insanlar ortaya çıkıp, halk yönetimini kendi belirlesin, eşitlik ve özgürlük gerçekleşsin diye demokratik bir düzen kurmamıştır. “Demokrasi” denilen işleyiş; çıkarlar, kanlı hesaplaşmalar ve çatışmalarla dolu bir sürecin sonucudur. İktidar kavgalarının ürünüdür. Siyasi sonuçları, bizim için düşüncelerde kalan ancak Batı için yaşamın içinden çıkan ve ekonomik dayanakları olan bu süreç, sınıflar ve inançlar çatışmasıdır.