21 Kasım 2013 Perşembe

DIŞA BAĞLANMANIN KÖKLERİ; OSMANLIDA İMTİYAZLAR


Yabancılara; ekonomik, siyasi ve hukuksal alanda ayrıcalık (imtiyaz) tanıma, Anadolu Selçuklularına dek gider. Kolaycılıkla öngörüsüzlüğün içiçe geçtiği uygulamalar, verildikçe bağlanan bağlandıkça verilen ödünler halinde yüzlerce yıl sürdü. Selçuklulardan sonra Osmanlı Devlet’inin de yıkımını hazırlayan koşulları oluşturdu. Kapitilüsyon olarak da tanımlanan imtiyazlar süreci; yabancılara, ekonomik yaşama, bağlı olarak da siyasi yaşama, devletin güçlü olduğu dönemlerde bile yön verme gücünü vermişti. Uygulamalar, devletin iç-dış ticaret üzerinde karar vermedeki girişimgücünü (inisiyatifini), mal ve kişiler üzerindeki hukuksal yaptırım yetkisini, giderek kullanamaz duruma getirdi. Siyasi bağımsızlığı doğrudan ilgilendiren yönetim hakları, önce zedelendi sonra ortadan kalktı.



İlk İmtiyazlar

Osmanlılar, serbest ticaret ve imtiyaz verme anlayışını, Selçuklular ve Anadolu beylikleri döneminden alarak neredeyse doğal bir kuralmış gibi sürdürmüşlerdir. Geniş kapsamlı ilk imtiyazlar, Fatih Sultan Mehmet döneminde Venedikliler’e verildi. Fatih, 1451’de tahta çıktığında, önceki ayrıcalıkları arttıran yeni bir serbest ticaret anlaşması imzalattı.1
İstanbul alındıktan sonra, 1454’de anlaşma yenilendi. Venedik Cumhuriyeti’ne, İstanbul’daki yurttaşlarını yönetecek ve kendi hukukunu uygulayacak, diplomatik bir yetkili (balyos) atamasına izin verildi. Venedikliler, İstanbul’da ya da İmparatorluğun herhangi bir yerinde yerleşebilecekler, köle edinebilecekler ve öldüklerinde bırakacakları vasiyet yerine getirilecekti.2

Patrikhanenin Ayrıcalıkları

Fatih, yabancıların yanı sıra, Osmanlı uyruğundan Hıristiyan’lara, özellikle de Patrikhane’ye geniş yönetsel ve hukuksal haklar tanıdı. İstanbul Patriği’ne büyük saygı gösterdi, kilisenin örgütsel işleyişine karışmadı. Patrikhane’nin, adeta devlet içinde ayrı bir devlet gibi, belki de Bizans döneminden daha özgür bir konumla yeniden yapılanmasına izin verdi. Patriği devlet protokolünde, Osmanlı vezirleriyle aynı konuma getirdi, emrine yeniçerilerden bir koruma birliği verdi.3
Fener Rum Patrikhanesi Fatih döneminde, yalnızca dinsel konularda değil, kendisine bağlı Hıristiyan nüfusa yönelik olarak, hukuksal konularda da karar verebiliyor ve verdiği kararı uygulayabiliyordu. Patriğin başkanı olduğu bir meclisi vardı. Ülkenin hemen her yerine dağılmış olan piskoposları, devletin kaymakamlarıyla aynı haklara sahipti. Kilise ve adamları, her türlü vergiden bağımsızdı.4 Daha önce İstanbul’da olmayan ve Fatih’in kurdurduğu, Yahudi Hahambaşılığı ve Ermeni Patrikliği de benzer haklara sahipti.5
Dinsel ve yönetsel ayrıcalıklar, ekonomik ayrıcalıklarla birleşince; Hıristiyan ve Yahudi uyruklar, özellikle ticari ve mali alanlarda güçlendiler. Bunlar, iç pazarda giderek etkili olan yabancı tüccarlarla işbirliği yaparak güçlerini sürekli arttırdılar. Rumlara, Ermenilere ya da Yahudilere tanınan kurumsal haklar o denli genişti ki; bu haklar, günümüzde Vatikan’ın sahip olduğu haklarla kıyaslanabilecek düzeydeydi. Verildiği dönemde önemi görülmeyen ayrıcalıklar, gerileme, özellikle de çöküş dönemlerinde, dış karışmalara temel oluşturacak bir yapının oluşup güçlenmesine yol açacaktı.

Ticaret Yapmak Değil, Ticaretten Vergi Almak

Fatih’in önem verdiği amaçlarından biri, uluslararası ticaret yollarının denetim altına alınması ve bu ticarete konulacak vergilerle gelir sağlanmasıydı. Padişah olduğu 31 yıl içinde, amacını önemli oranda gerçekleştirdi. Öldüğünde Doğu-Batı ticaretinin hemen tüm kilit noktaları, Osmanlı Devleti’nin eline geçmişti. Ancak, kendisini ticari vergilendirmeyle sınırladığı için padişahlığı dönemince yabancılara ticari imtiyaz vermeyi sürdürdü. 1479’da yapılan bir anlaşmayla, savaşlarda yenilerek birçok limanı kaybetmiş olmalarına karşın, Venedikliler’e yeni ticari ve hukuki haklar verdi; daha önce verilmiş olanların sınırlarını genişletti.

“Türkler Ticaretten Anlamaz”

Uluslararası ticaret merkezlerinin ele geçirilmiş olmasına karşın, geçiş vergileri ve birtakım gümrük resimleri’yle yetinilmesi ve ticaretin yabancılara bırakılması; Osmanlı ekonomisinin yetersizliğine ilişkin yorumların yapılmasına neden olmuştur. Türklerin üretim ve ticaretten anlamadığını ya da savaşmaktan başka bir şey bilmediğini ileri süren geleneksel Batı tutumu, konuyu hep bu biçimde işlemiştir. Bu tür “yorumlar” gerçeği yansıtmamaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda, özellikle Türk yönetim geleneklerinin uygulandığı ilk üç yüzyıl içinde, Anadolu’da; artı ürün veren, toplu üretime dayanan ve pazar için üretim yapan bir ekonomik düzen, Selçuklular’dan beri varlığını sürdürüyordu. Üretim çeşitliliği oldukça geniş bir alana yayılmıştı. Eskiden gelen ve yabancı mallara karşı üstünlüğü olan, kimileri tekel durumuna gelmiş mal ve ürün üretimi yapılmaktaydı.
Ekonomide bağımsızlığın önemi biliniyor ve önlem de alınıyordu. İmparatorluğun çok geniş bir alana yayılması, başlangıçta alınabilen ve etkili olan önlemleri yetersiz duruma getirdi ve yönetim düzeninden başlayarak ekonomiye dek uzanan, yaygın bir bozulma yaşandı.
Birbiri içine giren ve birbirinin hem nedeni hem sonucu olan kapitülasyon süreci, ekonomik yaşama giderek yön veren yabancılara, devletin güçlü olduğu dönemlerde bile, devlet üzerinde baskı oluşturma olanağı veriyordu. Bunlar savaşta yenilseler de, ekonomik üstünlüğün verdiği güçle, siyasi yapı üzerinde dolaylı baskı kurabiliyor, değişik yöntemlerle isteklerini kabul ettiriyorlardı. Sonuç olarak ticareti denetleyenlerin değil, yapanların sözü geçiyordu. Osmanlı Devleti’ni çöküşe götüren nedenler, “Türkler’in ekonomi ve ticaretten anlamamaları”nda değil, her İmparatorluğun değişik biçimlerde yaşadığı nesnel koşullar ve bu koşulların oluşturduğu süreçler bütününde aranmalıydı.

Venedik-Floransa Çekişmesi

Fatih’ten sonra tahta çıkan II.Beyazıt döneminde, Venedikten ayrı olarak Floransa’ya da ticari ayrıcalıklar tanındı. Bu iki İtalyan dükalığı, 16.yüzyılda birbiriyle sert biçimde yarışan ticari düşmanlardır; bu yarışın sahnelendiği yer ise İstanbul’dur. O dönem İstanbulu’nda, özellikle Saray’da; siyasi entrika, rüşvet, yaranma ve her türlü ikiyüzlülük kol gezmektedir. Venedikliler Floransalıları, Floransalılar da Venediklileri, üst düzey devlet yetkililerine kötülemekte ve ayrıcalık elde etmek için her yolu denemektedir.
Bu çekişmeyi sonuçta Floransa kazandı ve Osmanlı İmparatorluğu, çatışma içinde olduğu Memluklular’a mal sattığı gerekçesiyle, Venedik’e savaş açtı. Venediklilere tanınmış olan ayrıcalıklar kaldırıldı. Tümüyle Osmanlı ülkesine yönelmiş olan Venedik ticareti, neredeyse durma noktasına geldi ve onun yerini Floransa aldı.6

II.Beyazıt İmtiyazları

II.Beyazıt, Floransalılara Venedik ayrıcalıklarını da aşan haklar tanıdı, üstelik bunu, özel davetle yaptı. 1483 yılında Floransa’ya bir elçi gönderdi ve İstanbul’la yapılan ticaretin geliştirilmesini istedi. Bu daveti bekleyen Floransalı yetkililer, hazırlamış oldukları anlaşma metnini ortaya koydu ve metin hiç değiştirilmeden aynısıyla imzalandı. Yalnızca Venediklilere ait olanları değil, o güne dek yapılmış olanların tümünü aşan anlaşma maddeleri, Osmanlı Devleti’nin zararına işleyen, çok özel ayrıcalıklar içeriyordu.
Anlaşmaya göre, Floransa kumaşının ülkeye gümrüksüz olarak sokulması kabul ediliyor, üstelik yılda elli bin parça kumaşın, satılmasa da alınması yükümleniliyordu.7 Bu yükümlenme, günümüzdeki, “alınmasa da parası ödenen” doğal gaz anlaşmalarına benziyordu.

Kanuni ve Fransa İmtiyazları

Kanuni Sultan Süleyman, II.Beyazıt’ın tutumunu sürdürdü ve Fransa’ya, geniş ayrıcalıklar verdi. 1535 Kapitülasyonu olarak adlandırılan bu ayrıcalıklarda sınır ticari alanı aşıyor, idari ve dini konuları da içine alıyordu. Fransız gemilerine Osmanlı limanlarının tümünde serbestçe ticaret yapma hakkı veren ferman, başka devletlere ait gemilerin, Osmanlı deniz ve limanlarında ancak Fransız bayrağı altında ticaret yapabileceğini kabul ediyordu.8
Ferman ayrıca, Fransız uyruklu Katoliklere ibadet yeri açma özgürlüğü sağlıyor, Kudüs ve Beytüllahim (İsa’nın doğduğu kabul edilen yer) kiliselerinin koruma hakkını Fransızlara veriyordu. Fransız konsoloslar artık, Osmanlı ülkesinde yaşayan uyruklarını, hem ticari hem de cezai olarak yargılayabilecekti.9
Bu ayrıcalıklar, ileride daha geniş olarak yorumlanacak ve Fransızlar, Doğu Akdeniz ticaretini tekellerine alacaktır. Ancak, genişletilen yorumun daha çarpıcı sonucu; Fransızların kendilerini, Osmanlı ülkesinde yaşayan yalnızca Fransızların değil, tüm Katoliklerin hamisi olarak görmeye başlaması olacaktır.

Çöküşün Başlangıcı

1535 Kapitülasyonu daha sonra, başka yabancı ülkelere de tanındı. Osmanlı Devleti, iç-dış ticaret üzerindeki karar verme yetkisini giderek kullanamaz duruma geldi. Yabancı mallar ve kişiler üzerinde hukuki işlem yapılamıyordu. Siyasi bağımsızlığı doğrudan ilgilendiren yönetim hakları, önce zedelendi, daha sonra ortadan kalktı. Yabancılar, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışır duruma geldiler ve siyasi bağımsızlık, zamana yayılmış bir uygulama süreci içinde, yavaş yavaş yitirildi.
Kanuni kapitülasyonları, devletin askeri ve mali olarak en güçlü olduğu dönemde verilmişti. 1527 yılında devletin geliri 277,2 milyon, gideri 200,1 milyon akçeydi ve 77,1 milyon akçe fazla veriyordu.10 1564’e gelindiğinde, gelir 183,1 milyon, gider 189,7 milyon akçeye düşmüş ve 6,6 milyon akçe açık verilmişti.11 1584’de Osmanlı parasının değeri düşürülmüş ve 1 florin, 60 akçeden 120 akçeye yükselmişti. 1594’de, hazinenin açığı 70 milyon akçeye çıkmış ve açığı kapatmak için Osmanlı tarihinde ilk kez, iç hazineden (padişah hazinesi) dış hazineye (devlet hazinesi) aktarma yapılmıştı.12
Hazineler arası aktarıma karşın akçenin değer yitimi durdurulamadı. Florin’in değeri, 1598 yılında 220 akçeye dek yükseldi ve aynı yıl, iç ve dış her iki hazine de tükenme noktasına geldi; çare olarak Saray’ın gümüş takımları darphaneye gönderildi ancak bu tür girişimlerle soruna bir çözüm getirilemedi.13

Yerli Üretici Güç Durumda

Akçenin değer yitirmesi, her yerde ve her zaman olduğu gibi, üreticiyi zor duruma düşürdü. Akçalı gücü yüksek Avrupalı tüccar, bu güce dayanarak, enflasyon nedeniyle değer yitiren pamuk, deri, mum gibi ürünleri düşük fiyatlarla kapattı; daha sonra yüksek fiyatla piyasaya sürdü.
Yabancılar artık, her biri kendi alanında tekel oluşturan ve piyasayı belirleyen bir güçtür. Üreticiler, yerli tüccar, hatta devlet, ayrıcalıklar tanıyarak kendi yarattığı bu güçle başedemez. Yerli tüccar, fiyat belirleme ve piyasa oluşturmada devreden çıkar, yabancılarla çalışan edilgen taşaronlar durumuna düşer; üreticiyle birlikte yoksullaşır.
1567’de devlet, yerli üreticileri desteklemek için, Ege bölgesi dokumacılarına 150 bin parça yelken bezi ısmarladığında, Egeli dokumacılar; “Avrupalı tüccarların ipliği toptan satın almış olmaları” nedeniyle, bu miktar malı yapmalarının olanaksız olduğunu bildirmişler ve siparişi geri çevirmişlerdi.14
Fransa’ya tanınan ayrıcalıkların benzeri, daha sonra İngiltere ve Hollanda’ya da verildi; 1580’de yapılan 35 maddelik kapitülasyon anlaşmasıyla İngiltere, kendi bayrağı altında ve kendi uyrukları için serbest ticaret hakları elde etti; aynı haklar 1598’de Hollanda’ya da tanındı.15

Devletin Yitiği

17. ve 18.yüzyıllarda devam eden bu haklar, Osmanlı üretim ve ticaretine verdiği zararı sürdürdü. Buna karşın, yerli üretimi korumaya yönelik bir gümrük politikası izlenemedi. Padişahların hemen tümü, gümrük vergilerini yerli üretimi korumanın bir aracı olarak görmüyor; bu vergilere yalnızca, saray giderlerini karşılamanın en emin ve kolay yolu olarak bakıyordu. Bu nedenle, dış alımı arttıracak her dış istek, gümrük gelirini arttıracağı için, sonucu ne olursa olsun hemen kabul ediliyordu. O dönemde, dış alımı arttırıp ülke pazarını yabancılara açmak, devlete hizmet anlamına geliyordu.
Enderun yetiştirmesi üst düzey yöneticilerin, devlet politikası yaparak padişaha kabul ettirdikleri ve yerli üretimi yok eden bu politika; gerçekte devlete önemli bir gelir de sağlamıyordu. Devlet’in dışalımda aldığı vergi, yitirdiği ekonomik değerlerle kıyaslanmayacak kadar düşüktü. Bu işlerden kârlı çıkanlar, her imtiyazdan rüşvet alan ve devleti yöneten devşirmeler ile ticarete egemen yabancılardı. 17.yüzyıl ortalarında devlet, gümrük vergilerinden yılda 5 milyon akçe vergi geliri sağlarken; aynı dönemde ve yalnızca İngiltere, Osmanlı pazarından yılda 15 milyon altın lira kâr ediyordu.16

Beşyüz Yıllık Gelenek

Osmanlılar; Avrupa devletleriyle, 15.yüzyıldan siyasi varlığını yitirdiği 20.yüzyıla dek, pek çok kapitülasyon anlaşması yaptı ve sonuçta bu anlaşmaların yarattığı ekonomik bağımlılık nedeniyle dağıldı. 17.yüzyıla gelindiğinde, kapitülasyon anlaşmalarının yapılıp yapılmaması değil, hangi devlet ya da şirketle yapılacağı tartışılıyordu. Devleti yönetenler, örneğin, Levat Company ile anlaşmanın, “yüksek kârla çalışmayı alışkanlık haline getirmiş olan” East İndia Company’den daha yararlı olduğu türünden konuşmalar yapıyordu.17
Ayrıcalıklarda aracılık, kişisel çıkar sağlanan ve yüksek getirisi olan bir meslek haline gelmişti. “Armağan” ya da “ödül” alarak imtiyaz verme, artık neredeyse bürokratik bir gelenek gibiydi. 1685-1689 yılları arasında İstanbul’da büyükelçilik yapan Fransız Girardin, anılarında şunları yazıyordu: “Osmanlı Sarayı, her yeni Fransız elçisinden, eski imtiyazlar adına özel bir armağan koparmasın; böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştır.”18
Batılı devletler; Osmanlı İmparatorluğu ile yaptıkları ticareti, mali dengelerini ve bütçe açıklarını kapatmanın en etkili aracı olarak kullandılar. Yüksek kâr oranlarıyla çalışıyor, bağımlı kıldıkları Saray’a hemen herşeyi kabul ettiriyorlardı. Kapitülasyonlar döneminin uzunluğu düşünüldüğünde, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu koşullarda bu denli uzun süre ayakta kalabilmesi gerçekten şaşırtıcıdır. Herhalde, devletin temelleri o denli sağlam atılmış ve özellikle devlet-ordu geleneği o denli güçlü bir temele dayandırılmıştı ki; İmparatorluk her şeye karşın varlığını uzun bir süre sürdürmeyi başarıyor ve ayakta kalabiliyordu.

17. ve 18.Yüzyıl

17.yüzyıla girerken Fransızlarla, “dışarı çıkarılması yasak olan malların çıkışını serbest bırakan” bir anlaşma daha yapıldı. 1604 ve 1673’de genişletilen bu anlaşmada, her zaman olduğu gibi, serbestlik hakları genişletilmiş ve gümrük vergileri düşürülmüştü.19 Ancak, anlaşmaların Fransızlar açısından büyük bir başarıyı içeren özel bir yanı vardı. İlerde neredeyse bir yağmaya dönüştürülecek olan doğal ya da tarihsel değerlerin dışarı kaçırılması, bu anlaşmalarla yasal bir dayanak kazanmıştı.
1740’da yine Fransızlarla yapılan kapitülasyon yenileme anlaşması, ticaretin sınırlarını aşarak bu kez bir siyasi şantaj anlaşmasına dönüştürülmüştü. Rusya’yla savaşmakta olan Osmanlı Devleti, Fransa’dan siyasi destek istediğinde, yeni kapitülasyon istekleriyle karşılaşmış ve günümüzdeki IMF ve AB yasalarının çıkarılmasında olduğu gibi, istekler hemen yerine getirilmişti. 28 Mayıs 1740’da anlaşma imzalandığında, her zamanki gibi “saray erkânına armağan vermede” cömert davranılmış ve 47 775 kuruş dağıtılmıştı. Bu paranın üçte birini İstanbul’daki Fransız kolonisi, geri kalanını Marsilya Ticaret Odası karşılamıştı.20
1740 Kapitülasyonu’nun öncekilerden bir başka ayrımı, Fransız mallarının değerinde oluşacak artışların gözardı edilerek gümrük vergilerinin sabitlenmesiydi. Fiyatlar ne denli yükselirse yükselsin, gümrük vergisi aynı kalacaktı. Anlaşmanın 8.maddesinde yer alan bu karar, paranın sürekli değer yitirdiği bir ortamda, gümrük vergisinin zamanla sönüme gitmesi demekti.21 Sürekli değer yitirirken gümrük vergisini akçe üzerinden sabitlemek, gümrükleri dolaylı olarak kaldırmaktan başka bir anlam taşımıyordu.

19.Yüzyıl: Balta Limanı Anlaşması ve Tanzimat Fermanı

19.yüzyıl kapitülasyonları, Batı Avrupa’nın gelişmiş ülkelerine verilen ticari ayrıcalıkların en yüksek aşamasıdır. 1838 Ticaret Anlaşması, 1839 Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanı; idari çözülmenin, boyun eğmenin, ekonomik ve siyasi bağımlılığın son belgeleridir.
1838’de, İstanbul Baltalimanı’nda yapılan ticaret anlaşmasıyla; devlet, bağımsız dış ticaret yapamaz duruma geldi. Osmanlı hükümetleri, kendi istençleriyle ekonomik politikalar üretemiyordu; devlet, kendi gümrük vergisini, Avrupa devletleriyle birlikte belirlemeyi kabul etmişti. Ülkenin tümü, Avrupa’nın açık pazarı durumundaydı. Türk tüccarlar, Avrupalı tüccarlar karşısında eşit olmayan koşullarla çalışıyordu. Ticari ilişkilerde yabancılar, Türkiye’de Türkler’e göre daha ayrıcalıklı bir durumdaydılar. Yurt içi ticarette, Türk tüccar yüzde 12 vergi öderken, yabancı tüccar yüzde 5 vergi ödüyordu.22

Gümrük Birliği Protokolü: Osmanlıya Geri Dönüş

19.yüzyıl kapitülasyonları ile günümüzde çok yoğun ve denetimsiz biçimde sürdürülmekte olan Avrupa Birliği ve ABD politikaları arasında, niteliksel bir bütünlük ve Türkiye açısından daha çok olumsuzluk içeren benzerlikler vardır. Gümrük Birliği Protokolü, 1838 Serbest Ticaret Anlaşması’nın; AB Katılım Ortaklığı Belgeleri, Islahat Fermanı’nın; IMF Niyet Mektuplar’ı ise Tanzimat Ferma’nın hemen aynısıdır.
19.yüzyıl kapitülasyonları Osmanlı İmparatorluğu’nu çökertirken, 20.yüzyıl kapitülasyonları olan AB-ABD ilişkileri Türkiye Cumhuriyeti’ni çökertmektir. Tarihin her döneminde yaşandığı ve görüldüğü gibi, eğer önlem alınmazsa, ekonomik ve siyasi olarak beli kırılmış olan Anadolu’daki Türk egemenliği, bugünkü konum ve sınırlarıyla varlığını sürdüremeyecektir. Tarihin bize öğrettiği somut gerçek, ekonomik bağımsızlığını yitirenlerin kaçınılmaz olarak, siyasi ve askeri bağımsızlığını da yitirmesi ve başka kültürler içinde eriyip yok olmasıdır.
Türkiye’nin bağımsız gibi görünen bugünkü yapısı, gerçekte ne bağımsız ne de kalıcıdır; varlığını ve bütünlüğünü sürdürmesi, Osmanlı’nın son dönemi gibi, yabancıların karar ve iznine bağlı hale gelmiştir.

DİPNOTLAR

1   “Histoire du Commerce du L’evant au Moyen Age” W. Heyd, 2.C. Paris 1923, ak;S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” 1.C., 7.B., sf.368
2    a.g.e. sf.368–369
3    “Tarih III-Kemalist Eğitimin Ders Notları” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.36
4    a.g.e. sf.36
5    Ana Britannica, 22.Cilt, sf.194
6   “Histoire du Commerce du L’evant au Moyen Age” W.Heyd, 2.C., Paris 1923, ak; S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” 1.C., 7.B., sf.377
7   a.g.e. sf.377
8    “Tarih III-Kemalist Eğitimin Ders Notları” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.50
9    a.g.e. sf.50
10  “H. 933-934 (M. 1527-1528) Mali Yılına Ait Bir Bütçe Örneği” Ömer Lütfü Barkan, İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt XI-XV İst., 1950-1954, ak; S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 1.C., 7.Bas., sf.407
11  “Essais sur I’histoire économique la Turque d’aprés les ecrivains originaux” M.Belin, Paris 1969, ak; a.g.e. sf.407
12  a.g.e.  sf. 407
13  “Osmanlı Tarihi” İ.Hakkı Uzunçarşılı, 3.Cilt, Ankara 1961, ak. a.g.e. sf.407
14  “Celali İsyanları” Prof. Mustafa Akdağ, ak; a.g.e. sf.410
15  “La mediterranée et le monde mediterranéen a I’époque de Philippe II” F.Brau del Paris, 1949, ak; a.g.e. sf.508
16  a.g.e. sf.509
17  a.g.e. sf.509
18  a.g.e. sf.511
19  “Histoire du commerce François dans le Levant au XVII éme siécle” P. Masson, Paris 1911, ak; a.g.e. sf.511
20  a.g.e. sf.512
21  “Recueil des actes internationaux de I’Empire Ottoman 1300-1789” G. Noradounghıan, Paris 1897, ak; S.Yerasimos “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 1.Cilt, 7.Basım, sf.512
22    “1938 Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması : Çöküş” Prof.Dr. Cihan Dura, gazete Mudafaa-i Hukuk, 26.01.2001, Sayı 36



2 yorum: